24 Haziran 2018’de yapılan seçimlerinden sonra, yeni yönetim sistemi olan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin ilk hükûmeti 9 Temmuz Pazartesi günü açıklandı. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının adı Tarım ve Orman Bakanlığı olmuştu, ilk bakanın adı ise Bekir Pakdemirli idi.
Aradan 80 gün geçti.
Yeni Bakanlığın ilk basın duyurusu 14 Temmuz’da yayımlandı. İçeriği, Bakan Pakdemirli’nin gelecekle ilgili verdiği sözler ve siyasi mesajlardan oluşuyordu.
Bakan olarak Bakanlığının gelecekteki icraatları ile ilgili verdiği sözleri anlamıştım da siyasi mesaj verme gayretini anlayamamıştım.
Ezcümle şöyle diyordu Pakdemirli:
“24 Haziran seçimleriyle bir devri kapatıp yeni bir dönemi açtık.”
Bu durumu 16 Temmuz’da kaleme aldığım “Nasıl bir Tarım ve Orman Bakanı?” makalemde değerlendirmeyi düşünmüş fakat daha ilk günden şevkini kıracak ifadeler kullanmamak konusunda hassas davranmamız gerektiğini bilmenin sorumluluğuyla vazgeçmiştim.
Elbette bir siyasi partinin iktidarının bakanıydı fakat siyaseti meslek edinmemişti. Dolayısıyla yeni sistemin bakanlarının daha bağımsız ve tarafsız düşünebilen ve davranabilen, daha şeffaf bir yönetim anlayışını benimseyen ve uygulamalarıyla bunu ispat edecek kişiler olacağı konusunda yaygın bir kanaat, bir umut vardı. Bakanlar Kurulu açıklandığında da umut devam etti.
Bu sebeple şöyle demiştim:
“Her yeni gelene, eleştirmeden veya övmeden önce sorunları çözmesi için yeteri kadar süre verilmesi gerekiyor. Sorunlar çok ve yapısal olduğu için çalışmalarının sonuçlarını görmek zaman alacaktır. Bu sebeple Pakdemirli’ye vereceğim süre 3 yıl. Yine de gelecekle ilgili umutlu veya umutsuz olmamız için yapısal sorunların üzerine gitme şeklini görmemiz yeterli olacaktır.”
Geçen 80 günde bu yazıyı kaleme almamı gerektirecek kadar görmüş oldum ve ilk 100 günü beklemekten vazgeçtim.
Basın duyurularında neler var?
Biliyor olmakla birlikte Bakanlığın sitesinden 14 Temmuz’dan itibaren yayımlanan basın duyurularını tekrar gözden geçirdim. Tam 100 duyuru yayımlanmış. Tek tek okudum.
Sonuç:
Tarım ve hayvancılığımızın ağır yapısal sorunlarına getirilmiş çözüm önerilerine dair bir şey yok. Çoğu, destekler ile ziyaretlerde ve toplantılarda yapılmış konuşmalar sırasında verilen sözler ve temennilerden ibaret.
“Destekler yapısal sorunların çözümlerine dâhil değil mi?” diyenler olacaktır. Dâhil fakat yanlış yere, yanlış miktarda ve yanlış zamanda veriliyorsa, baştan planlanmamışsa, planlanmışsa bile sonuçların hedefe uygunluğu takip edilmiyorsa “dâhil değil”. Nitekim 16 yıldır yapılan yüksek miktarlardaki destekler, bugün devasa sorunlarla karşı karşıya kalmamıza engel olamadı.
Peki, sorunları ve çözüm yollarını yönetenlerimiz bilmiyor mu?
Söylemlerine baktığımızda “bildikleri” kanaatine varıyorum fakat özellikle sorunları bilmek maharet veya uzmanlık gerektirmiyor. Sorunlar o kadar uzun zamandır devam ediyor ve konuşuluyor ki artık sokaktaki vatandaşa da sorsanız, sorunları eksiksiz anlatacaktır. Hatta çözüm yollarını bile söyleyecek çok sayıda vatandaş çıkacaktır.
Öyleyse sorunları ve çözüm yollarını bilmek başka bir şey, bu sorunları belli bir program dâhilinde çözmek başka bir şey.
Yine hatırlatayım:
Ellerinde 2016 sonunda ilan edilen Millî Tarım Projesi gibi bir Tarım ve Hayvancılık Anayasası var.
(Bir ay önce açıklanan Yeni Ekonomi Programı’nda Millî Tarım Projesi’nin adının Tarımda Millî Birlik Projesi olarak değiştirildiğini gördük. Umarım içeriğine dokunmamışlardır. Dokunmuşlarsa, nerelere dokunmuşlar bilmek isteriz.)
80 gün sonunda akılda kalanlar
Ben yukarıda anlattığım gibi düşünüyordum da başkaları neler düşünüyordu? Bunu anlayabilmek için birkaç gündür eşten dosttan rica ediyorum:
Yeni Tarım ve Orman Bakanı’nın icraatları?
Cevaplar:
-Hastalıklı hayvan ithalatı (özellikle şarbonlu).
-İhale yapılmadan et ithalatına izin verilmesi ve ihalenin ithalattan sonra yapılması.
– Bakan ve Danışmanı’nın, ihalesiz et ithal edilmesi konusunu soran gazeteciye davranışları.
– Basın müşavirinin Bakan’a davranışı.
80 gün sonunda, durum budur.
Hadi “hastalıklı hayvan ithalatı” konusunda bir anda kasıtlı veya kasıtsız yayılan haberler karşısında harekete geçmek ve vatandaşları ikna etmek kolay değildi. İhalesiz yapılan et ithalatını ve ithalattan sonra yapılan ihaleyi nasıl izah edeceksiniz?
Bakan Pakdemirli şöyle izah etmiş:
“İhale sonradan yapılsa ne olur? Birinin boğazından bir şey geçmiş mi? Fiyatı düzgün mü?”
Ardından soru soran gazeteciyi ve -benim gibi- sormak isteyip de o şansı elde edemeyenleri “maskaralık yapmakla” suçluyor. Konunun takip edilmesini “ıvır zıvır işler” olarak adlandırıyor.
Söylediği üç cümle o kadar önemli ki!..
- İhaleli yapılması gereken bir işin ihalesiz yapıldığını kabul ediyor. Suçtur. Alım yapılan miktar, hukuken ihalesiz de alınabilecek bir miktarsa o zaman böyle söylenmeliydi ve konu kapanmalıydı. Kapanmazsa ben de Bakan’ın yanında olurdum.
- Bakan, “Birinin boğazından bir şey geçmiş mi? Fiyatı düzgün mü?” diye soruyor. Bilmiyoruz. Niye bilmiyoruz? Çünkü ihale yapılmadı. Çünkü ihale “birilerinin boğazından bir şey geçmesin, fiyat düzgün olsun” diye yapılır. Yapılması gereken ihale yapılmazsa, “Birilerinin boğazından bir şey geçmiştir. Fiyat düzgün değildir.” diyenler suçlanamaz. İhale yapılsaydı, fiyat Bakanlık tarafından yüksek bulunsaydı ihale iptal edilirdi, böylece tartışma da olmazdı ya da en düşük fiyatı verenle pazarlık edilir ve fiyat istenilen seviyeye çekilebilirdi. Sonuç olarak kimse suçlamalara maruz kalmazdı çünkü her şey vatandaşın gözleri önünde cereyan etmiş olurdu.
- Hukuken ihale yapılması gerektiği halde yapılmaması normal bir uygulama ise o zaman İhale Yasası kaldırılsın; istenilen, istenilenden, istenilen miktarda ve istenilen fiyata alınsın (!).
Şimdi herkes elini vicdanına koyup söylesin:
Bakanlığın uygulamasında ve Bakan’ın sözlerinde en ufak bir haklılık payı var mı?
Bir gazetecinin, bir hukuk ihlalini takip etmesi maskaralık ve suç mudur?
(Genellikle iktidar muhalifi yayın yaptığı düşünülen bir yayın kuruluşunun muhabiri olmak, muhabiri maskara, yayın kuruluşunu haksız yapmaz. Değerlendirmelerin kişiler ve kuruluşlar değil, olaylar öne alınarak yapılması gerekir. Dolayısıyla bırakın bu haberi yapmanın maskaralık ve suç olmasını, haber, bir suç duyurusu olarak bile kabul edilmeliydi.)
En başından beri olan bitenler “ıvır zıvır” işler midir?
Bunlar “ıvır zıvır” işler ise devlet nedir ve ne işe yarar?
Üstüne bir de bir basın müşavirinin, bir bakanı, bir gazetecinin sorduğu soruya cevap vermesin diye “çekiştirerek” götürmesi!..
Üzgünüm ve şaşkınım…
Her şeyden önce Bakan’a hakaret…
Niye?
- Bakan, “Sorulan soruya makul ve mantıklı bir cevap veremez.” anlamına geliyor.
- Bakan’ın “Konu hakkında yeterli bilgisi yok.” anlamına geliyor.
- Bakan, soruya cevap verdirilmeyerek, vatandaşlar nezdinde zan altında bırakılıyor.
- Bakan, devleti ve devlet otoritesini temsil ettiği için, hem Bakan hem de devlet zaaf içinde gösterilmiş oluyor.
Beni asıl üzen ve şaşırtan ise şudur:
Sayın Pakdemirli, böyle olay ve uygulamalar ile anılmayı göze almış görünüyor.
Oysa Allah ona, bu ülkenin ve milletin geleceğini kurtaracak hizmetler yapma ve bunlarla anılma imkânını bahşetti.
Kaç kula nasip olur?
Cumhuriyet
“Padişahlarımız ‘Kullarım!’ diye, Mustafa Kemal ise ‘Efendiler!’ diye seslendi. Saltanat ile Cumhuriyet yönetiminin temel farklarından biri bu idi. Bunu anlayabilenler ‘birey’ oldu, bunu anlayamayanlar birtakım kullarda olağanüstü özellikler vehmederek onlara ‘kul’ olmayı seçti.
Cumhuriyetimizin 95. yılı, nice doksan beş yıllar dileğiyle, kutlu olsun.”
(Değerli dost – Prof. Dr. Vahit Türk’ten alıntıdır. Aklımdan ve gönlümden geçenler bu kadar güzel ifade edilmişken kendi cümlelerimi kullanmak istemedim. Bir kelime de Cumhuriyet’i böyle anlattım diye Osmanlı ile aramızda mesafe olduğunu düşünenler için: Yok.)