Adeta bir “sil baştan” dönemi yaşıyoruz. Her ne kadar yetkililerimiz daha önce bilmem kaçıncı defa yaptıkları reformları yerin dibine sokarak ve yeni yaptıklarını yine “Reform!” diyerek pazarlıyorlarsa da olan biten için uygun niteleme “sil baştan”.
Aslında yıllardır yaşıyoruz bu anlaşılamaz durumu. Sadece son zamanlarda sıklaştı. Eğitimde böyle, sporda böyle, tarımda böyle…
Neden taraflı tarafsız herkesin anlaşılmaz bulduğu keskin değişikliklere gidiliyor?
Çünkü ortada “başarısızlık” var.
“Başarısızlık”, benim tarafımdan olan biteni tek kelime ile açıklamak için yapılmış bir yorum değil. Değişlikleri yapanlar, niçin değişiklik yaptıklarını bu kelime ile savunuyorlar.
Eğitim, spor ve tarım gibi birbirleriyle ilişkisi olmayan üç alandan örnekler vereceğim.
Bunun sebebi şu:
Başarısızlığın sebebi kolaylıkla üstesinden gelinebilecek sıradan hatalar değil. Genel bir bozulma söz konusu.
Aslında sorguladığım, iş yapış biçimi. Esası sorgulamıyorum, usulü (yöntemi) sorguluyorum çünkü usul, esasa hizmet etmiyor.
Örnek mi?
TEOG
Lütfen, TEOG’un (Temel Öğretimden Orta Öğretime Geçiş Sistemi) kaldırılış sebebini hatırlayın ama önce getiriliş sebebini hatırlayın. Hatırlayamamışsanız, girin internete, bir önceki sistemin neden kaldırıldığını anlatırken yaptıkları ağır eleştirileri ve yeni getirdikleri sistemin niye getirildiğini anlatırken yaptıkları inanılmaz -ama inandığımız- vaatleri bizzat bakanların ağzından tekrar dinleyin.
TEOG sadece güncel bir örnek. Geriye doğru -hemen her alanda- benzeri değişiklikler ve beyanatlardan oluşan uzun bir liste var.
Göreceksiniz, henüz ne olduğunu tam olarak bilmediğimiz yeni yöntemi uygulayamayacaklar. Bu kadar iddialı söylüyorum. Sebepleri makalemizin konusu değil.
Çalışma hayatının yarısını eğitimci olarak geçirmiş biri olarak şu konuda da sizi temin ederim:
Eğitim öğretim sistemi ile bu kadar oynanan hiçbir ülkenin geleceği aydınlık olamaz.
Futbolda yabancı sayısı
Futbolda, yabancı sayısı ile ilgili tartışmalarda da aynı durum söz konusu:
“Yabancılar, evlatlarımızın önünü kesiyor, onlar yüzünden kendi gençlerimize fırsat verilmiyor.” deniliyor ve bu sebeple yabancı sayısının azaltılması emrediliyor ama örneğin “Yabancılar; İspanya, Almanya, İtalya, Fransa, Hollanda ve Belçika’da, Portekiz’de onların evlatlarının önünü niye kesemiyor?” diye sorulmuyor.
“Madem kendi çocuklarımıza döneceğiz, niye alanlarında başarılı olmuş yabancı sporcuları Türk vatandaşı yapıp sahalara, salonlara, pistlere, podyumlara sürüyorsunuz, -yetmiyor- başarılarıyla -sanki kendiniz başarmış gibi- övünüyorsunuz; çuvalla altın, TOKİ’den ev, araba ve sayısız pahalı hediyeler veriyorsunuz?” diye sorgulanmıyor.
Ve…
“Yabancı oyuncu yasağının en katı uygulandığı yıllarda daha başarılı değildik ki!”
Tarımda destekleme yöntemleri
Eğitim ve sporda işler hangi sebeplerle yolunda gitmiyorsa tarımda da aynı sebeplerle yolunda gitmiyor.
Örneğin destekleme sisteminin içinden çıkılamaz hale geldi:
“Kime ne veriliyor, niçin veriliyor; devlet ne alıyor, niçin alıyor; aldıklarını ne yapacak/yapabilecek, elde kalanlar -ki kalacak- ne yapılacak, bu politika nereye kadar sürdürülecek/sürdürülebilecek?” bilinmiyor.
Destekleme alımlarında yıllar önce ağır eleştirilerle vazgeçtikleri politikalara -alelacele- geri dönüyorlar.
Doğrudan desteklerde, desteğin artık tarla sahibine değil üreticiye verileceğini söylüyorlar. Eski sistemi yerden yere vuruyorlar.
Getirenler dâhil, biri de çıkıp eski sistemi savunmuyor. Biri de çıkıp bunca yıldır milletin milyarlarını yanlış harcayanlara ne yapılacağını söylemiyor. Biri de çıkıp, yeni getirileceği söylenen yöntemin gerçekten doğru ve uygulanabilir olup olmadığını tartışmıyor.
Örneğin önceki GTHB Bakanı Faruk Çelik, “Destekleme kalemlerinin yeniden ele alınacağını ve sadeleştirileceğini.” söylemişti Şimdi görüyoruz ki destekleme kalemlerine yenileri eklendiği gibi yeni destekleme yöntemleri de ekleniyor.
Ve bütün bunlar olurken süreç aynı şekilde işliyor:
Alelacele, yeterince düşünüp tartışmadan, planlamadan verilen kararlar, günübirlik uygulamalar.
Düşünülüp tartışıldığı, planlandığı izlenimi veriliyor ama somut da olsa hepsi birer görüntüden ibaret.
Örneğin Bakan Fakıbaba sık sık, “Çalışma arkadaşları ve sektör temsilcileri ile toplantılar yaptıklarını.” söylüyor.
Çalışma arkadaşları ile görüşmeler yapması özel bir durumu ifade etmez. Doğal olan budur zaten.
Sivil toplum kuruluşları ise siz çağırmasanız bile gelir. Bu görüşmelerde sektörlerin sorunları da konuşulur ama -oturmalarına rağmen- ayaküstü çünkü bu ziyaretler “Hayırlı olsun!” ziyaretleridir. Ne bu görüşmelerden ne kürsüden konuşulup inilen toplantılardan ne festival açılışlarında yapılan görüşmelerden ne de bakanlığın alelacele tertiplediği iki-üç saatlik sektör toplantılarından sonuç alınabilir.
Kendisinden öncekiler de aynı yolu takip etmiş ve aynı cümleleri kurmuştu.
Sonuç: Başarısız oldular.
Niye?
Seksen milyonluk koca bir ülkenin gıda, tarım ve hayvancılığını doğru şekilde yönetmek için bu kadar aceleye getirilen, kısa ve basit bir hazırlık dönemi yetmez. En az bir yılda şekillendirilen, düşünülmüş, planlanmış, geleceğe yönelik süreli hedefler içeren, sürdürülebilir politikalar gerekir. Hükûmet hatta devlet politikası gerektirir.
Var mı?
Temel politikalarda bu kadar sık değişiklik yapıldığına göre olmadığı anlaşılıyor.
Bakan Fakıbaba’nın da değişik cümlelerle vurguladığı gibi, gıda ürünleri son derece stratejik ürünler. Hep böyleydi. “Kendi kendimize yetmemiz gerektiğini, kendi gıdasını üretmeyen ülkelerin bağımsız ve özgür olamayacağını.” da söylüyor. Şüphesiz öyle.
Öyleyse atfedilen öneme uygun planlamalar ve uygulamalar gerekiyor.
Eleştirilerimin temelinde, uzun süredir bu öneme uygun davranılmıyor olması var.