Yazarımız Ali Osman Mola, yaklaşık dört ay önce bir yazısında şeker piyasasındaki gelişmeleri paylaşmıştı: https://www.yasamicingida.com/pancar-sekeri-mi-misir-sekeri-mi/
Yazısından bir bölümü, bugünkü tartışmalara ışık tutması açısından aktarmakta fayda görüyorum. (Belki en sonda söyleyeceğimizi en başta söylemiş olacağız ama) şöyle diyordu Mola:
“Öngörülerin hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin, önümüzdeki yıllarda “Pancar şekeri mi, mısır şekeri mi?” tartışmalarının çok yönlü olarak ve artarak devam edeceğine şüphe yok.
Bunu normal karşılamakla birlikte, tartışmaların çiftçiler üzerinden yürütülmesi, birbirlerine karşı kışkırtılmaları toplumsal barışa zarar veriyor. Pancar üreticisi çiftçi de mısır üreticisi çiftçi değil mi veya mısır üreticisi çiftçi de pancar üreticisi çiftçi değil mi?
Böylesine hayati bir konu hakkındaki değerlendirmeler; alternatif ürünler, istihdam ve üretim teknolojileri ile karşılaştırmalı olarak şeker pancarının ve mısırın verim, su ihtiyacı, toprağa etkileri, ekonomik üstünlük, insan sağlığına etkileri gibi özellikleri üzerinden ve mutlaka uzmanları tarafından yapılmalı.”
Son derece doğru ve yerinde tespitler.
Bu yazının ışığında bugünkü tartışmalara baktığımda ise değişen bir şey olmadığını görüyorum. Ancak bir farkla, bugün şeker konusu dört ay öncesine nazaran daha sıcak tartışılıyor. Tartışmaların odağında ise kısa bir süre önce görüşe açılan ve nişasta bazlı şekerle ilgili düzenlemeleri de içeren Üretim Reform Paketi Kanun Tasarısı Taslağı var. Neredeyse aynı düzenleme, yıllardır Meclis Genel Kuruluna inmeyi bekleyen ama halen Meclis Komisyonlarında üzerinde çalışılan(!) Şeker Kanunu Tasarısında da bulunuyor.
Şeker Kanunu Tasarısı üzerine taraflar bugüne kadar pek çok lobi çalışması yapmalarına karşın, görünürde bir ilerleme kaydedilmemişti (Ta ki Üretim Reform Paketi Kanun Tasarısı Taslağına kadar). Taraflar birbirlerine epey ciddi iddialarla yüklense de asıl meseleyi çözmesi beklenen yetkililerin, ne taraflara ne de kamuoyuna tatmin edici bilgiler vermemesi, tartışmaları daha da alevlendiriyor.
Oysa konu, şeker sektörünün tüm tarafları için hayati öneme haiz. Bana göre olayı sadece NBŞ üreticileri ile pancar şekeri üreticileri arasında yaşanan bir pazar kapma yarışı olarak görmek, 7,5 milyar lira büyüklüğe ulaşan şeker pazarını ve paydaşlarını es geçmek ya da görmemek anlamına geliyor. Bu paydaşların içerisinde şekerleme, çikolata, bisküvi, reçel, helva, geleneksel tatlıları da kapsayan büyük bir gıda üreticisi kesimi olduğu gibi, doğal olarak tüketicisi de var, çiftçisi de var.
Son günlerdeki tartışmaların kıvılcımını ateşleyen ise Milli Gazete oldu. Gazete konuya ilişkin ilk haberinde Şeker Kurumu tarafından Adil Gür’e yaptırıldığı ve kamuoyundan sır gibi saklandığı belirtilen şeker anketinin sonuçlarına ulaştığını yazdı. Haberde; “nişasta bazlı şekerleri aklamak için yaptırılan ancak istenilen sonuçlar çıkmadığı için sümenaltı edilen anket çalışmasından skandal sonuçlar çıktığı” ifade ediliyordu. Haberde yer aldığı şekliyle, anketin sonuçlarına göre halkın yüzde 92’si en doğal şeker olarak pancar şekerini bulurken, NBŞ’yi sağlıksız bulmuştu. İddiaya göre anketi sümenaltı eden de Şeker Kurumu Başkanı Dr. Hüsnü Tekin’di.
Gazete birkaç gün sonra Üretim Reform Paketi Kanun Tasarısı Taslağı üzerine yaptığı ‘Şeker gibi kıyak!’ başlıklı haberde ise şöyle diyordu: “Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın hazırladığı “Üretim Reformu Paketi Kanun Tasarısı Taslağı”ndan ABD’li Cargill’e kota kıyağı çıktı. Taslak, bu haliyle yasalaşırsa, nişasta bazlı şekerlerin üretim kotası tamamen kalkacak. Pancar çiftçisi kotalı üretime talim ederken, Cargill ile beraber 5 NBŞ firması da “kotasız üretim”in keyfini sürecek.”
Bu haber üzerine Cargill’den bir açıklama geldi. Açıklamada kısaca şunlar kaydedildi:
“Uzun yıllar boyu halkımızı dünyanın en pahalı şekerine mahkum ederek, asılsız haberlerle, bilimsel ve teknolojik temellerden tamamıyla uzak hamasi sağlık söylemleriyle kamuoyu kandırılmaya çalışılmıştır. Bu uğraşların yıllar boyu yüksek şeker fiyatlarıyla edinilen haksız kazanımların kaybedilme korkusuyla ortaya konulan tepkiler olduğuna inanıyoruz. Bu anlamda şeker sektörüne yönelik yasal düzenlemeler ve reformlarda sektör temsilcilerimizle üzerimize düşen sorumlulukları yerine getireceğimizi ifade ediyoruz.”
Tam da ‘bunca vaveyla koparken pancar üreticilerinin sesi neden çıkmıyor?’, diye kendi kendime mırıldanırken(!), Pankobirlik Genel Müdürü Taner Taşpınar, Üretim Reform Paketi Kanun Tasarısının taslaktaki şekliyle çıkarsa, (özetle) “şeker piyasasını 5 NBŞ şirketinin ele geçireceği” iddiasını taşıyan bir açıklama yaptı.
Taşpınar açıklamasında şöyle dedi: “Üretim ve yatırımın önündeki engelleri kaldırma hedefiyle hazırlanan tasarı taslağında amaçlanan hedef gerçekleşirse, pancar üretiminde Avrupa’da 3’cü olan Türkiye, üretimden vazgeçerek, ABD’nin küresel şirketi Cargill ile birlikte 5 NBŞ firması, şeker piyasasını tamamen ele geçirecektir. Kar marjlarını katlayarak sürdürmeye devam edecek olan bu şirketlerin ürettikleri Nişasta Bazlı Şekerlere dünyada önemli ölçüde kısıtlamalar ve yaptırımlar getirilirken, ülkemizde ise halkımız bu ürünleri tüketmeye mahkum edilecektir.”
ABD menşeli CARGILL, şüphesiz hem dünyada hem de ülkemizde NBŞ piyasasının tartışmasız lideri. Biraz da bu nedenle NBŞ ile ilgili neredeyse her haberde, her açıklamada isim olarak hedef alınıyor, dolayısıyla şirket her habere olmasa bile bazı haberlere (yukarıdaki gibi) cevap vermek zorunluluğu hissediyor.
Bahsi geçen 5 şirket; AMYLUM Nişasta, CARGILL, PENDİK Nişasta (ÜLKER-CARGILL ortaklığı), SUNAR Mısır ve TAT Nişasta. (Konuyla alakası yok ama bir dipnot, bir son dakika gelişmesi olarak ekleyeyim; SUNAR Mısır CEO’su Hüseyin Nuri Çomu, birkaç gün önce FETÖ soruşturması kapsamında tutuklandı. Bu gelişme NBŞ pazarını etkiler mi, etkilerse nasıl etkiler bilemem.)
Taşpınar ayrıca, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından hazırlanan “Üretim Reform Paketi”nin “Şeker Kanunu Taslağı” ile birebir örtüştüğünü de bildiriyor. Şeker piyasasını düzenlemekle görevli olan Şeker Kurumu Başkanı Hüsnü Tekin’in açıklamalarının ve çalışmalarının çıkartılmaya çalışılan yasa ile bire bir örtüştüğünü de sözlerine ekliyor. Bununla da kalmıyor; Hüsnü Tekin’in açıklamalarında glikozun kota kapsamı dışına çıkarılması ile kotaların belirlenmesinde değişiklik olabileceğini ifade ettiğini, NÜD (Nişasta ve Glikoz Üreticileri Derneği) ve Cargill’in ise bu konuda Tekin’e baskı yaptığını iddia ediyor; “Glikozdan boşalan kotayı da izoglikoza yöneltmek veya izoglikozun kotasını tek başına %15’lere çıkarmanın peşindedirler.” diyor.
Tam da bu tartışmaların yaşandığı bu günlerde Hüsnü Tekin, Şeker Kurumunun başında değil. Tekin’in 28 Ağustos’ta görev süresi doldu. Ancak duyumlarıma göre, başka bir aday yok ve yeniden bu göreve atanması bekleniyor. Tekin’le birkaç yıl önce yaptığım bir röportajda; bana, şeker sektöründeki tüm taraflara eşit mesafede olduğunu ve birinci önceliğinin, vatandaşa ucuz şeker yedirmek ve yurt içi talebin yurt içi üretimle karşılanması olduğunu söylemişti. İyi niyetli, dürüst ve başarılı bir bürokratın bu suçlamalara hedef olması üzücü. Ama başta da söylediğim gibi 7,5 milyar lira büyüklüğe ulaşan şeker pazarı bugün ciddi ciddi kaynıyor.
Bu iddiaları gündeme getiren Pankobirlik’in Yönetim Kurulu Başkanı’nın aynı zamanda AK Parti Karaman Milletvekili ve TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Başkanı Recep Konuk olduğunu da bir kenara not edelim.
Ortada Şeker Kurumu’nun hazırladığı “Şeker Kanunu Taslağı” ile Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının hazırladığı (ki Şeker Kurumu da ona bağlı) “Üretim Reform Paketi” var ve bu iki mevzuatın şekerle ilgili kısmı neredeyse birebir örtüşüyor.
Durum Bakan Faruk Özlü’ye sorulduğunda, “Pancar çiftçisi de bizim, mısır çiftçisi de” mealinde biraz kaçamak sayabileceğimiz bir cevap veriyor. Hâlbuki konuyu bu bağlamda tartışmak, sorunu görmezden gelmek ve çözmeye niyeti olmamak anlamına gelir. Elbette “pancar çiftçisi-mısır çiftçisi” gibi bir ayırım yapılamaz fakat bir ürünün üretiminden vazgeçecekseniz, insanların (öncelikle çiftçi ve işçi) kaldırılanın yerine ne konacağını bilmeleri ve bunun planlamasının kamu tarafından yapılması gerekir. Yapıldı mı? Hayır? Yapıldıysa açıklasınlar biz de bilelim.
Sorunun “Şeker Fabrikaları” ayağı söz konusu olunca işin içine Özelleştirme İdaresi ve Maliye Bakanlığı da giriyor.
Nitekim Maliye Bakanı Naci Ağbal, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, “Şeker sektörünün özelleştirilmesi, özelleştirme programında olan birçok şirketin özelleştirilmesinden çok farklı. Benim kanaatim bu. Yani TÜPRAŞ’ı özelleştirebilirsiniz, orada bir şirket var. Mega bir üretim fabrika ortamı var. Onun altında tarım üreticisi yok. Türk Telekom’u özelleştirebilirsiniz ama iş şeker fabrikalarının özelleştirilmesine geldi mi bu konuyu kırk kere düşünmemiz lazım.” dedi.
Bakan Ağbal’ın söyledikleri, Bakan Özlü’ye sorulduğunda şöyle cevap veriyor: “Şeker fabrikaları şu anda özelleştirme kapsamı içinde. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve Maliye Bakanlığı buna çalışıyor, bence bu sorunun doğru muhatabı onlar.”
Bakan Özlü’nün cevabından, NBŞ kotalarının normalin üstünde arttırılması ile şeker fabrikalarının özelleştirilmesi arasında bir bağ olmadığını düşündüğü anlaşılıyor. Özlü’ye göre, “o iş ayrı, bu iş ayrı”. Halbuki şeker üretimi entegre bir üretim şekli, pancar üretimi ile şeker üretimi birbirine etle tırnak gibi bağlı.
Kısacası, herkesin hararetle üzerinde tartıştığı bir meselede hem taraflardan hem de hükümet üyelerinden farklı sesler çıkıyor.
Oysa Şeker Kanunu Tasarısı yıllardır Meclis’teydi ve gündeme gelmedi bile. Üzerine pek çok açıklama yapıldı ancak Komisyonlardan öteye geçmedi tasarı. Ama şimdilerde, yıllardır bu tasarıyla yapılmak istenen değişikliklerin, bir anda Üretim Reformu Paketi Kanun Tasarısı Taslağı’na konuluverdiğini görüyoruz (Konuyu, spekülatif bir şekilde, çıkan kanunların Meclis’te tartışılmadığı bu olağanüstü (OHAL) dönemle ilişkilendirmiyorum bile… Öte yandan Şeker Kanunu Tasarısı da yasalaşabilirdi, Genel Kurula inebilirdi, neden onun yerine bu değişikliklerin Üretim Reformu Paketi Kanun Tasarısı Taslağı’na konulması ihtiyacı hissedildi? Doğal olarak merak ediliyor tabii… Keza zeytincilikteki düzenlemeler de öyle…).
Ayrıca bu dönem, Şeker Kanunu Tasarısını hazırlayan Şeker Kurumu’nun başında da şu an kimse yok. En azından, büyük ihtimalle yeniden göreve atanması beklenen Hüsnü Tekin’in (Belki sürpriz bir başka isim de olabilir) koltuğuna oturması beklenebilir.
Öte yandan şeker fabrikalarının özelleştirilmesi konusunda yıllardır bir adım bile mesafe alınamadı. Özelleştirme kapsamında olduğu için bu fabrikalara yatırım da yapılmıyor. Bu noktada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde Şeker Fabrikalarının satışını iptal ettirdiğini de hatırlatmak lazım.
Bir diğer konu, özelleştirme planlarından kaynaklı pancar kotaları meselesi… Fabrikalar özelleştirilecek falan derken, pancar kotaları bir düzene oturmadı, dolayısıyla memnun olanlar, olmayanlar; çiftçi ve fabrikalar da sıkıntılı… Bunun da bir an önce çözüme kavuşturulması gerekiyor.
Şeker üretim kotası uygulaması ise en tartışmalı konu; halen yürürlükte olan Şeker Kanunu’na göre şeker üretimi kotaya tabi. Avrupa Birliği ise önümüzdeki yıl şeker üretimindeki kotayı kaldıracak. Dünyada kotalı üretim yapan bir biz kalacağız. Bu yeni gelişme ışığında biz piyasamızı nasıl düzenleyeceğiz? Buna hazırlık yapıyor muyuz?
Dünyanın en pahalı şekerini ürettiğimiz ve bu nedenle şekerleme, çikolata ve şekerle ilgili diğer sektörlerin küresel arenada rekabetçilikten iyice uzaklaştığı dillendiriliyor. Es geçilecek bir sektör değil neredeyse gıda ihracatının yüzde 15’ini bu sektör gerçekleştiriyor. Buna bir çözümümüz var mı?
Sektöre ilişkin bunun gibi soruları ve sorunları art arda sıralayabilirim. Nitekim şeker sektörü bizim yıllardır bir türlü düzene koyamadığımız sektörlerin belki de en başında geliyor. Ama sektörün bu sorunları, Üretim Reformu Paketi Kanun Tasarısı Taslağı’na öyle hemen bir madde eklemekle çözülecek gibi değil. Çözümün Şeker Kanunu Tasarısı üzerinden yürümesi, konunun tartışılması ve gerçekçi verilerle hareket edilerek gerçekleştirilmesi daha uygun olacak gibi duruyor.