Metabolik sendrom (MetS), insülin direnci temelinde abdominal obezite (bel çevresinin artması), kan basıncı yüksekliği, kan yağlarında bozukluk ve kan şekeri yüksekliği gibi bilinen metabolik risk faktörlerinin topluluğudur. İnsülin direnci ile beraber tip 2 diyabet, hipertansiyon, alkolik olmayan karaciğer yağlanması, polikistik over sendromu, uyku-apne sendromu, ürik asit yüksekliği, idrarda protein görülmesi eşlik edebilen diğer bulgulardır.
Abdominal obezite, hareketsiz yaşam tarzı ve genetik faktörler, insülin direncinin başlamasına ve gelişimine katkıda bulunurlar.
Obezite görülme sıklığı, erişkinlerde olduğu gibi çocuk ve adölesanlarda da giderek artmaktadır. Bu durum, obeziteye bağlı komplikasyonların daha sık ve daha erken yaşlarda görülmesine yol açmaktadır. Çocuklarda son yıllarda Metabolik Sendrom görülme sıklığının, obezite sıklığına paralel olarak arttığı bildirilmektedir. Ülkemizin geleceği olan çocuklarımız için bu durumun büyük risk oluşturduğu söylenebilir.
Çocukluktan itibaren şişman olan kişilerde yağ hücrelerinin sayısında artış vardır. Erişkin dönemde ortaya çıkan şişmanlıkta ise yağ hücrelerinin büyüklüğü artmıştır ve yağlanma daha çok bedenin üst kısmındadır (abdominal obezite). Böyle kişiler en başta insülin direnci olmak üzere oluşabilecek komplikasyonlara daha yatkındır.
“Metabolik obez” ne demektir?
Beden kütle indeksine (vücut ağırlığının kg cinsinden, boy uzunluğunun karesine, metre cinsinden, bölünmesiyle bulunan değerdir) (kg/m2) göre vücut ölçüleri normal sınırlar içinde olsa dahi, yaşına göre vücudunda fazla miktarda yağ bulunan kişilere “metabolik obez” denilmektedir.
Metabolik Sendrom tanısı nasıl konulmaktadır?
Türkiye Endokrinoloji Metabolizma Derneği ve Metabolik Sendrom Çalışma Grubunun önerdiği Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri’ne göre; aşağıdaki kriterlerden en az birinin bulunması:
- Diabetes mellitus veya
- Bozulmuş glikoz toleransı veya
- İnsülin direnci ve
Aşağıdaki kriterlerden en az ikisinin bulunması:
- Hipertansiyon (kan basıncının 130/85 mmHg’nın üzerinde olması veya antihipertansif ilaç kullanıyor olmak)
- Kan yağları düzeyinde bozukluk (Trigliserid düzeyinin 150 mg/dL’nin üzerinde olması veya yüksek dansiteli lipoprotein kolesterol (HDL-K – iyi kolesterol) düzeyinin erkekte 40 mg/dL, kadınlarda 50 mg/dL’nin altında olması)
- Abdominal obezite (Beden Kütle İndeksi’nin 30 kg/m2 veya bel çevresinin erkeklerde 94 cm, kadınlarda 80 cm’nin üzerinde olması)
Metabolik sendromun tedavisinde temel yaklaşım vücut ağırlığının azaltılması, fiziksel aktivitenin artırılması ve yaşam biçiminin değiştirilmesidir.
Metabolik Sendrom’da Beslenme Tedavisinin Önemi
Metabolik Sendromun temel bozukluğu insülin direncidir. İnsülin direncine yönelik beslenme önlemleri diğer Metabolik Sendrom bileşenleri için de faydalı olmaktadır. Bu nedenle ilk önlem; diyetteki karbonhidrat miktarını ve doymuş yağ (hayvansal kaynaklı yağ ve margarin) oranını azaltmak, diyetin posa içeriğini (meyve ve sebze tüketimini) artırmak olmalıdır. Diyette düşük glisemik indeks ve glisemik yük içeren karbonhidrat kaynaklarının tüketilmesi ana yaklaşımdır. Karbonhidrat-yağ-protein arasında bir denge oluşturularak önerilen bu tür dengelenmiş beslenme biçimi obezitenin azalmasına ve de insülin direncinin kontrol altında tutulmasına yardımcı olmaktadır.
Temel Hedefler
- Vücut ağırlık kaybının sağlanması: Vücut ağırlık kaybının sağlanması, Metabolik Sendrom ve abdominal obezitesi olan kişilerde tedavinin ilk hedefidir. Vücut ağırlık kaybı, şişmanlığa bağlı komplikasyonları azaltarak, sağlığın korunması ve yaşam süresi ile ilgili beklentileri artırmaktadır.
- Diyet Enerjisi: Kişinin günlük enerji alımı, haftada 0.5-1.0 kg ağırlık kaybını sağlayacak şekilde azaltılmalıdır. Diyet enerjisinin azaltılmasının yanı sıra günlük en az 30 dakika süre ile orta düzeyde fiziksel aktivite uygulanması da önerilmektedir.
- Protein: Günlük enerjinin yaklaşık olarak %15-20’si proteinlerden sağlanmalı ve daha çok kaliteli protein kaynaklarının tüketilmesi önerilmelidir. Proteinli besinler, tokluk hissi vermeleri nedeniyle ağırlık kaybı süresince etkilidirler.
- Yağ: Günlük enerjinin yaklaşık %25-30’u yağlardan sağlanmalıdır. Yağlı besinler de, proteinli besinler gibi tokluk hissi verirler. Ayrıca, yağda eriyen vitaminlerin (A,D,E,K vitaminleri) vücutta kullanımını sağlamak için diyetin yağ miktarı fazla azaltılmamalıdır.
- Karbonhidrat: Günlük alınan enerjinin %50-60’ı karbonhidratlardan sağlanmalıdır. Metabolik sendrom ve trigliserit yüksekliği olan bireylerde karbonhidrat alımı %50’yi geçmemelidir. Çay şekeri gibi basit karbonhidratların tüketimi azaltılmalı; tam tahıllar ve kurubaklagiller gibi besinlerde bulunan kompleks karbonhidratların tüketimi artırılmalıdır.
- Vitaminler ve mineraller: Zayıflama diyetlerinde çok düşük enerjili diyetler uygulanmadıkça, vitamin-mineral yetersizliklerine rastlanılmaz. Ancak çok düşük enerjili diyetlerde, özellikle B grubu vitaminler, demir ve kalsiyum yönünden yetersizlikler oluşabilir. Bu durumda, hekim kontrolünde diyete vitamin-mineral takviyesinin yapılması gerekebilir.
- Posa: Metabolik Sendrom tedavisinde günlük 25-30 g posa alımı önerilmektedir. Sebze ve meyveler, kurubaklagiller, kepekli un ve kepekli ürünler önerilen doğal posa kaynaklarıdır ve içerdikleri posa türü nedeniyle de kan lipitlerinin düşürülmesinde ve kan glikozunun düzenlenmesinde önemli işlevleri vardır.
- Sıvı: Günlük en az 2-3 litre sıvı tüketilmelidir. Özellikle her öğünde yemeğe başlamadan önce ve öğün aralarında alınması önerilmektedir.
- Tuz: Kalp yetmezliği veya diğer nedenlerle ödem ve hipertansiyonu bulunan kişilerde tuz kısıtlanmalıdır (önerilen: günlük 5 g’ın altı).
- Öğün sayısı ve düzeni: Günlük beslenme programı 4-6 öğün olacak şekilde planlanmalıdır. Sık aralıklarla beslenme, gereğinden fazla yemeyi önler, acıkmayı geciktirir ve bir sonraki öğünde besin alımını azaltır.
- Glisemik İndeks ve Glisemik Yük: Metabolik Sendrom tedavisinde yararlı olabilecek diyet önerilerinden bir tanesi de besinlerin glisemik indeks ve glisemik yük değerlerine göre planlanmasıdır. Bütün karbonhidratlar, kan glikozu üzerinde aynı etkiyi göstermezler. Her besinin kan glikozunu yükseltme etkileri farklıdır. Birçok çalışmaya göre, glisemik indeksi düşük besinleri tüketen kişilerin, yüksek glisemik indeks içeren besinleri tüketenlere göre daha fazla ağırlık ve yağ dokusundan kaybettikleri gösterilmektedir. Glisemik kontrolün sağlanması aynı zamanda, HbA1C (kan şekerinin 2-3 aylık izlemi) düzeylerinde %7 oranında düşüşe ve kardiyovasküler olayların oluşumunun azalmasına yardımcı olmaktadır.
Metabolik sendromun uyku apnesiyle ilişkisi de vurgulansa iyi olurdu