Yeni Bakan, yeni ekip, yeni politikalar

0
2080
Ali Osman Mola
Ali Osman Mola / [email protected]

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, göreve gelir gelmez söyledikleri ve yaptıklarıyla “en aktif Bakan” unvanını hak ediyor. Öncelikle gıda sektörünün paydaşlarıyla toplantılar ve telefon görüşmeleri yaparak, Bakanlık dışındaki muhataplarını tanımaya çalıştı. Görüşmeler, aynı zamanda sektörün sorunları ile ilgili kendilerinden bilgi almak amacı taşıyorsa da ben, daha çok, dersine iyi çalışmış birinin kafasındakileri ve kararlılığını muhataplarına gösterme görüşmeleri olarak algıladım.

Bakanlık içinde müsteşar ve genel müdürler seviyesinde yaptığı değişiklikleri de aynı kapsamda değerlendiriyorum. Bu vesileyle kendilerine ve ekibine başarılar diliyorum.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının faaliyet alanı çok geniş. Başka hiçbir bakanlık, günlük hayatımızla bu Bakanlık kadar iç içe ve doğrudan ilişkili değil… Bu yüzden, Bakan Çelik’in, söyledikleri önemli. Bugün hem söylediklerini değerlendirelim hem de henüz söylemediklerini biz söyleyelim.

Devlet destekleri

Bakan Çelik’in ilk önemli beyanatı, desteklerle ilgiliydi; 53 kalem olan hayvancılık desteklerinin 5-6 kaleme indirileceğini ve çalışmaların devam ettiğini söyledi. Daha fazlasını bilmiyoruz.

Tarım ve hayvancılık sektörü, dünyanın bütün ülkeleri için öncelikli önemdedir ve devlet desteklerinden daima yüksek paylar alır. Burada dikkat edilmesi gereken, desteklerin, makul bir süre sonra sektörün kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak şekilde plânlanmasıdır. Aksi sürdürülebilir değildir. “Nasıl olsa devlet destekliyor.” algısı kesinlikle oluşmamalıdır.

Böyle bir uyarıda bulunma gereği hissettim çünkü Bakan Çelik’in açıklamalarından anlıyoruz ki 2014 yılında, Tarımsal GSYH 125 milyar liraya ulaşmış; 2016 yılında, gübre ve yemdeki KDV indirimi desteği ile birlikte tarımsal destekler 14 milyar lirayı bulacakmış. -Arada iki yıl fark olsa bile- GSYH ve destekler birlikte düşünüldüğünde, desteklerin GSYH’nin en az yüzde 10’una karşılık geldiği anlaşılıyor ki bu çok büyük bir miktar. Demek ki tarım ve hayvancılığımız desteklerle ayakta duruyor, destekler olmasa üretici neredeyse tek kuruş kâr etmeyecek, dolayısıyla üretmeyecek. Eğer durum buysa beklenmedik şartlarda, ülke olarak çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalabiliriz, demektir.

Kırmızı et ve ekmek

Kırmızı et, son ayların; ekmek ise son günlerin en önemli gündem maddesi. İkisinin fiyatından da şikâyetçiyiz. Sadece biz değil, Bakan Çelik de şikayetçi. Hatta öfkeli… “Spekülatörlere izin vermeyeceklerini” söyledi. Bildiğiniz gibi, ben, yetkili makamlarda bulunanların “spekülatörler yüzünden” mazeretlerini hiç hoş karşılamıyorum. “Madem vurguncular var, vur tepelerine.” diyenlerdenim ve bu tavrı da her şartta desteklerim.

Kırmızı et spekülatörlerine nasıl izin verilmeyecek? İthalat yaparak. İthalat miktarı ne kadar? Toplam 35 bin ton. Türkiye’de yıllık kırmızı et tüketimi 1 milyon tonun üzerinde. Bu miktarın içinde 35 bin tonun fiyatları ucuzlatmaya etkisi ne olabilir? Hiç. Zaten o da ev dışı tüketime gidiyor. Daha fazla ithal ederseniz de kendi üreticinizi vurursunuz. Yaşadık bunları… Demek ki ithalat, kısa vadeli çözüm için zaman zaman kullanılabilecek bir yol olmakla birlikte, umut bağlanacak kadar etkili bir yol değil.

Süt ve süt ürünleri

Bakan Çelik’in süt sektörü ile ilgili söylediklerini gönülden destekliyorum: Sözleşmeli üretim, süt tozunun depolanması ve ihracatın artırılması. Fiyatta istikrar ve sürdürülebilir üretimle bu üç konu birbirine sıkı sıkıya bağlı.  Son ikisi için devlet desteği gerekiyorsa da -ki destekleneceği söylendi- ihracatın artmasında etkili olacak “yeni, geleneksel ve katma değerli” ürünler sanayicimizin sorumluluğunda.

Yeri gelmişken yakın coğrafyamızdaki savaş ve sorunlar nedeniyle süt ürünleri ihracatındaki yüzde 23’lük, süt tozu ihracatındaki yüzde 80’lik düşüşe de değinelim. Yaklaşık 50 milyon dolara karşılık gelen bu kayba, sektörün büyüklüğü dikkate alındığında şimdilik katlanılabilir.

Aslında sütteki sorun çok daha büyük… Süt üretiminin sürekli artması (üretim rakamları doğruysa), iç tüketimin doyum noktasına yaklaşması ve devlet desteğine rağmen zaten az olan ihracatın, maliyetler sebebiyle üretime paralel artmayacağı gerçeği üzerinde çok daha ciddi olarak düşünülmeli. Bunları beş yıldır söylüyorum, söylemeye de devam edeceğim.

Süt sanayisinin büyümesi ise ayrı bir konu. Sanayici, tüketici güvenini sağlamaya yönelik adımlar atarak kayıt dışındaki yüzde 50 miktarı sanayiye yönlendirmeli ve yeni ürünlere ağırlık vermeli. Yoksa büyüyemez.

Yeni ürünlere bir örnek verip, süt konusunu geçelim: “Gazlı ayran” fikri yıllardır gündemde olmasına rağmen hiçbir gelişme yok. Oysa yurt dışı pazarlarda da tutabilecek inovatif bir ürün; üstelik hem milli hem de sağlıklı.

Mera, otlak, çayır ve yaylaklar

Hayvancılık politikalarımız içinde öyle bir konu var ki “kanayan yara” olarak gündemdeki yerini hep koruyor: Mera, yaylak ve kışlak alanları ile umuma ait çayır ve otlakların gün geçtikçe kalitesizleşmesi ve hayvan üretim alanı olma vasfını kaybediyor olması.

Ardı ardına çıkarılan yönetmelikler, konunun daha da karmaşık hale gelmesine sebep oldu. Alanların bir kısmı “kentsel dönüşüm proje alanı” olarak ilan edildi. Orman, mera, yaylak ve kışlak, çayır ve otlaklarımız ile tarım alanlarımıza bina yapmayı çok seviyoruz! Kimileri bunu elindeki -kapı gibi- yönetmeliklere dayanarak yapıyor, kimileri boş bulduğu yaylaları babasının malı sanıyor! Piknik ve şenlik alanlarına dönüştürülmelerini saymıyorum bile. Bakanlığın yaptığı ise “halkımızı bilinçlendirmek için”, kamu spotu yayınlamaktan ibaret.

Bütün bu olan bitenler içinde tek desteklediğim karar, “Meralarda kiralanacak alanda hayvancılık için gerekli bakım, barınma ve su ihtiyaçlarını karşılayacak zorunlu hayvancılık tesisleri kurulabilecek. Bu tesislerin taban alanı, kiralanacak alanın yüzölçümünün yüzde 1’ini geçemeyecek. Bakanlar Kurulu, bu oranı bir katına kadar artırmaya yetkili olacak.” kararıdır ki, üretime açılmalarının tek yolu bu gibi görünüyor. Büyük kısmına ev, fabrika, yazlık yapılacağına, bırakın hayvancılık yapılabilmesi için gerekli tesisler kurulsun; bırakın, arada sırada da olsa ucuz ve doğala en yakın et ve sütle beslenebilmemizin tek yolu da kapanmasın.

Yine de olmazsa olmaz bir ön şartım var: Bu alanların kadim kullanıcıları, hayvan yetiştirmek için kullanmak isterlerse muhtarlıklarla anlaşmalar yapılarak, öncelik bedelsiz olarak onlara verilsin.

Tarım arazilerinin toplulaştırılması

 “Tarım Arazilerinin Toplulaştırılması” ile ilgili Kanun’un -nihayet- 2014 yılında çıkarılmış olması çok çok önemli… Zaman içinde, araziler miras yoluyla bölüne bölüne o kadar küçülmüş ki sahipleri buralarda tarım ve hayvancılık yapmaya çalışsa bile geçimlerini sağlamaları mümkün değil. Böyle olunca da şehre plansız göçler başlıyor. Göçlerin sosyal dokuya etkileri, yaşanan dramlar yazımızın konusu değil fakat sebeplerin başında bu bölünme var. Köyler boş; dolayısıyla yaylaklar boş, topraklar ekilmiyor. Rakamları, kanunun çıktığı gün bir önceki Bakan Mehdi Eker vermişti: Ortalama tarım işletmesi büyüklüğü İngiltere’de 53,8, Fransa’da 52,1, Almanya’da 45,7, İspanya’da 23,8, Türkiye’de ise 5,9 hektar.

“Türkiye Tarım Havzaları Üretim ve Destekleme Modeli” de yapısal sorunların çözümü yolunda atılmış en önemli adımlardan biri. Takip edebildiğim kadarıyla çalışmalar umut veriyor.

“Tarım Arazilerinin Toplulaştırılması” ve “Türkiye Tarım Havzaları Üretim ve Destekleme Modeli” çalışmalarını desteklemek boynumuzun borcu.

Diğer beklenti ve önerilerim

Son olarak, önemli bulduğum birkaç konuyu daha başlıklar halinde kısaca dikkatinize sunmak istiyorum:

Girdilerde yerli üretim arttırılmalı, ıslah çalışmalarıyla coğrafyamıza uygun verimli hayvan ve bitki türleri geliştirilmeli, üretici-sanayici iş birliği sağlanmalı (sözleşmeli-entegre üretim), üretici birliklerinin görevlerini yapıp yapmadıkları ciddi olarak sorgulanmalı, organik üretim desteklenmeye devam edilmeli, hayvan varlığımızdan başlamak üzere veriler dikkatle güncellenmeli ve çeşitlendirilmeli, hayvan hastalıkları ile mücadelede serbest dolaşımdaki kontroller sıkılaştırılmalı, taklit ve tağşişte ısrar edenlere çok ağır yaptırımlar uygulanmalı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz