Hükümetimiz tarafından açıklanan tarım ve hayvancılığımızın kurtuluş reçetelerini -açıklanma hızlarına yetişebildiğim kadarıyla- irdelemeye devam ediyorum. Bir yandan da bu kadar çok ve farklı reçetenin yazıldığı hastalığın ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Korkarım, bu gidişle hastayı hastalık değil, ilaçlar öldürecek.
Ucuz ithal et satışı, ithal hayvan dağıtımı, örnek köy, yeni Hal Kanunu’ndan sonra bu hafta sıra Tarım ve Hayvancılık Ürünleri İhtisas Borsaları ve Lisanslı Depoculukta.
Ürün ihtisas borsaları ve lisanslı depoculuğun, diğer reçetelerden çok önemli bir farkı var:
Diğerleri; mera ıslahı, arazilerin toplulaştırılması, türlü destekler, hastalıklarla mücadele gibi tedbirler de dâhil, doğrudan tarım ve hayvancılık üretiminin nitelik ve nicelik olarak iyileştirilmesine yönelik, kimi zaman zaman veya sürekli uygulanması gereken kimi vazgeçilebilecek tedbirler iken ürün ihtisas borsaları ve lisanslı depoculuk, “ürünlerin ticaretini kökten değiştiren bir sistemi” ifade ediyor. Bu özelliğiyle de doğrudan üretime devam edilmesine veya üretmekten vazgeçilmesine sebep olacak bir etkiye sahip.
Detaylara geçeyim.
Beklentiler (Amaçlar)
Ürün ticaretinin ihtisas borsaları marifetiyle yürütülmesi, gelişmiş ülkelerin uzun zamandır uyguladığı bir sistem. İhtisas borsaları, uluslararası ticaretin de çok önemli bir parçası.
Bizde de çeşitli tahıllar, fındık, canlı hayvan ve et gibi bazı ürünlerin ticareti ürün ihtisas borsaları marifetiyle de yapılıyor fakat ihtisas borsaları yaygın değil ve buralarda oluşan fiyatların gerek yerelde gerekse ülke çapında oluşan fiyatlara etkisi sınırlı.
Durum böyle olmakla birlikte, ihtisas borsalarının yaygınlaştırılması için -açıklandığı şekliyle- çalışmalar bütün hızıyla devam ediyor.
Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi (Gıda Komitesi) başkanlığını da yürüten Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, ihtisas borsalarının, dönemsel olarak ortaya çıkan fiyat dalgalanmalarının önüne geçeceğini, borsanın, tarla ile piyasa fiyatı arasındaki dengesizlikleri gidereceğini söylüyor.
Şimşek’e göre, borsaların faaliyete geçmesiyle birlikte elektronik ürün senedi ile bağlantılı olarak işleyecek depolama yapısı sayesinde arzın bol olduğu dönemlerde, ürünlerin aracılar tarafından sağlıksız şekilde depolanıp, tüketicilere yüksek fiyattan satılması önlenmiş olacak. Piyasada rekabetçi ortamda gerçekleşecek sağlıklı fiyat oluşumu sayesinde fiyatlardaki dalgalanmalar asgariye indirilmiş olacak. Böylece Gıda Komitesi hedeflerine de katkı sağlanacak. Diğer taraftan hasat dönemlerinde tarım ürünlerindeki arz yığılması nedeniyle oluşan fiyat düşüşleri önlenecek ve piyasanın fiyat istikrarı içerisinde dengelenmesi sağlanacak. Üreticiler, ürünlerini yakın çevrelerindeki sınırlı sayıdaki tüccara satmak zorunda kalmayacaklarından, çok sayıda alıcının oluşturacağı rekabetten yararlanabilecekler. Özellikle finansman sıkıntısı çeken küçük çaplı üreticiler, lisanslı depolara verdikleri ürünleri karşılığında aldıkları ürün senetlerini teminat göstererek bankalardan kredi ve finansman imkanı sağlayarak maliyetlerini düşürebilecekler.
Tabii bu söylenilenlerin gerçekleşebilmesi için gerekli şartların sağlanması gerekiyor.
Sorunlar ise işte bu şartlar kısmında başlıyor.
İhtisas borsaları ve özel depoculuk
Bakan Şimşek’in açıklamalarının içindeki “…depolama yapısı sayesinde…” ifadesine dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Gerçekten de ürünleri ileride değerlendirmek üzere depolarda saklamadan ürün ihtisas borsalarından beklenen sonucu elde etmek mümkün değil.
İhtisas borsalarının aksine depoculuğun Türkiye’deki geçmişi hayli eski.
Türkiye’de depoculuk, 1932’de Ziraat Bankasının “buğday” alımı için görevlendirilmesiyle gündeme gelmiş. Hemen ardından (1933) silo ve ambar gibi hububat muhafaza tesisleri kurma görevi eklenmiş. Ziraat Bankası, çoğunluğu İç Anadolu’da olmak üzere kurduğu merkezler vasıtasıyla hemen alımlara başlamış. Amaç, I. Dünya Savaşı sonrasında buğday üretiminde ve buğday stoklarında görülen artış karşısında üreticiyi korumak.
1938’de iktisadi devlet teşekkülü niteliğindeki Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) kurulmuş ve görev ona devredilmiş. TMO, 80 yıldır depoculuk yapıyor ve dolayısıyla “Türkiye’de depoculuk” denilince aklımıza TMO geliyor.
Mehmet Şimşek’in bahsettiği ise özel sektörün işleteceği lisanlı depolar. Açıklandığı kadarıyla özel sektör depoları kullanılmaya başlandığında TMO sadece denetleme görevi üstlenecek.
Borsa kurmak zor iş değil. Bugün olduğu gibi etkisi az da olsa sistemin bir parçası olarak işlevini devam ettirebilir. Özel depoculukta ise durum farklı. Ürün ihtisas borsaları ile varılmak istenen hedeflere ulaşılabilmesi, öncelikle yeterli sayı ve donanımda depo kurulmasına bağlı.
Tarım Ürünlerinde Lisanslı Depoculuk Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarih 10 Şubat 2005. Aradan 13 sene geçmiş ama özel sektörün kurduğu depo sayısı -hedefle karşılaştırıldığında ve etkileri incelendiğinde- sıfır. TMO’nun hazırdaki depolarının bir kısmının Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile ortaklaşa kurulan şirkete (LİDAŞ) devredilmesini saymıyorum elbette. Ayrıca TOBB’un bu işe gönüllü olarak girdiğini de düşünmüyorum. En iyimser sebep, üyelerine örnek olmak istemesi olabilir.
Özel sektör, devlet desteklerine rağmen, bunca yıldır lisanslı depoculuğa niçin ilgi göstermiyor?
Sorunun basit bir cevabı var: Çünkü kâr edemeyeceğini hatta zarar edeceğini hesaplıyor.
Ticareti kökten değiştiren bir sistem
Asıl ögeleri Ürün İhtisas Borsaları ve Lisanslı Depoculuk olan yeni sistemin en önemli özelliği, tarım ve hayvancılık ürünlerinin ticaretini kökten değiştiren bir sistem olması.
Bu sistemle birlikte artık devletin ürün alımı yapmaması, taban fiyat ilan etmemesi, ürün fiyatları ile standartlarının serbest piyasa şartlarında oluşması gerekiyor.
Ayrıca devletin doğrudan ticaretin dışında kalması, sadece denetim görevini üstlenmesi, bunu da idari ve mali özerkliği olan kurumlar eliyle yapması gerekiyor.
Sorular
Atfedilen büyük önem ve beklentiler istikametinde, Ürün İhtisas Borsaları ve Lisanslı Depoculuk Sistemi’nin piyasaya bütünüyle hakim olması mümkün mü?
Gerekleri yerine getirilirse ve serbest piyasa kurallarının işlemesine müsaade edilirse “evet”.
Umutlu muyum? Hayır.
Niçin umutsuzum? Çünkü büyük hedefler koyup, gereğini yerine getirmediğimiz halde büyük umutlar beslemek, başarısız olduğumuzda da başkalarını suçlamak bizde bir hayat tarzı haline geldi. En baştan plansız hareket etmemiz bir yana, artık başarısızlıklarımızın sebeplerini bile sorgulamaz olduk. Sorgulasaydık, aynı hataları tekrarlayıp durmazdık.
Ruh halimizle ilgili böyle olumsuz bir değerlendirme yaptığıma göre ilk sorumu da bu istikamette sorayım:
Sistemin, tarım ve hayvancılık ürünleri ticaretini, dolayısıyla üretimini, hedefler dâhilinde yönlendirecek şekilde piyasaya hâkim olması ile ilgili ilan edilmiş nihai bir tarih var mı? Yok. Dolayısıyla gerçek anlamda yapılmış bir yol haritası ve bütçe de yok.
Lisanslı depoların kurulum ve işletme maliyetleri ile üreticilerin depoya koyduğu ürünlerin sigorta giderleri için ne kadar bütçe ayrıldı ve destekler ne zamana kadar devam edecek?
İthal-yerli ürün maliyetleri arasındaki fark piyasaya ne şekilde yansıyacak? Bu yansımada borsaların rolü ne olacak?
Ürün ihtisas borsalarında fiyatlar serbest piyasa şartlarına göre mi belirlenecek? Taban ve tavan fiyat uygulaması olacak mı?
Devlet, lisanslı depoları ve borsası kurulan ürünlerin ticaretinden elini çekecek mi?
Fiyatlar borsada oluşması gerektiğine göre devlet, örneğin ucuz ithal veya yerli et satışından vazgeçecek mi?
Borsada oluşan fiyatlar ihracatı ne şekilde etkileyecek?
Yöneticilerimiz, denetleme göreviyle yetinecekler mi? Bu denetleme Rekabet Kurumu gibi mali ve idari özerkliğe sahip kurumlar eliyle mi yapılacak, yoksa bakanlıklar eliyle mi?
Bütün Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanları stokçulardan şikayet ettikleri halde onlara etkili veya etkisiz cezai bir yaptırım uygulayamadıklarına göre, desteklenen depoculuk yoluyla daha kolay stokçuluk yapılması nasıl önlenecek?
İhtisas borsalarının, nihai ürünün tüketiciye fahiş fiyatla satılmasının önlenmesinde nasıl bir etkisi olacak? Böyle bir etki mümkün mü?
Daha fazla kâr elde etmek amacıyla ürününü depolayan, aldığı senetleri de bankaya vererek nakde çeviren üretici, ertesi yıl fiyatlar beklediği seviyede gerçekleşmediğinde faiz ve depo borçlarının da eklendiği yeni bir yük altına girmeyecek mi? Böyle bir duruma karşı hangi tedbirler alındı?
Soruları arttırmak mümkün.
Görülen o ki noksansız, tavizsiz ve kararlı bir şekilde uygulanmadığı müddetçe beklenen faydaların sağlanamayacağı, hatta tarım ve hayvancılığımıza büyük zararlar verebilecek bir sistemden bahsediyoruz.
Bütün mesele, önce siyasetçilerimizin kendi teklif ettikleri yeni sistemi uygulama konusunda kararlı ve her akıllarına estiğinde müdahale edemeyecekleri bir sisteme gerçekten taraf olup olmadıkları.