İlki 1998 yılında (Türkiye daha AB aday ülkesi değilken) kaleme alınan Türkiye İlerleme raporlarının 19’uncusu 9 Kasım 2016’da yayımlandı. Türkiye 19. Raporla birlikte hakkında en çok rapor yazılan aday ülke olurken, diğer yandan istisnasız ‘en uzun süre AB aday ülkesi’ olma konumunu da korudu.
Aday değilken, diye özellikle vurguladım çünkü artık sıradanlaşan bu rapor hikayesinin başlangıcı 1998 yılındaki Cardiff Zirvesine kadar geriye gidiyor. Türkiye 1987 yılında, rahmetli Turgut Özal’ın Başbakanlığı zamanında dönemin Avrupa Topluluğu’na üye olmak için başvurmuştu. Ancak Komisyon 1989 yılında verdiği cevapta bir yandan
Türkiye’nin üyelik konusundaki ehliyetini (ehil ülke statüsü) kabul etse de ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesi gerektiğini belirtmişti. Örneğin, aynı dönemde Topluluğa tam üye olmak isteyen Fas, ‘ehil olmayan ülke’ olarak değerlendirilmiş, başvurusu kabul edilmemişti.
Bu ilk başvurunun ardından 1996’da yürürlüğe giren Gümrük Birliği süreci başladı. Bu önemli gelişme, Türkiye’de, AB’ye tam üye olunduğu şeklinde değerlendirildi. Oysa durumun hiç de öyle olmadığı 1997’de gerçekleşen Lüksemburg Zirvesinde ortaya çıktı. Türkiye, diğer 12 ülke ile birlikte AB aday ülkesi ilan edilmeyi bekliyordu ama bu zirvede de beklenen olmadı. Türkiye’nin adı aday ülkeler listesinde yoktu.
Zirvenin ardından, bugünü andıran olumsuz bir siyasi tablo ortaya çıkmış, AB ile ilişkiler neredeyse tamamıyla askıya alınmıştı. Bugün bazı AB parlamenterlerinin dile getirdiği ‘ilişkileri dondurma’ kararını o yıl Türkiye almıştı. Bunun üzerine AB, Cardiff Zirvesinde Türkiye’ye ‘katılıma aday ülke’ statüsü verdi. Zirvede bir de karar alındı; Türkiye ile ilgili her yıl rapor hazırlanacak, ilerlemeler kaydedilecekti. Türkiye’nin 1997 Lüksemburg Zirvesi’yle kırılan gururu ise 1999 Helsinki Zirvesi’yle düzeltildi. Türkiye o zirvede AB’ye aday ülke statüsü kazandı.
Şimdi bugünkü gelişmelere bakıldığında, 19. Raporun ardından ilişkilerde tekrar 19 yıl öncesine dönüldüğü izlenimi ortaya çıkıyor. Sanki hiçbir ilerleme kaydedilmemiş gibi… Girişte işin tarihçesine değinmem de bu yüzden…
Durum böyle olunca ister istemez insanın aklına, “AB zaten en başta bizi almak istemiyordu, şimdi de almak istemiyor” düşüncesi saplanıveriyor.
Fakat AB’nin de durumu sıkıntılı. Çünkü aynı AB şimdilerde, bırakın aday ülkeleri, üyeleriyle bile düzgün bir ilişki yürütemiyor. İşte İngiltere ve Brexit kararı. AB’nin kendi üyeleriyle bile ilişkisinin savrulduğunun en güzel göstergesi.
Ama Türkiye için de durum farklı değil. Türkiye de AB ile dönem dönem savrulmalar yaşadı. Mesela, AB’ye üyelik başvurusu ve ilk birkaç ilerleme raporunun ardından ‘AB’yi ne yapalım, ABD’ye bizi NAFTA’ya alın dedik’ açıklamaları, 19 yıldır AB tarafından her yıl ‘ilerleme var’, ‘sınırlı ilerleme’, ‘ilerleme kaydedilmedi’, ‘hazırlık aşamasında’ gibi aynı sözcüklerle kaleme alınan ve her geçen sene önemini, heyecanını yitiren raporlar ve bugün gelinen nokta…
İnişli-çıkışlı bir ilişki. Buna bir de 2017’de rapor hazırlanmayacağı ve bundan sonraki ilk raporun 2018 baharında hazırlanacağını ekleyin; tablo biraz daha karıştı, değil mi?
Açıkçası hem AB’nin hem de Türkiye’nin karşılıklı ilişkilerde sağa sola savrulduğu, ciddi türbülansa girdiği yeni bir dönemi karşılıyoruz. Ama şu soru önemli; mezarlıkta ıslık çalan kim?
Ben bu sorunun cevabını bilmiyorum. Bunu gelişmeler gösterecek.
Ben aslında son raporda Tarım, Balıkçılık ve Gıda Güvenliği fasıllarında neler yazıyor, bunları aktaracaktım. Ama nereden nereye geldik. Olsun, ben yine de yazanlar için de muhatapları için de sıradanlaşan raporun başlıklarından biraz bilgi aktarayım; bakalım hangi başlıklarda ilerlemişiz, hangisinde sınırlı ilerlemişiz, hangisinde hazırlık aşamasındayız?
Tarım ve Kırsal Kalkınma
Tarım ve kırsal kalkınma alanında belirli bir hazırlık düzeyine ulaşıldığı belirtilen bu başlıkta, geçtiğimiz sene bazı ilerlemeler kaydedildiği vurgulanıyor. İlerleme sağlanan alanların, genel tarım konuları ve Ortak Tarım Politikasına uyum noktaları olduğu belirtiliyor. Katılım Öncesi Yardım Aracı – IPARD’ın uygulanması ile birlikte Türkiye’nin fonları kullanma kapasitesinin artış gösterdiğine işaret ediliyor.
Bu başlıktaki en önemli vurguyu; AB’nin gelecek yıl Türkiye’nin özellikle AB’ye yönelik canlı hayvan ve et ithalatı önündeki mevcut sınırlamaları kaldırması ve tarımsal istatistikler için bir strateji hazırlaması talepleri oluşturuyor.
Genel tarım konularına ilişkin olarak, tarım sayımının bir türlü tamamlanmamış olması da vurgulanan bir diğer husus.
Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu’nun belirli bir olgunluk seviyesine ulaştığı ve daha fazla gelişim sağlamak için personelinin belirli alanlarda eğitim almaya devam ettiği belirtiliyor.
Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı Politikası
İlerleme kaydedilmediği belirtilen başlıklardan biri, Gıda güvenilirliği, veterinerlik ve bitki sağlığı politikası başlığı oldu. Bu alandaki AB müktesebatının tam olarak uygulanması için, özellikle de hayvansal yan ürünler, hayvan refahı ve hayvanların kimliklendirilmesi ve kayıt altına alınması ile hareketlerinin kontrolü konularında kayda değer ilave çabalara ihtiyaç duyulduğu ifade ediliyor.
Gelecek yıl, Türkiye’nin özellikle diğer bazı hususların yanı sıra, bir ulusal program ve izleme planı sunmak suretiyle, gıda işletmelerini AB standartlarını karşılayacak şekilde geliştirmesi, hayvansal yan ürünler ve hayvan refahına ilişkin kuralların uyarlanması ve uygulanmasına yönelik daha fazla adım atması isteniyor.
Genel gıda güvenilirliği konularında AB müktesebatına uyum sağlanması ve müktesebatın uygulanması hususunda sınırlı ilerleme kaydedildiği belirtiliyor.
Etiketleme, gıda katkı maddeleri ve saflık kriterleri, aroma verici maddeler ve takviye edici gıdalar gibi konularla ilgili gıda güvenilirliği mevzuatının uyumunda ilerleme kaydedildiği ancak gıda enzimleri ve yeni gıdalarla ilgili olan uyumun henüz tamamlanmadığına dikkat çekiliyor. Yem ve bitki sağlığı politikası ile ilgili özel kurallara dair ilerlemenin sınırlı kaldığı da dikkat çekilenler arasında…
Balıkçılık
Raporda, bu alandaki hazırlıkların başlangıç aşamasında olduğu vurgulanıyor. Geçen yıl kaynak ve filo yönetimi, denetim ve kontrol ile uluslararası anlaşmalara ilişkin bazı ilerlemeler kaydedildiği; yapısal eylemler, Devlet yardımı ve piyasa politikasına ilişkin mevzuatın uyumlaştırılması ve kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi için daha fazla çaba gösterilmesi gerektiği ifade ediliyor.
Gelecek yıl, Türkiye’nin özellikle Taslak Su Ürünleri Kanunu’nu yasalaştırması da istenenler arasında.
Tarım, balıkçılık ve gıda güvenliği fasıllarında durum böyle. Bir sonraki rapora kadar hangi fasıllar açılır, hangisi kapanır bilemem ama bundan sonra üyelik müzakerelerinin gidişatını teknik kriterlerden ziyade siyasi ilişkilerin belirleyeceği muhakkak. İşin gerçeği, AB bizi 53 yıldır oyalıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da haklı olarak soruyor: “Böyle bir şey olabilir mi?” ve ekliyor doğal olarak; “Şanghay Beşlisi içerisinde Türkiye niye olmasın?, diyorum.” Sahi, niye olmasın?
Şimdi soruyu tekrar soruyorum; mezarlıkta ıslık çalan kim?