Pişkinler, merdiven üstündekiler ve diğerleri…

0
1320
Ali Osman Mola
Ali Osman Mola / [email protected]

Evet, öfkeliyim.

Bir arkadaşım, konut kampanyası ile ilgili Facebook’taki paylaşımımın altına “Sonunda sen de höykürdün ya.” yazmış.

“Sonunda…” diyerek kolay öfkelenen biri olmadığımı da söylemiş oluyor. Gerçekten de öyleyimdir fakat bazı durumlar hariç.

Açıklayayım:

Fedakâr (!) müteahhitlerimiz

29 Ağustos’ta başlatılan konut kampanyasından başlayayım.

Sebebini ne kabul ederseniz edin fark etmez, kesin olan şu:

Türkiye ağır bir ekonomik kriz yaşıyor. Daha uzunca bir süre yaşayacağı da aşikâr.

Bu durumda -ister istemez- yıllardır çok büyük paraların toprağa gömüldüğü, tarım alanlarımızın ve ormanlarımızın rant uğruna yok edildiği gerçeğini, üstelik bugün dahi değişen bir şey olmadığını bildiğim halde, bunları önceliğim olmaktan çıkarıp krize odaklanmak gerektiğinin bilinciyle yeni konut kampanyası karşında en azından sessiz kalmayı tercih ederken inşaat sektöründen yapılan açıklamalar çoğumuz gibi benim de tepkimi çekti.

Konut kampanyası ile ilgili düşünceleri sorulan müteahhitler istisnasız şöyle dediler:

“Fedakârlık (!) yapıyoruz.”

Bunu söyleyen insanların çoğu, daha düne kadar, yaptıkları inşaatları maliyetlerinin yaklaşık 3 katına satıyorlardı. İçlerinde bu paraları çocuk yaştaki gençlerle yiyenler, magazin basınına türlü türlü pozlar verenler vardı. Yüzde 100 kazananın beceriksiz sayıldığı yıllar yaşadık. Yani acımasızca soyulduk. Diğer taraftan bankalara da mahkum edildik. Çoğu zaman ortada inşaat bile yoktu. Maketler üzerinden sattılar mallarını.

Bütün bunlar olurken devlet büyüklerimiz (!) seyretti.

Şimdi ise aynı büyüklerimiz “hepimizin” cebinden kampanyalar düzenliyor.

Kampanya sayesinde, yarısının da altına düşerek normale yaklaşan konut fiyatları tekrar eski durumuna dönmüş görünüyor. Kampanya yap, piyasayı düşürme; iyi yöntem.

Neyse… Söylenecek çok şey var ama uzatmayayım.

Yine de “kriz” sebebiyle hepsini sineye çekmiş ve çoğunuz gibi sessiz kalmayı tercih etmiştim.

Ta ki “vatan ve millet sever (!)” müteahhitlerimiz “Fedakârlık (!) yapıyoruz ” diyene kadar.

Yüzsüz insanlara dayanamıyorum.

Şarbon

Yaklaşık bir hafta önce, Et ve Süt Kurumu’nun (ESK), kurbanlık olarak Brezilya’dan getirterek Ankara Gölbaşı’nda bir çiftliğe emanet olarak bıraktığı binlerce baş sığırın 50’sinin şarbon hastalığı sebebiyle telef olduğu haberi geldi. Hastalıktan ölen ve hastalık tespit edildiği için itlaf edilenlerin toplamı 146.

Neresini düzelteceğimi bilmiyorum ama haberi biraz daha geniş olarak ele alacağım.

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Kurban Bayramı öncesinde aşağıdaki açıklamayı yaptı:

“Hayvan varlığımızla ilgili bir sıkıntı söz konusu değildir. Bugün itibarıyla kurbana hazır büyükbaş hayvan mevcudumuz 1,2 milyondur, 3,8 milyon da küçükbaş hayvan mevcudumuz var. Bu rakamlar geçen yıl kurbanda kesilen rakamlara göre yüzde 50 fazladır.”

Yani 1,2 milyon büyükbaşımız var (Üstelik anaç kesmek de yasak.) ama belki yetmez diye en az 1 aylık yoldan 4 bin kurbanlık büyükbaş daha getirtiyoruz.

Hangisine yanalım; üç kuruşluk dolar aldı veya dolarını TL’ye çevirmedi diye insanlar birbirini vatan hainliği ile suçlarken dolarlarımızı Brezilya’ya kaptırdığınıza mı, geçen yıl kesilen kurban sayısının yüzde 50 fazlası kurbanlığımız varken bu miktar yetmez düşüncesiyle -taa Brezilya’dan- 4 bin baş sığır ithal edildiğine inanacağımıza inanmanıza mı, onca hayvanın çektiği eziyete mi?

İthal hayvanların bir kısmı da Konya’ya getirilmiş. Onlarda şarbona rastlanmamış.

Pakdemirli, “Halkımız rahat olsun, tüm tedbirler alınmıştır.” da demiş.

Tam rahat olacaktım ki dün (01.09.2018) İstanbul’da çok sayıda kişinin şarbon şüphesiyle hastanelere başvurduğu haberi geldi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Twitter hesabından, konu ile ilgili aşağıdaki açıklamayı yaptı:

“Silivri’de şarbon olduğu bildirilen hayvanla temas ettiği şu ana kadar tespit edilen 48 kişi muayene ve tetkik amacıyla hastanelerimize davet edilmişlerdir. Bu kişilerde gerekli tetkikler yapılmış ve sadece altı vakada deri lezyonları görülmüştür. Diğer vatandaşlarımızda herhangi bir semptom ve bulguya rastlanmamıştır. Hayati tehlikesi olmayan 6 deri şarbonu vakası tedavileri düzenlendikten sonra hastaneden taburcu edilmiştir.”

“Sadece” 6 kişide hastalık tespit edilmiş, 48’de -sadece- 6; büyütmeye gerek yok.

Bu arada Tarım ve Orman Bakanımız “Panik yapmayın.” da dedi.

Bence de yapmayın.

Şarbon dediğiniz nedir ki? Sadece Ankara’da görülmedi ki; İstanbul’da görüldü, Giresun’da görüldü, Trabzon’da görüldü, Edirne’de görüldü, Sivas’ta görüldü vs.

Birçok yerde görülüyorken, siz niye Ankara’ya takıldınız?

Ya Sayın Bakan, siz il il sayarsanız, tuhaf itiraflarda bulunursanız, ben de böyle yorumlama hakkına sahip olurum.

Evet, bu hastalıklar çok uzun yıllardır var. Daha bunun tüberkülozu (verem) var, brusellası (Malta/Akdeniz humması) var, şapı var. Biz, hayvan hastalıkları konusunu bir türlü çözemiyoruz.

Çözemiyoruz ama “Büyütmeyin, merak etmeyin.” tavsiyelerini ve “Hallederiz.” diyerek olayları küçümsemeyi pek seviyoruz.

Ha bir de “Başka ülkelerde de görülüyor.” deyip yetki ve sorumluluk makamının en tepesinde olduğu halde sorumluluktan kurtulma telaşı var ki ne desem boş.

İşte ben, hastalıklardan çok bu laflara takılıyorum, bu tavırlara dayanamıyorum.

Niye böyle davrandıklarını bilmiyorum; bu ruh halini anlayamıyorum, anlamlandıramıyorum. Şaşırıyor ve üzülüyorum da aslında.

Ekmeğe zam

Tartışmaları biliyorsunuz. Her ekmek zammında yaşanır zaten. Ekmeğe zammı delikanlı gibi yapmazlar.

Ne demek delikanlı gibi zam yapmak?

Çıkarsınız, maliyetlerinizi vatandaşlarla paylaşırsınız ve zam yapmak zorunda olduğunuzu söylersiniz. Haklıysanız yaparsınız da. Hele bu günlerde, maliyetler her gün hızla artarken. Kimsenin karşı çıkacağını sanmıyorum. En azında kendi adıma böyle bir durumda fırıncıları destekleyeceğimi garanti ediyorum.

Gelin görün ki fırıncılar uzun yıllardır tuhaf bir yol tutturdular:

Örneğin 250 gramlık ekmeği 200 grama düşürüyorlar.

Gerçekten kazanamıyorlarsa ha fiyatı arttırarak zam yapmışlar ha ekmeğin ağırlığını düşürerek, fark etmez; sonuçta ekmeğin herkes tarafından bilinen bir standardı var.

Ağırlığı açıklama yapmadan düşüren fırınlar varsa elbette suç işliyorlar. Sorumluluk denetim yetkisi olan kurumlarda.

Peki, benim dayanamadığım ne?

Ağırlık 250’den 200 grama düşürüldüğü halde, sırf fiyat değiştirilmediği için ekmeğin fiyatının “artmadığının” iddia edilmesi.

İşte ben pişkin ekmekler beklediğim fakat bunun yerine pişkin açıklamalar yapan bu insanlara dayanamıyorum.

Merdiven üstü oyunlar

Ekmek üreticilerine söylemediğimi bırakmadım ama haksızlık da etmeyeyim, onlar en azından federasyonları kanalıyla -genellikle- zamları halka ilan ediyorlar ve ekmeğin herkesin bildiği bir standardı bulunuyor.

Bir de aynı ürünü çok sayıda değişik ağırlık ve hacimlerle piyasaya sürenler var. Bunlarla sık sık oynuyorlar. Halbuki ağırlık ve hacim standardını muhafaza ederek zam yapsalar zan altında kalmayacaklar.

Bunları yapanlar sabah akşam “merdiven altı üretimden” şikâyet eden anlı şanlı marka ve firmalarımız. Bilinirlik ve güvenirlik araştırmalarında tüketicilerin oylarıyla ilk sıralarda yer alanlar. Bu sebeple başlıklarda kendilerini “merdiven üstü (!)” olarak adlandırdım.

Daha önce de bu konuda yazmış ve yetkilileri uyarmıştım:

Gidiyorsunuz markete ve örneğin çiçek yağı alacaksınız. Aşağı yukarı hepimiz biliriz, sıvı yağlar marketlerde 5, 2 ve 1 litrelik ambalajlarda satılır. Eskiden 10 litrelik ambalajlar da yaygındı.

Şunu söylemek istiyorum:

Bu ambalajlar arasında ağırlık ve görüntü olarak büyük farklılıklar vardır. Elinize almanıza veya etiketini okumanıza bile gerek yoktur, bakınca aradaki farkı anlar ve ağırlığını tahmin edersiniz.

Yakın zamanda, örneğin bunlara 4 litrelik ambalajlar da eklendi. Görüntü olarak 5 litreliğe çok yakın, dolayısıyla gözle ayırt etmek çok zor. Doğal olarak, fiyatı 4 litrelikten ucuz olduğu için, hele farklı marka ise rahatlıkla alınabiliyor.

Diyebilirsiniz ki: “Üzerini niye okumuyorlar?”

Doğru, bu durumlarda sorumluluk genel anlamda tüketiciye aittir fakat farklı ağırlık ve hacimdeki ürünler o kadar çoğaldı ki ki takip edip karşılaştırmak neredeyse mümkün değil. Standart diye bir şey kalmadı.

Atıştırmalık ürünler başta olmak üzere ağırlık ve hacim oyununun takip edilmesi neredeyse mümkün değil. Örneğin bisküvi, çikolata, gofret, çikolata kaplı diğer ürünler, kuruyemiş; ayran, su; şarküteri ürünleri; deterjan vs. O kadar çok ki…

Gizli zam yapıyorlar. Tam bir vurgun.

Gizli zam yapmıyorlar, aynı ürünün farklı ağırlıklarda yeni ambalajlarda satılması için izin istiyorlarsa bile buna izin verilmemeli; benzer ürünlerin ağırlık ve hacim farklılıkları gözle ayırt edilebilir şekilde sunulmalı, standartların bozulmasına müsaade edilmemeli.

Örneğin 285, 295 ml ayran, 74 gram ay çekirdeği,  66, 77 gram çikolata kaplı ürün, 91 gram bisküvi, 350 ml su mu olur kardeşim?

Neymiş efendim, fiyatı arttırmamak için miktarı düşürüyorlarmış. Bu yöntem kesinlikle bir satış hilesidir.

Şikâyetlerin artması üzerine Ticaret Bakanlığı son satış yerlerinde incelemeler başlattı ve bu türden birçok ürün tespit edildiğini açıklayarak bu yolla haksız kazanç sağlayan esnaf ve firmalara ceza kesileceğini duyurdu.

Kesilecek cezalar caydırıcı olur mu?

Önceki örneklerden hareketle ve üzülerek “Sanmıyorum.” diyebiliyorum.

İşte ben halkın güvenini bu şekilde istismar edenlere dayanamıyorum.

Ve…

Halkbank Genel Müdürü Osman Arslan’ın, Halkbank’ın bir gece vakti doları 3,72, avroyu 4,32’den satmasının ardından “hatanın kendilerinde olmadığını, döviz sağlayıcı kaynaktan gelen bir hata sonucunda böyle fiyatların ortaya çıktığını, işlemlerin iptal edildiğini, Halkbank’ın bir zarara uğramadığını” açıklamasından ve “işlemlerin iptalini müşterilerin anlayışla karşıladığını” söylemesinden sonra benim de kendisine 2 soru sorma hakkım var sanıyorum:

  1. Halkbank’ın bir zarara uğramadığını, söylediniz. Buna “Halkbank’ın itibarı” da dâhil mi?
  2. İşlemlerin iptalini anlayışla karşılamayan müşterilerin aldıkları dövizlerin üzerine bir bardak soğuk su içelim mi?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz