Tarım ve Gıda Zirvesinden Hatırımda Kalanlar 2 (Sektör konuşuyor.)

0
2408
Ali Osman Mola
Ali Osman Mola / [email protected]

Bloomberg HT’nin 22 Eylül’de düzenlediği Tarım ve Gıda Zirvesi’nin dördüncüsünde dile getirilen konular ile ilgili değerlendirmelerimi paylaşmaya devam ediyorum.

Önceki makalemde¹, kamu adına konuşan Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin konuşmasından örnekler vermiş ve değerlendirmiştim. Bu hafta tarımın kamu dışındaki paydaşlarının konuşmalarından örnekler sunacağım ve değerlendireceğim.

Filmin sonunu baştan söylemek gibi olacak ama çok önemli olduğunu düşündüğüm genel değerlendirmemi şimdiden yapacağım:

Yönetenlerimiz ile çiftçinin gündemi çok farklı. Böyle devam ettiği müddetçe tarımdaki sorunların ağırlaşarak devam edeceğine şüphe yok.

Gerçi yönetenlerimiz, tarımımızın ağır sorunları olduğunu düşünmüyorlar. Aksine ne kadar iyi durumda olduğumuzu ispatlamak için bir takım rakamlardan bahsedip duruyorlar. Takıntı hâline gelmiş bir “büyüklük” lafıdır gidiyor. Oysa önemli olan, yapılan faaliyetin sonucunda elde edilen refahtır. “Yönetenlerimiz ile çiftçinin gündemi çok farklı.” derken tam olarak bunu kastediyorum işte ve sorunların ağırlaşarak devam edeceğine şüphe yok. Sadece üreticiler için değil, tüketiciler için de yani hepimiz için…

Tarladan Sofraya Tarım Sektörüne Finansal Bakış

Bu başlık altındaki konuşmacı, Zirve’nin sponsoru olan İş Bankası’nın Genel Müdür Yardımcısı Şahismail Şimşek’ti.

Açıkladığı veriler önemli. Çoğunu biliyor olsak da tekrar etmekte fayda var:

“İstihdamın yüzde 20’den fazlası tarım sektörü ile ilgili bir alanda çalışıyor. GSYİH’nın yüzde 6-7’si, ihracatımızın yüzde 15’i tarım kaynaklı. Tarımsal ürünleri ham madde olarak kullanan endüstriler bunlara dâhil değil.”

“Nüfus olarak baktığımızda yaklaşık 4 milyon çiftçimiz olduğu biliniyor. Çiftçi Kayıt Sistemine (ÇKS) kayıtlı çiftçi sayısı ise TÜİK verilerine göre 2 milyon civarında. Destek almadığı için ya da farklı nedenlerle ÇKS’ye kayıtlı olmayanlar olabildiği gibi sadece hayvancılıkla iştigal eden işletmeler de bulunduğunu dikkate alırsak bu alanda 2 milyonu aşan sayıda tarımla iştigal eden bir kitle olduğunu söyleyebiliriz.”

İkinci paragraftaki anlatım karışık, daha anlaşılır ifade edebilirdi fakat şurası kesin ki tarım sektörünü bütün yönleriyle planlamamızı sağlayacak sistem olan ÇGS’deki veriler yeterli değil. Hem toprak tarımı hem de hayvancılık ile uğraşan çiftçilerimizin önemli bir kısmını sisteme dâhil edememişiz. Aynı durum Hayvan Kayıt Sistemi için de geçerli. Diğer bir söyleyişle büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayılarımızı tam olarak bilmiyoruz. İlan edilen tarım verilerinin doğruluğuna inanan bir Allah’ın kuluna da rastlamadım.

Şahismail Şimşek, tarımın finansmanı ile ilgili olarak da şu çarpıcı bilgileri verdi:

“2017’de 87 milyar lira olan sektörün nakdi kredileri, hâlihazırda 120 milyar liranın üzerine gelmiş durumda. Bu önemli gelişimde, hızla finansal okuryazarlığı artan, geleneksel finansman yöntemlerinden bankacılık sistemine doğru kayan ciddi bir nüfusun etkisi büyük.”

Şimşek’in, bir bankacı olarak finansman konusunu böyle ifade etmesi normal. Tarım sektörüne, kredi vererek destek oldukları doğrudur elbette ancak çiftçi tarafından bakınca gerçek, çiftçinin 2017’de 87 milyar TL olan borcunun, 2020’de 120 milyar TL’ye yükseldiğidir ki bahsi geçen rakam, verilen kredileri ifade ediyorsa faizleri de ekleyince çiftçinin borcunun çok daha yüksek olduğu aşikârdır. Bu çok hızlı ve yüksek borçlanmayı ise sektörün büyümesi ile izah etmek mümkün değildir ve sermaye sorunu yaşayan hiçbir sektördeki hiçbir işletme ayakta kalmayı başaramaz.

Şahismail Bey, ilginç bir konuyu daha gündeme getirdi. Dedi ki:

“Birçok kurumsal müşterimizin birikimlerini tarımdan yaptığını, birçoğunun ikinci, üçüncü gelirinin tarımdan olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tarım, ekonomileri üst segmentlere taşıyan kuluçka merkezi işlevi görüyor. Tarım, bu hâliyle bütün sektörlerimizle iç içe geçmiştir.”

Katılıyor olmakla birlikte, bahsettiği müşterilerin orta büyük ve büyük arazi sahipleri olduğunu düşünüyorum². Bunların avantajı, arazilerinin, hem makineleşmeye hem dijitalleşmeye hem ucuz girdi teminine hem sözleşmeli üretime hem standart üretime uygun büyüklükte olması. Dolayısıyla kâr elde etmeleri de mümkün oluyor. Bu değerlendirmem daha çok bitkisel tarım için, büyük et ve süt işletmelerini dışarıda tutuyorum çünkü oradaki sorunlar biraz daha farklı.

“İkinci ve üçüncü gelirlerin tarımdan elde edilmesi” ifadesinin küçük, orta küçük hatta orta büyüklükteki arazi sahipleri için karşılığına baktığımızda ise farklı bir durumla karşılaşıyoruz.

Küçük ve orta küçüklükteki araziler makineleşmeye uygun değil, orta büyüklükte olanların ise bir kısmı uygun. Yine büyüklüğe bağlı olarak ucuz girdi elde edilmesi imkânı yok veya sınırlı, sözleşmeli tarım ve standart üretim yapılamıyor.

Bu arazi sahipleri, asıl gelirlerini tarım dışındaki işlerden elde ettikleri için de ne toprakla ne bitkiyle ne de ürünle yeterince ilgilenmeyince hem toprak hem ürün kalitesi hem de verim düşüyor. Doğal olarak maliyet de yükseliyor.

Küçük, orta küçük ve orta büyüklükteki tarım arazilerimizin toplam tarım alanımız içindeki toplam miktarına baktığımda³ ise aslında dolaylı bir “kullanılmayan tarım arazisi” sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Dolayısıyla önemli miktarda ürün ve gelir kaybı ile karşı karşıyayız. Bu sebeple de küçük ve orta büyüklükteki arazilerin, genel tarım politikalarından ayrı olarak ele alınması gerektiği konusunda ısrar ediyorum. Hatta bu durumda, kentte ve kırsalda yaşayacak nüfusun planlanması da bir hayli kolaylaşacaktır.

Değişen Dünyada ve Türkiye’de Tarım ve Gıda Sektörü

Bu başlık altındaki konuşmacı Tekfen Tarımsal Sanayi Grubu Başkan Yardımcısı Hakan Göral’dı.

Önce dehşete düşmemizi gerektirecek veriler paylaştı:

“2050 yılında dünya nüfusu 9,5-10 milyara ulaşacak. Dünyamızın bu sayıda insanı barındıracak, besleyecek ekolojik kaynağı yok. Bu kadar insanı barındırmak için -şu andaki üretim ve tüketim süreçleri, beslenme alışkanlıkları devam ederse- 2-3 dünyaya denk bir kaynağa ihtiyacımız var. Bırakın ekstra ekolojik kaynak yaratmayı, dünyadaki doğal kaynaklar artmıyor, azalıyor. (…) 1960 yılında bir hektar arazi iki kişiyi doyururken 2025 yılında beş kişiyi doyurması gerekiyor ve her bir dakikada bir hektarlık tarım arazisi yok oluyor.”

Göral, sürdürülebilir olmayan tarım teknikleri ve tedarik zincirleri ile su havzalarının ve ormanların durumuna da dikkat çekti. Tarımın çok paydaşlı bir ekosistem olduğunu, sürdürülebilirlik için sosyal, ekonomik ve çevresel boyutların eşit olarak gözetilmesi gerektiğini söyledi.

Bu endişelerini ve sürdürülebilirlikle ilgili tespitlerini paylaşmayanımız yoktur herhalde.

Diğer cümlelerinden seçtiklerimi ise ardı ardına ekleyerek paylaşayım. Söylediklerinin her biri bu ülkenin devasa sorunlarının birer parçası. Hâlâ bunları küçümseyenler varsa ve hele bunlar karar mercilerindeyse vebali boyunlarınadır:

“Eğer biz tarımı sürdürülebilir yapmak istiyorsak çiftçinin kâr etmesi gerekiyor. Genç nüfusu tarıma özendirmemiz gerekiyor. Türkiye’de kullanılan suyun yüzde 75’i tarım sulamasında kullanılıyor ve bunun yüzde 70-75’i ‘vahşi sulama’ dediğimiz ‘verimsiz sulama’ ile yapılıyor. Türkiye’de arazi verimliliği hektar başına 155 dolar, AB ortalaması 1546 dolar. Türkiye’de hektar başına 107 kg gübre kullanılırken dünya ortalaması 138 kg, AB ortalaması 155 kg. Biz 17,7 milyar dolar ihracata sevinirken Konya’dan biraz daha büyük Hollanda’nın tarımsal ihracatı 100 milyar doları geçmiş durumda. 67 ülke Sürdürülebilir Tarım, Beslenme Sorunları, Gıda Kaybı ve İsrafı başlıkları altında incelenmiş. Türkiye 58. olmuş. En başarılı olduğumuz kategori Beslenme sorunlarında 33., en başarısız olduğumuz Gıda Kaybı ve İsrafı Kategorisinde 65’inciyiz.”

Ne yapmak lazım?

“Eğitim şart. Tarımın devamlı bir proses olduğunun farkına varılması, planlamanın önceliklendirilmesi ve çiftçinin ekonomik iniş çıkışlardan etkilenmeden ne ekeceği ve ektiği zaman ne kadar para kazanacağını bilmesi, teşvik ve telafi ödemelerinin buna göre yapılması, lisanslı depoculuğun yaygınlaştırılması lazım. İster sözleşmeli, ister kooperatifleşmeyle çiftçinin yalnız bırakılmaması lazım. Verim konusunun altını çiziyorum. Toprağın beslenmesi, bitkinin beslenmesi, bitkinin korunması, doğal mekanizasyon… Burada yapılması gereken çok şey var.”

Hakan Bey, toprağın içeriğinin, toprak ve üründeki değişimlerin ölçümlenmesinde teknoloji kullanımının önemine de değindi. Detaya girmeyeceğim ama tarım topraklarının büyük kısmını analiz edememiş bir ülke için -yönetenlerimizin yaptığı bütün havalı tanıtımlara rağmen- teknolojiden bu anlamda faydalanmanın şimdilik hayal olduğunu da söylemem gerekiyor. Şahsi fikrimdir elbette. İnşallah en azından büyük arazilerde ve büyük miktardaki üretimler için kısa sürede yaygınlaşır.

Gıda Tedarik Zincirinde Yeni Yaklaşımlar

Bu bölümün konuşmacısı, perakende sektöründen CarrefourSA Genel Müdürü Kutay Kartallıoğlu’ydu.

Kartallıoğlu’nun konuşmasındaki en önemli bölüm, marketlerin sözleşmeli tarım tercihiyle ilgili söyledikleriydi:

“Birçok market zinciri, doğrudan çiftçilerini belirleyerek bu çiftçilere, alım garantisi ile bazı ürünler ektiriyor ve bu ürünleri tamamen kendi  tedarik zinciri içinde ve kendi kalite kontrol elemanları eşliğinde satın alıyor. Dolayısıyla hem ürünlerin tazeliği ve aradaki nakliyelerin azalması suretiyle tazeliğiyle birlikte fiyatları cazip hâle getirilebiliyor aradaki aracıları çıkartarak.”

Sözleşmeli tarımı, ucuz girdiden gerekli bilgiye, ürün kaybının önlenmesinden sağlıklı gıda teminine, sürdürülebilirlikten öngörülebilirliğe kadar birçok faydası için ısrarla desteklediğimi okuyucularım bilir ki Kutay Bey de konuşmasının devamında bunlardan söz ediyor. Evet, sözleşmeleri tarımın, gıda enflasyonunun azaltılmasında da bir etkisinin olması gerekiyor fakat Kutay Bey’e ve bu şekilde çalışan bütün market zincirlerine sormak istiyorum:

Öyleyse market fiyatları niçin semt pazarı fiyatlarının üzerinde?

Evet, marketlerin işletme giderleri yüksek fakat pazarcılar da mallarını aracıdan yani hallerden alıyorlar ve markette satılan sebze ve meyvenin pazardakilerden çok daha kaliteli olduğunu söylemek de mümkün değil.

Tarımsal Üretim ve Pazarlamada Teknolojik Dönüşüm

Bu oturum konuşmacıları İş Bankası KOBİ ve İşletme Bankacılığı Satış Bölümü Birim Müdürü Kerem Akıner ve Tarla.io CEO’su Kerem Erikçi idi.

Tarımda teknolojik dönüşümden kasıt, tarımda dijital dönüşüm. Tarla.io, bu konuda İş Bankası ile anlaşmalı firma. Kerem Akıner, verimliliğin önemine dikkat çektikten sonra, “Bu bakış açısıyla dijital dönüşüm, inovasyon, girişim; esasen gübre gibi, ilaç gibi, tohum gibi, mazot gibi tarımsal üretimin bir parçası, bir girdisi.” diyor ki doğrudur.

Peki, bilgisayarlar ve cep telefonları üzerinden çiftçi hangi konularda bilgilendiriliyor?

Akıner, “Mobil uygulamamızla ilaçlama, gübreleme, sulama vs. tavsiyeleri veriyoruz. Günlük borsa fiyatlarını takip edebiliyorlar.” diyor.

Tabii bunların, çiftçinin arazisinin bulunduğu bölgeye, arazisine ve ürününe özel bilgiler olması gerekiyor.

Konunun uzmanı o olduğu için asıl Kerem Erikçi‘nin ne söyleyeceğini merak ediyorum:

“Dünyadaki teknoloji öyle bir noktaya geldi ki uydusundan sensörüne, meteoroloji istasyonundan web tabanlı veri kaynaklarına kadar çok fazla datayı elde edebiliyorsunuz ama asıl önemli olan, bu dataları biriktirip bir prosesten geçirip kurumların ve çiftçilerin ihtiyacı olan şekle dönüştürmek. Yaptığımız bu büyük networkü oluşturup insanların birbirinden haberdar olmasını sağlıyoruz. Bir çiftçi, üretime başlarken geçmiş 30 senede kendi tarlasına ne kadar yağmur yağdı ve bunun üzerinden ne kadar kuraklık koşulları birikti, bunu bazen biliyor bazen bilemiyor. Bazen notlarını almış, bazen atasından, dedesinden görmüş ama çoğu zaman bu haberi bilmiyor veya önümüzdeki günlerde ne kadar yağmur yağdı, bu yağmur sulamadan ne kadar tasarruf etmesini sağlayacak, mesela böyle bir bilgiye sahip değil ya da geçen seneki koşullarla bu seneki koşullar birbirine ne kadar benziyor. Geçen sene nem, sıcaklık biriktiği için ilaçlamayı erken zamanda yaptığını belki not etti, belki etmedi. Biz, bu tarz, hem tarladan alınan dataları hem radarlardan, uydulardan, web kaynağından alınan dataları belli bir formatta sunabiliyoruz.”

Doğrusunu söylemek gerekirse -verilen desteği önemsiz bulmamakla birlikte- bu açıklama beni tatmin etmedi. Bana göre, verilen bilgilerin uygulamadan önce değerlendirilmesi asıl önemli aşama. Bilgi bombardımanının, özellikle profesyonel ekipleri olmayan küçük çiftçilerde kafa karışıklığına ve yanlış uygulamalara yol açacağını düşünüyorum.

“Çiftçi, yanındaki tarlada ne yetiştirildiğini bilerek ekeceğinden vazgeçebiliyor. Başka ürüne yönelebiliyor.” cümlesi ise tam bir felaketti. Böyle iş olur mu!.. Böyle olacaksa eğer, havza modelini, ürün ve desteklerin planlamasını çöpe atmamız gerekir. Hem çiftçi yanındaki tarlalara ekilen ürünü niye ekmesin ki? Komşusu ekti diye fiyatlar mı düşecek? Böyle önemli bir konuyu, böyle basit cümlelerle sulandırmamak lazım.

Sürdürülebilir Tarım ve Gıda Güvenliğinin Yol Haritası

Bu oturumun konuşmacıları OYAK Tarım Hayvancılık Grubu Başkanı-HEKTAŞ Genel Müdürü Levent Ortakçıer ve Sütaş Yönetim Kurulu Üyesi Duygu Yılmaz’dı.

Levent Ortakçıer‘in, karşılaştırmalı konuşması, tarımımıza doğru yön verebilmek bakımından önemliydi:

“Türkiye’deki sorunlar ile dünyadaki sorunlar farklı. Dolayısıyla daha farklı alanlarda çalışmalar oluyor. Türkiye’de tarımda ciddi anlamda bir planlama problemi var. Türkiye’de tarımda ciddi anlamda bir tedarik zinciri problemi var. Çiftçilerimiz, ürettikleri ürünün kaderini bilmemekteler. Bugün ürettikleri ürünü yarın nasıl satacaklarını, ne kadar kazanacaklarını bilemiyorlar. Hâlbuki dünyaya baktığınızda, kuraklığa töleranslı bitkilerin, tohumların geliştirilmesi bugün gündemde. Tarladan sofraya tedarik zincirini veya blockchain dediğimiz teknolojinin ortaya konmasında ciddi çalışmalar yapılıyor. Bugün, otonom makineler koşuluyor dünyada. Bugün, otomatik robotlarla hasat konuşuluyor dünyada. Sadece robotlar değil, aynı zamanda, tarlayı mobil olarak izleme ve mobil olarak müdahale etme sistemleri kullanılmakta dünyada. Bugün dünyada özellikle kimyasal girdilerden biyolojik girdilere doğru bir akışın çalışmaları ve AR-GE’si yapılmakta.(…) Türkiye’de AR-GE çalışmaları yapılıyor ama çok küçük ölçekte yapılıyor. Ne yazık ki çiftçilere de aktarılamıyor. Çiftçiler bu çalışmaları tanımıyor, kullanamıyor.”

Ekleyeceğim bir şey yok ama doğru anlaşılsın diye “Türkiye’deki sorunlar ile dünyadaki sorunlar farklı.” cümlesinin, bizim hâla özellikle gelişmiş ülkelerin aştığı sorunlarla uğraştığımız ve bunlarla uğraşmaktan geleceğe dair planlı çalışmalar yapamadığımız anlamına geldiğinin altını çizmek isterim.

Ayrıca üretici eğitimleri konusunu çok değerli buluyorum.

Duygu Yılmaz, “Tarımda sürdürülebilirlik için üç temel hedefi aynı anda gerçekleştirmek gerekiyor.” dedi ve bunları şöyle sıraladı:

“Tarımın çevre ile dost olması gerekiyor. Tarım sektöründe çalışanların refahının ileri götürülmesi gerekiyor. Doğru tarım uygulamalarıyla insan sağlığına en faydalı, en kaliteli ürünlerin yetiştirilmesi sürecini tamamlayabilmemiz lazım.”

Yılmaz, Covid 19 sebebiyle ambalajlı süt satışının yüzde 14 sevisinde arttığını da söyledi. Bunu önemsiyorum çünkü bu ülkede “ambalaj düşmanı” olarak nitelendirilebilecek kadar keskin ve neredeyse ömürlerini halkın ambalajlı ürün almaması için harcayan insanlar var.

Duygu Hanım, ambalajlı süt satışındaki artışın sebebini, “Tüketicinin dikkati fiyattan gıda güvenliğine dönünce, tüketici de daha rasyonel değerlendirmeye başladı.” şeklinde açıkladı. Belli ki Duygu Hanım’ın, açık sütün, ambalajlı sütten daha pahalıya satıldığından haberi yok. Süt fiyatları konusunda sanayici üzerinde kurulan baskının geldiği nokta bakımından ilginç buldum.

Duygu Hanım da Levent Bey gibi üretici eğitimlerinin önemine vurgu yaptı ki ülke olarak, üretici eğitimlerini öncelikle ele almamız gerektiğini düşünüyorum.

Çiftliklerinde ve fabrikalarında ortaya çıkan organik atıklardan, bütün tesislerinin yüzde 80 enerji ihtiyacını karşıladıklarını, gazını aldıkları gübreyi çiftçilere verdiklerini, böylece organik ve organomineral gübrelerle toprağın organik yapısını güçlendirdiklerini de söyledi ki bu uygulamaları, başta söylediği “tarımın çevre ile dost olması ve insan sağlığına en faydalı, en kaliteli ürünlerin yetiştirilmesi” sürdürülebilirlik hedeflerine birebir uyuyordu. Bu hassasiyeti, bütün işletmelerimizden bekliyoruz.

Pandemi Sürecinde Tarımın Bugünü ve Geleceği

Geldik Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Baki Remzi Suiçmez ile çiftçi temsilcileri olan Tüm Süt, Et ve Damızlık Sığır Yetiştiricileri Derneği (TÜSEDAD) Başkanı Sencer Solakoğlu ve Adana Çiftçiler Birliği Başkanı Mutlu Doğru’nun söylediklerine.

Girişte, “Yönetenlerimiz ile çiftçinin gündemi çok farklı.” demiştim. Şimdi niçin böyle bir yorum yaptığımın örneklerini okuyacaksınız. Başkaca da yorum yapmayacağım.

Baki Remzi Suiçmez:

“İzlenen tarım politikaları doğruysa sektörün ve alt sektörün sorunlarını daha rahat çözebiliriz ama tarım politikaları yanlışsa maalesef ülkemizdeki sorunlar artarak devam edecektir.”

“Dış alıma dayalı, tarımsal kitleri, düzenleyici kurumları kapatan politikalar, destekleri azaltan politikalar sonucu bugün ülkemizde, Sayın Bakan ‘Kendi kendimize yeteriz.’ dese de pek çok üründe kendi kendimize yeterli değiliz. Örneğin hayvancılıkla da ilgili soyada yüzde 5’lerde, kendi kendimize yeterliyiz. Mısırda yüzde 70’lerde, pamukta yüzde 50’lerde…”

“Dijital konular, teknolojik gelişmeler gündeme geldi. Ülkemizde sağlıklı veriler yoksa, güncel veriler yoksa ve bunlar zamanında açıklanmıyorsa bizim geleceğimizi planlamamız da zor güzüküyor. Kendi tarım alanlarımızı tanımıyoruz. Detaylı toprak etüt ve analizlerine dayalı güncel bilgiler olmadan cep telefonundaki verilerle sağlıklı değerlendirme yapmak maalesef güç.”

“Girdi maliyetleri yüksek ve dışarıya bağımlı. Bunları kendi üniversitelerimiz, araştırma enstitülerimiz özel sektörle birlikte geliştirip düzeltmemiz gerekirken tarımsal AR-GE’ye ayrılan pay maalesef yüzde 1’lerde.”

“Önemli bir sorun, girdilerin dışında, kredi sorunları. Burada önemli olan çiftçinin öz sermayesini geliştirmekken,üretemeyen, üretmekte zorluk yaşayan çiftçilerimiz tarımsal kredilere başvurarak bu miktarları artırmakta. Zamanı gelince ödemekte zorlanınca da şöyle bir sorun karşımıza çıkmakta ve çıkacak: Tarım arazilerini bankalara ipotekleri yoluyla kaybetme sorunu. Zaten tarımsal istihdamda sorunlar yaşıyoruz; üretimden, çiftçilikten vazgeçen insanlarımızın da hizmetler sektörüyle kentlere yığılması çok daha ciddi sorunlar gündeme getirecektir.”

“Bizim, tarım politikalarında köklü, radikal bir değişikliğe gitmemiz lazım çünkü kalıcı sorunlar, pansuman önlemlerle, iyi niyet önerileriyle çözülemez.”

“Destek etki analizi yapmak gerekiyor.”

“Kooperatifçilik sisteminin gündeme getirilmesi ön koşul.”

Sencer Solakoğlu:

“Çin’de olduğumuz zaman levhalar da Çince, konuşanlar da Çince konuşuyor; hiçbir şey anlamıyorsunuz. Ben bugün Sayın Bakan’ın konuşmasından sonra Çince konuştuğunu fark ettim. Tercümana ihtiyacımız var. Bizim lisanımızla onun lisanı arasında çok ciddi bir farklılık var. (…)’Çince…’ diye söyledim çünkü daha nasıl anlatılır bilmiyoruz. ‘Zarar ediyoruz, üretimi kısmak zorunda kalacağız. Ette kesiyoruz, zarar ediyoruz, damlar boşalıyor, Çiftçi ayağındaki çizmeyi çıkarırsa bir daha o çizmeyi takmaz.’ diyoruz. ‘Lütfen istikrar ve stabilize yani öngörülebilir bir tarım politikası gerekir.’ diyoruz.”

“Ben bugün Tarım Bakanlığının işinin tarlada başlayıp tarlada bittiğini duydum. Çok şaşırdım çünkü ‘Tarladan Sofraya’ diye bir sloganla çıkmıştı Tarım Bakanlığı aslında ve gıdayı da yönettiğini biz düşünmek istiyorduk.”

“İşin matematikle yönetilmesi lazım, rakamlarla yönetilmesi gerekiyor. Bizim şu anda yaşadığımız en önemli sıkıntı, doğru istatistiki verilere ne yazık ki ulaşılamadığı için bir tarafından bakınca bardağın dolu tarafı gözüküyor ama bizim tarafımızdan baktığımız zaman bardağın çok büyük bir kısmının boş olduğu gözüküyor. Örnek veriyorum: Biz hayvancılar için çok önemli bir protein kaynağı olan soya fasulyesinde yüzde 95 dışarıya bağımla olmamızın seyirciler için tercümesi şu: Eğer bir şekilde Türkiye’ye soya girmesi durdurulur ise Türkiye’de tavukçuluk ve hayvancılık yapılması çok mümkün olmayacaktır.”

“Hedefimizin ne olduğunu çok iyi belirlememiz lazım ve tarımın partizanlığı kaldırmayacak bir sektör olduğunun farkına varmamız gerekiyor. Bizler siyasetçi değiliz.”

“Biz, ne yazık ki üreticiler ve üretici olarak hep dilenen tarafta oluyoruz.”

“Süt fiyatları için sadece spekülasyonlar var. Kimisi diyor ki ‘Süt fiyatları bu hafta belli olacak.’, kimisi diyor ki ‘Öbür hafta belli olacak.’. Ne olacağını bilen yok, ne zamandan itibaren geçerli olacağını bilen yok. Tarım Bakanımız çok önemli bir konuya değindi: Hazine ve Maliye Bakanlığında olduğunu söyledi. Ben çok şaşırdım, çok utandım. Tarım Bakanlığıdır süt fiyatları ile ilgili Ulusal Süt Konseyini (USK) kuran, regülatör olan. Enflasyon bizim ana hedefimiz olduğu zaman bizim dükkânı kapatıp çıkmamız gerekir çünkü Türkiye’nin enflasyonunun yükünü sırtında taşıyamaz.”

“Eğitim şart, verimli üretim şart.”

“Sütte sözleşmeli tarım modeli pek çalışmıyor çünkü fiyatın belirlenmesinde, sözleşmeler yapılırken ticari anlamda bir olağan dışı güç söz konusu. Yani stoklanamayan bir ürünün bir alıcı tarafından fiyat biçilirken ‘Almıyorum o zaman!’ dediği zaman ürünü satmak zorundasınız. Bizim son kullanım tarihimiz maksimum iki gün. Bu ticari anlamdaki haksız gücü kullanan sanayiye mutlaka bir fren getirilmesi lazım.”

“Sadece fiyatı belirleyerek değil, aynı zamanda muhakkak bir üretim planlaması da yapmamız lazım. Arz kontrolü de fiyat kontrolü kadar çok önemli. Elini kolunu sallayan çiftçilik yapmamalı, ne isterse ekememeli.”

“Biz, süt ve et üreticisi olarak yanıyoruz, yandığımızı dile getiriyoruz. Karşılığında aldığımız cevap: ‘Süt çiftçisi merak etmesin.’ Yani bebek ölüyor, hemşire diyor ki: ‘Merak etme.”

“Kulağa hoş gelmese de kendimizi istatistiklerle kandırma zamanı geçti. Türkiye’nin üretime bir an önce yönlenip bilinçli, hamallık yapmadan, katma değerli, markalaşıp coğrafi işaretlemeyle beraber ürettiği ürünlerden sadece yurt içinde değil, yurt dışına da ihraç etmeli.”

(Bu noktada Sencer Bey “coğrafi işaretlemeden” bahsettiği için kısa bir bilgilendirme yapmam gerekiyor: Kayısı, ülkemizin uluslararası coğrafi işaret almış dört ürününden birisi. Tarih, Temmuz 2017. Kuru kayısımızın kilosunu, 2015 yılında yani coğrafi işaret almadan iki yıl önce 4,64 dolardan ihraç etmişiz. Rakam, 2016’da 3,67 dolara düşmüş. Coğrafi işaret aldıktan sonra ise 2,81 dolara düşmüş. 2018’deki fiyatı 2,7 dolar, 2019’daki fiyatı ise 2,5 dolar.  Yorumu sizlere bırakıyorum.)

“Devlet eşrafından, gittikleri ülkelerde bizim ürünlerimizin satışı için bize imkân sunmalarını ve yeni kanallar açmalarını rica ediyorum.”

Mutlu Doğru:

(Buğday fiyatlarındaki ani yükseliş ve domates üretimimizdeki fazlalığı kastederek) Pazar konusunda dünyanın daha iyi takip edilmesi, talebin nasıl yönde ilerleyeceği, arzın ne kadar olabileceği görünen o ki çok fazla iyi analiz yapılamamış.”

“Dolar ve avroda çok büyük yükselişler seyrettik. Bu yükselişler, tarım ürünlerinde girdi kullanımını (gübre, zirai ilaç, yem giderleri,enerji vs.) çok pahalı hâle getirdi. Eskiden en düşük fiyatlı elektrik tarımda kullanılırdı, şimdi bakıyorsunuz hane kullanımına yakın, bir miktar da üstünde. Bunları gözden geçirmemiz lazım.”

“Biz, Tarım Kredi Kooperatiflerini hangi amaçla kurmuştuk? Piyasadaki girdi maliyetlerini ucuzlatmak, toplu alımını sağlamak… Piyasadaki gübrelerin satışının üçte biri Tarım Kredi Kooperatiflerinden geçer yani Türkiye’nin en büyük gübre bayisi TKK’dır ama fiyatlara baktığımız zaman piyasadaki bir bayiden daha yüksek fiyatlara satıldığını görüyorsunuz.”

“Destekler ekimden önce açıklanmalı, bir önceki dönemin destekleri de yeni tohum tarlaya düşmeden ödenmeli. Destekler bu şekilde olursa amacına ulaşır. Geçen sene Ekim’de açıklanan destekler (ödenmedi). Bugün Sayın Bakan da açıkladı, hâlâ çalışmalar devam ediyor. Bu çalışmalar nedir? Neden bu kadar uzun sürüyor?”

“Mesela ihracat-ithalat dengesi dedik, evet, bu ülkede her şeyi kendi kendimize yetecek kadar üretemeyebiliriz. Belli bir alanda toprağımız, suyumuz var; imkânlarımız ölçülü. Belli bir miktarda ithal edeceksek de bunların ithalatının takvimi olmalı. Üretim zamanında, hasat zamanında ithalat yapılmamalı. İhracatta, fazla olan ürünler ihracat desteği verilerek yurt dışına gönderilmeli ve yeni pazarlar açılmalı. Mesela narenciye: Yıllardan beri biz Çin gibi büyük bir ülkeye, büyük alıcı olan bir ülkeye narenciye ihraç etmek için bir protokol yapılması lazım, bunun protokolünü de aldık getirdik. Bu ülke ile hangi ülkeler bu protokolü yaptıysa aldık örneğini, Türkçeye çevirdik, bakanlığımıza sunduk. ‘Bunun aynısını uygulayın, Çin’le yapın, biz ihraç edelim.’ dedik ama hâlâ aradan 3-3,5 yıl geçti, Çin’le protokolü narenciye üzerine yapamadık. Bazı işler çok ağır işliyor. Ağır işlediği zaman da faturaları ağır oluyor. Bunları da ödeyen milletçe bizler oluyoruz. En başta da üreticiler, çiftçiler.”

“Bir envanter sayımı yapılacak. Ne üretiyoruz, ne kadar üretiyoruz; bunların sayımı yapılacak. Havza bazlı sistem için bu kadar masraf etti Türkiye, güzel de bir bilgi bankası oluştu ama uygulama yok. TARBİL diye bir sisteme geçelim dedik, teknolojiyi kullanalım dedik, masraf etti devletimiz ama sonuç yok, rafa kaldırıldı.”

“Bir tane yanlışımız da tarım konusunda tarım politikalarında tarımı siyasete alet etmeye başladık. Öteden beri gerçi var ama tarımı siyasete alet ettiğimiz zaman tarım sektörü zarar görüyor. Tarım, siyasete alet edilmeyecek bir konu olmalı ki bizlerin kazançları veya kayıpları üzerinden kimse siyasi prim elde etmesin çünkü bu ülkenin tarımı sadece bizler için değil gelecek nesildeki Türk insanı için de gerekli.”

…………………………………

¹https://www.yasamicingida.com/yazarlar/ali-osman-mola/tarim-ve-gida-zirvesinden-hatirimda-kalanlar-1/   

²ve³Makalenin tamamında Türkiye’deki tarım arazilerini “küçük, orta küçük, orta, orta büyük, büyük” olarak sınıflandırdım fakat bunların büyüklüğünü alan olarak vermem mümkün olmadı çünkü gerçekten de son derece karmaşık bir arazi sahiplik yapımız var. Yine de Kayseri Tarım ve Orman İl Müdürlüğü sitesinden ve Ahmet Eren’e ait bir çalışmadan aldığım şu bilgileri -an itibarıyla bir miktar değişmiş olsa da- kabaca bir fikir vermesi için paylaşayım: Türkiye’de  3 milyon tarımsal işletme ve bu işletmelerde 40 milyon hissedar bulunmaktadır. Ortalama işletme büyüklüğü 5,9 hektar ve işletme başına düşen parsel sayısı 10 dur. Türkiye’de bir işletme ortalama 13 hissedarın arazisini kullanmaktadır. Arazileri kullanan 3 milyon kişi, başkalarının arazisini işletmesi nedeni ile yatırım yapmamaktadır. Böylelikle hem kendisi beklenen geliri alamamakta, hem de ülke ekonomisi kayba uğramaktadır. Hissedar olup arazileri kullanmayan 37 milyon kişi ise sahibi olduğu arazilerin küçük olması ve bazı sosyal sebeplerle arazi gelirinden mahrum kalmaktadır.                                

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz