Mert İnan’ın ambalajlı sularla ilgili dünkü Milliyet gazetesinde yayınlanan “Yüzlerce kat fazla çıktı… Duş bile alınmaz! Resmen zehir” haberinin başlığı çok ilginç ve çarpıcıydı. Ben, başlıktaki “resmen zehir” ifadesinden ziyade “Duş bile alınmaz” cümlesine takıldım. Demek ki, sağlıklı diye daha fazla para verip çoluğumuza çocuğumuza içirdiğimiz ambalajlı sular, bırakın içmeyi, duş bile alınamayacak kadar kirliymiş. Evet, haber aynen böyle diyor; “duş bile alınmaz…”
Bu haber üzerine açıklama yayınlayan Sağlık Bakanlığı ise “Vatandaşlarımız, Bakanlığımız tarafından üretim izni verilen ve denetimleri yapılan ambalajlı suları güvenli şekilde tüketebilir.” diyor. Yani bakanlığa göre, bir anlamda duş da alabiliriz bu sularla…
Oysa Mert İnan’ın, “Ambalajlı İçme Suyu Örneklerinde Ağır Metal Analizi ve Risk Değerlendirmesi” başlıklı bir raporun verilerine dayanarak hazırladığı haberde, can sıkıcı veriler var.
Habere göre; 43 farklı markanın 250 ml’lik plastik ambalajlı su örneği üzerinde 16 farklı ağır metalin analiz işlemi gerçekleştirildiği; ambalajlı su örnekleri içerisinde tespit edilen en yüksek ağır metal konsantrasyonlarının, baryum, kurşun ve stronsiyum olduğunu söylüyor.
Üstelik bu kadarla da kalmıyor…
Habere konu rapor; ambalajlı sularda en yüksek oran olarak, baryumda 366.08, kurşunda 0,80 ve stronsiyumda ise 6,01 ppB oranları ölçüldüğünü; içme suyu yoluyla maruz kalma dozunun baryum için en fazla 0,004, kurşun için 0,029 ve stronsiyum için de 0,0012 mikrogram olduğunun belirlendiğini söylüyor.
Araştırmayı, Bursa Teknik Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nden 4 akademisyen gerçekleştirmiş. Kurşun oranlarının ambalajlı içme sularında yetişkinler için 10-6’yı aşan kanserojen indeks aralığı sergilediğine vurgu yapan araştırmacılar, “Ambalajlı içme suyu tüketmenin Pb(kurşun) seviyesine göre kanserojen risk oluşturduğu gözlenmektedir. Toplum sağlığının korunması açısından uygun kontrol tedbirlerinin alınması gerekmektedir. Sularda As, Pb, Mn, Cd, Cu, Hg Cr gibi ağır metallerin bulunması ciltte incelme, böbrek hasarı, karaciğer sirozu, sinir sisteminde ileti bozuklukları, gibi sorunlara yol açabilmektedir. Toplumun bir bölümünün, su ihtiyacını sağlıklı olduğuna güvenemediği için musluk suyu yerine ambalajlı sulardan karşıladığı bir gerçektir. Ambalajlanarak tüketime sunulan doğal kaynak suları ve içme sularının bakteri içermemesi kadar ağır metal bulunma durumu ve konsantrasyonu da önem arz etmektedir” uyarısında da bulunmuş.
Haberde, araştırma sonuçları üzerine değerlendirme yapan Kimya Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Ali Uğurlu’nun görüşüne de yer verilmiş. Uğurlu değerlendirmesinde, “Tespit edilen en yüksek baryum oranı korkutucu. Kurşun miktarı 0.010’un altında olması gerek ancak 8 katı çıkmış. Araştırma sonuçlarına göre bazı içme suları dördüncü derece su kalitesinde. Böyle bir ürün ancak banyoda kullanılır. Baryum (Ba), kurşun (Pb) ve stronsiyum (Sr) ağır metallerdir. Bu ağır metallerin kansorejen etkileri var. Bazı organlarda birikme, mutasyon, dejenerasyon etkileri söz konusu olabilir. Çünkü bu metaller vücutta birikme yapabiliyor. Ambalajlı su sektöründe korkunç derece denetimsizlik var. Standart dışı firmaların ruhsatları iptal edilmeli” ifadelerini kullanmış.
Oysa Bakanlık ne diyor açıklamasında; “Söz konusu haberlerde ölçüldüğü belirtilen baryum ve kurşun değerleri mevzuat limitleri içerisinde olup, denetleme ve kontrol süreçleri Bakanlığımız tarafından hassasiyetle takip edilmektedir.”
Ama haberle aynı gün yayınladığı açıklamasında Bakanlık niyeyse şunu söylemiyor; “Söz konusu raporu ve 43 numuneyi inceleyeceğiz. Sonuçlarını ve değerlendirmemizi kamuoyu ile en kısa zamanda paylaşacağız.”
Kısacası ortada; bir yanda ambalajlı sulardaki ağır metallerle ilgili bu vahim sonuçları ortaya koyan araştırmacılar ile bu araştırmada tespit edilen oranları korkutucu olarak niteleyen bir meslek odası; diğer yanda ise ortaya konan iddialara karşın “ben denetliyorum, oranlar da mevzuat sınırları içerisinde, sorun yok” diye kestirip atan bir bakanlık var.
Burada ortaya bir çelişki çıkıyor. Araştırmacılara göre yüksek olan ağır metal değerleri, Oda Başkanına göre limitleri 8 kat aşan bu oranlar, nasıl oluyor da Bakanlık açıklamasında yer aldığı üzere mevzuat limitleri dahilinde oluyor?
Tabii, bir de haberin içeriği itibariyle akla gelen başka sorular da var. Mesela, araştırmaya konu olan 43 ambalajlı su markası ve üreticileri kimlerdir? Araştırmacılar, bu markaları, şu anda Bakanlıkça ruhsatlı 349 firma arasından rastgele mi seçmişlerdir? Bu 43 firmadan ruhsatsız olan var mıdır? Zira geçmiş yıllarda ruhsatsız üretim ve satış yapan firmalara da rastlanmıştı.
Öte yandan ortaya çıkan bu vahim sonuçlar 43 markanın hepsinde de bulundu mu? Yoksa bu 43 numune içerisinden kriterlere uygun olan ambalajlı sular da var mı? Bunlar şu an için bilinmiyor.
Geçmiş yıllarda da ambalajlı sular konusunda pek çok tartışmalar yaşanmıştı. Bisfenol-A riski, damacana sulardaki kirlilik ve tabii bu haberde olduğu gibi sulardaki ağır metaller, bu tartışmaların her zaman odağında oldu.
Hatırlarsınız, Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi adlı bir oluşum, 5 yıl kadar önce Ambalajlı İçme Suları Raporu yayınlamış, bu rapora dayanarak ambalajlı su markalarını listelemiş ve belli kriterlere göre içilebilirlik sıralaması yapmıştı. Bu listeyi güncellediklerini biliyorum.
2013 yılındaki o ilk raporlarında, Sağlık Bakanlığı’ndan ruhsatlı 107 su markasının standart dışı olduğu iddiasını gündeme getirmişlerdi. İncelenen su markalarında yaklaşık 30 çeşit kimyasal kirleticiye rastlandığı da raporda vurgulanmıştı.
Bu tespitler, gözden kaçırdığımız başka hususları hatırlatması bakımından da kayda değer… Nedir gözden kaçan? Aslında temel kirlilik kaynağının ‘doğal su kaynaklarının kendisi olduğu’ riski. Şu soru aklımızı kurcalıyor; acaba doğal su kaynaklarımızın kirlilik açısından durumu ne? Çünkü raporda şu önemli not da düşülmüş; “Sudaki kirliliğin çoğu kimyasal kaynaklı. Sanayi atıkları, tarımsal ilaç atıkları, petrol su kimyasında önemli değişiklikler yapmaktadır Ayrıca doğal sular, mineral, cevher ve kayaçlarda etkileşim yoluyla ayrışmalara ve bu şekilde metallerin suya karışmasına sebep olabilirler. İçme suları da bu kaynaklardan temin edildiğinden kimyasal bileşimleri sürekli değişir.”
Öte yandan, gerek Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi’nin meşhur raporunu yayınlandığı günlerde de gerekse benzeri tartışmaların kamuoyunda alevlendiği başka zamanlarda da yetkililerden hep bugünkü gibi aynı minval üzere açıklamalar geldi: “Denetliyoruz, güvenle içebilirsiniz.”
Ambalajlı su üreticilerine gelince; onlar da ne zaman bu konular gündeme gelse hep aynı dili kullandılar: “sözde iddialara… sözde raporlara… itibar etmeyin.”
Şimdi merakla bekliyorum; acaba bu dört akademisyenin hazırladığı rapora da ‘sözde rapor’ ya da “sözde iddialar” denilecek mi?
Sözün özü şu;
Tüketici, musluk suyu yerine daha güvenli olduğunu düşündüğü pet şişe ya da damacana suları daha fazla para ödeyerek satın alıyor. Daha sağlıklı olduğu düşüncesiyle o gözünden sakındığı çocuğunun beslenme çantasına koyuyor. Tek gerekçesi ise doğal ve sağlıklı olması.
Ama bir bakıyorsunuz, aslında güvenli diye içtiğimiz ambalajlı suların, en azından bir bölümü, aslında öyle değilmiş. Ya nasılmış? Rapora dönelim; “Sularda As, Pb, Mn, Cd, Cu, Hg Cr gibi ağır metallerin bulunması ciltte incelme, böbrek hasarı, karaciğer sirozu, sinir sisteminde ileti bozuklukları” gibi sorunlara yol açabiliyormuş.
Sonuçta; bir taraf, “ben araştırdım, aman dikkat!” diyor, ambalajlı su sanayicisi “ben denetleniyorum, yok böyle bir şey, içebilirsin” diyor, bakanlık ise “ben denetliyorum, rahatlıkla için” diyor.
Bu durum gıdanın her alanında yaşanabiliyor. – “Efendim, gıdada bilgi kirliliği var!” denilebilir. Tamam, bunu ben de kabul ediyorum! Diyelim ki geçen hafta ortaya çıkan hileli-boyalı kıyma haberi aynen böyle… Vatandaş almış kıymayı suya bandırmış, ‘bunda boya var’ diye iddia ediyor. ‘Sen bilim insanı değilsin ki ne anlarsın’, denilebilir.
Peki, bu habere konu olan araştırmayı yapanlar? Onlar akademisyen. Almışlar 43 numuneyi, incelemişler ve ortaya bir sonuç koymuşlar. Üstelik rahatsız edici sonuçlar. Sağlımızı direkt ilgilendiren sonuçlar. Bu durumda, bu araştırmaları yapanların da bilgi kirliliği yarattığını söyleyebilir misiniz? Evet, diyorsanız…
E buyurun o zaman, rahatlıkla için!