Yöneticilerimiz yıllardır tarıma (ve hayvancılığa) ne büyük destekler verdiklerini anlattılar. Her yıl artan destek miktarları, gerçekten de küçümsenmeyecek büyüklükteydi. Bunu takdir etmekle birlikte, onların her övünmesinden sonra, eleştirmekten ve uyarmaktan geri durmadık.
Artan destekleri takdir ettiğimiz halde neden eleştiriyor, uyarmak ihtiyacı hissediyorduk? Yanlış olan neydi?
Yerliliği öldürdük
Destekler sayesinde büyüyorduk evet ama sadece miktar olarak büyüyor ve bunu dışa bağımlılığı artırarak yapıyorduk. Kalitede belirgin bir düzelme yoktu. Yerlilik ve sürdürülebilirlikte ise tersine bir sürece girmiştik ama yönetenlerimiz böyle düşünmüyordu.
Belki ilk başlarda, örneğin damızlık ihtiyacımız vardı ve bunu dışarıdan karşılamalıydık, belki yerli ürün, girdi ve yöntemlerimizi geliştirinceye kadar tohumu da gübreyi de ilacı da ithal etmek zorundaydık fakat biz bunları, dövizdeki bolluğa ve ithalat maliyetlerinin ucuzluğuna aldanarak, geleceği düşünmeden, kolaycı bir yaklaşımla “sürekli” hale getirdik.
Bu politikanın “yerliliği” öldüreceğini düşünmedik. “Gün gelir döviz değer kazanır, TL değer kaybederse…” ihtimalini ise hiç mi hiç hesaba katmadık.
Aslında TL tam da bu sebeple değer kaybediyordu. Yerli üretim oranını arttırabilseydik, bırakın dövizin olumsuz etki etmesini, olumlu bile etki ederdi. Suçlu döviz değil yani…
Boşa geçirilen yıllardan sonra ve harcanan onca kaynağa rağmen, nihayet mızrak çuvala sığmadı: Tarım sektörünün toplam katma değerinin geçen yılın 3. çeyreğine göre yüzde 7,7 gerilediği TÜİK verilerine yansıdı.
Sil baştan…
Şimdi kim bilir kaçıncısı ilan edilen -yeni- “Milli Tarım Projesi”nden anlıyoruz ki “sil baştan” yapacağız. Zaten gelinen noktada başka çare de yok.
Umarım bu defa yerlileşmeyi sağlayacak kalıcı tedbirler alınır.
Sağlıklı ve sürdürülebilir büyüme ancak böylece sağlanabilir.
“Umarım” diyorum çünkü henüz söz aşamasındayız, uygulamada ne yaptıklarını bilmiyoruz. Niçin bilmiyoruz, onu da bilmiyoruz!..
Örneğin arada sırada küçük çiftçiye şaşalı hayvan dağıtım toplantıları yapılıyor ama şöyle bir istatistik yayımlanmıyor:
“Şu şehre, şu kadar, şu cins süt hayvanı dağıttık.” (Buraya kadarını biliyoruz.) “Bu hayvanların günlük süt verimi şu kadardı, şu kadar süre takip ettik ve süt veriminde düşüş yok.”
Düşüş de olabilir. O zaman “Düşüş var.” dersiniz ve sebeplerini açıklarsınız, buradan alınan dersleri ve tedbirleri açıklarsınız vs. Böyle somut bir bilgi paylaşımı var mı? Ben ulaşamadım. Umarım TÜİK hesaplamalarında böyle bir durumu dikkate alıyordur.
Başka bir örnek: Yerliliği sorgularken “birlik ve kooperatifleri” de sorguladık. Aslında yöneticilerimiz de sorguluyor, “Düzene sokulacaklarını, daha etkin hale getirileceklerini…” söylüyorlar. Sonuç: Yine lafta kalıyor.
Diğer bir örnek: Son 13 yılda tarım yapılabilir olmaktan çıkmış toprak miktarı, tarım yapılabilir topraklarımızın yaklaşık yüzde 10’una karşılık geliyor. “Koruyacağız.” diyenler, daha önce niçin korumadıklarını da açıklamak zorunda değil mi? Açıklamıyorlarsa tekrar niye güvenelim?
Çayır ve meralarımızın durumunu da defalarca sorguladık. TÜİK listelerinde 2001’den beri aynı rakam var: 14 milyon 617 bin hektar. Diyelim ki alan olarak muhafaza edebildik, kalite olarak muhafaza edebildik mi? Ne kadarını kullanıyoruz? Verimli kullanıyor muyuz? Küçükbaş ve büyükbaş hayvancılıkta kullanılma oranları ne kadardır? Verimli/verimsiz kullanılan yerlerde süt-et verimi ve kalitesi ile maliyetlere etkisi nedir? Bu soruların cevaplarını biliyor muyuz?
Yayla şenlikleri olmasa, neredeyse yaylalarımızın adlarını unutacağız. O şenlikler de üretim şenlikleri değil, bildiğimiz turistik seyahat. İnsanlar yılın belli bir gününde biniyorlar arabalarına, çıkıyorlar yaylaya; akşama kadar piknik yapıp yöresel oyunlar oynuyorlar. Çoğunlukla ertesi gün arkada kalan, doğaya bırakılmış poşetler, gazete kağıtları, pet ve cam şişeler… İzinsiz sayfiye evleriyle çoktan yaylalıktan çıkmış olanları saymıyorum bile ama var mı bu izinsiz evlerle ilgili bir uygulama?
Ve hayvancılıkta can kayıpları…
Bu konu o kadar canımı sıkıyor ki bazen maksadımı aşan cümleler kurarım diye korkuyorum. Buzağı, kuzu ve oğlak kayıplarında karşımıza çıkan manzara korkunç: Milyonlarcasını daha doğmadan ve doğduktan kısa süre sonra kaybediyoruz. Evet, yanlış okumadınız: Milyonlarca yavruyu, kan yakınlığı olan koç kullandığımız, anaçların ve doğumdan sonra yavruların bakımlarına özen göstermediğimiz, iyi beslemediğimiz ve hastalıklardan korumadığımız için kaybediyoruz. Sadece bu sorunu halletmek için yapılacak proje bile hayvancılığımızı ayakları üzerine kaldırmaya yeter. Peki, var mı böyle bütün ülkeyi içine alan kapsayıcı bir proje?
Tarım ürünlerimizde hasat, taşıma, işleme ve depolama sırasında meydana gelen kayıpları ayrıca yazacağım.
Uzatmayayım…
Bir yanda dışa bağımlı hale gelmiş tarım ve hayvancılık, diğer yanda alabildiğine bilgisizlik, verimsizlik, vurdumduymazlık, özensizlik…
Sonuç 7,7 küçülme.
Bu sonuca şaşıranlar var. Ben de onlara şaşırıyorum.
aydın ili nin ilk tesise dayalı süt hayvancılarından biriyim AKP iktidara geldiğinde 2500- 3000 litre civarında günlük süt üretimim vardı.Yakınlarını zengin etme sevdasıyla hayvancılığı kalkındıracağım ayağıyla sıfır faizli kredi ve tabii ithal düveler, devasa holding süt tesisleri gibi bünyemize uymayan saçmalıklar la özellikle ithalde yaptıkları servetlerle mutlu oldular.Bizim gibi gerçek üreticiler destekleneceğine sıfır faize atlayan avukat doktor textil ci dişçi kuşçu hepsi hayvancı yapıldı ve hepsi battı. Batarlarkende sektöre büyük zararlar verdiler ve ben de işletmemi kapattım.Besi danası yapalım dedik iç piyasadan dana topladık bu kez de sayın bakanımız yakınları ürdünlü hicazi gizli ortaklığı besi danası ithalatı yaptı, iç piyasadan hayvan alanlar büyük darbe yedi.Ne yapsın bu ÜRETİCİ.
Gömleğin birinci düğmesi yanlış iliklendimi gerisi hep kayar türk insanının tüketim yapısına batıda mantofon doğuda simmental ırkı uygundur bu etçi sütçü ırklar desteklenmeli hollstein-friesan gibi ırkı etçiliğe uygun olmayan süt ırkları na destek zaman içerisinde azaltılmalı kaldırılmalıdır.Kombine ırklardan alınan süt türkiye ihtiyacını fazlasıyla karşılar her yıl özellikle bahar aylarında yaşanan süt patlaması sıkıntı olmaktan çıkar.
Et sorununun tek kalıcı çözümü budur, sütte de istikrarın çözümü budur.Ama paylaşmayı asla sevmeyen süt ürünlerine dayalı SANAYİCİ bu çözümü beğenmez sürekli süt arzı fazlası olsun üreticileri köylüyü rahatça sömürelim isterler.
hüseyin selçuk