Bu defa tartışmanın fitilini Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi EFSA (European Food Safety Authority) ateşledi. İlk etapta konunun bizimle ilgisi yoktu. Aslında Nutella ile de ilgisi yoktu. Konu, dünyada en fazla üretilen ve tüketilen yağ cinsi olan “palm yağı” ile ilgiliydi:
En basit anlatımla EFSA, “palm yağının, 200 derecenin üzerinde ısıtılması durumunda insan sağlığı için risk oluşturacağını” rapor etmişti. Raporda, palm yağının yasaklanmasına dair bir öneri yoktu.
EFSA’nın tavrı normaldi çünkü zaten gıda üretim zincirindeki, insan sağlığını etkileyebilecek risk sınırlarını belirlemek, raporlamak ve ilan etmek için kurulmuştu. AB hükümetleri de EFSA’nın bilimsel raporlarını dikkate alarak, ülkelerindeki hayvansal ve bitkisel üretimin bütün aşamaları ile ilgili mevzuatı oluşturuyorlardı. AB dışındaki ülkelerin, bilhassa AB ile gıda ticareti ilişkisi olanların hükümetleri de bu kararları yakından takip ediyor ve uyarıları dikkate alıyorlardı.
EFSA’nın raporuna ve devamında yapılan haberlere çeşitli çevrelerden farklı tepkiler geldi. Ben olayı, bu tepkiler üzerinden değerlendireceğim.
Ah şu basınımız
Konuya elbette basın ilgisiz kalamazdı. Nitekim konu, Avrupa ve Türk basını ile birlikte bütün dünya basınında yer buldu.
İlginç olan ise EFSA’nın raporunda da yer aldığı gibi palm yağı; hamur işi gıdalar, margarinler, çikolatalar, dondurmalar başta olmak üzere pek çok gıda ürününde kullanılıyor olmasına rağmen ürün olarak çikolatanın, marka olarak da Nutella’nın öne çıkarılmasıydı.
Nutella’nın neden hedef tahtasına konulduğunu bilmiyorum. “Şirketler arası rekabet.” diyen de var, “Türk fındığı kullandığı için.” diyen de…
Türkiye’de, palm yağı üzerinden Nutella karşıtı haberleri yapan gazete ve televizyonlar içinde her “yandan-yönden” olanı var. Dolayısıyla haberlerden, bilinçli bir “rekabet veya Türk fındığı karşıtlığı” intibaı edinmedim. “Olsa olsa, araştırıp soruşturmadan, işin sonunun nereye varacağını da umursamadan, sırf sansasyonel haber yapma ölçüsüzlüğü.” diyebilirim. Eh, bu konuda da basınımız bir hayli “uzmanlaştı (!)” artık.
Yok, eğer bir tarafları kasıtlı olarak kolluyor ve kötülüyorlarsa, bu haberlerin en çok da “Türk fındığına” zarar vereceği aşikâr iken böylesi haberler yapmaya devam ediyorlarsa yazıklar olsun.
Diğer taraftan, palm yağının gıda sanayisindeki hakimiyetine, dolayısıyla palm yağı üreten ülkelerin hakimiyetine son verme girişimi de olabilir. Bu durumda da palm yağının yüzde 85’ini üreten Endonezya ve Malezya’nın birer İslam ülkesi olması konusuna dikkat çekmek isterim. “Böyle olmuştur.” demiyorum fakat yazılıp çizilenlerin, özellikle bu iki ülkenin satışlarına zarar vereceğini tahmin etmek için iktisatçı olmak gerekmez.
Gıda sanayimizin tepkisi yetersiz
Gıda sanayimizin palm yağını iki önemli sebeple kullandığını düşünüyorum: Ucuz maliyeti ve trans yağ içermemesi. Doların Türk Lirası karşısında aşırı değerlenmesi son aylarda maliyetler üzerinde baskı oluşturmuşsa da yorumum bu günlerle ilgili değil. Buna rağmen kullanılan gıda içindeki maliyet payının hâlâ diğer yağlardan ucuz olduğunu düşünüyorum. Yani palm yağı hem ucuz hem de insan sağlığına zararı konusunda hem fikir olunan -ki bu durum çok az gerçekleşiyor- trans yağ içermeyen bir yağ.
Gelelim gıda sanayimizin temsilcisi durumundaki sivil toplum kuruluşlarının yani yağ sanayimizin doğrudan temsilcileri Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği (BYSD) ile Mutfak Ürünleri ve Margarin Sanayicileri Derneği (MÜMSAD) ve bu iki derneğin de üyesi bulunduğu gıda sanayimizin ülkemizdeki üst kuruluşu Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonunun (TGDF) tepkilerine:
BYSD ve MÜMSAD’ın sitelerinde konu ile ilgili tek bir açıklama yok. Sadece 21 Ocak Cumartesi akşamı, konunun tartışıldığı CNN TÜRK’teki “Gündem Özel” programında MÜMSAD Başkanı Metin Yurdagül de vardı fakat eleştiriler karşısındaki açıklamaları vatandaşı ikna etmekten uzaktı.
TGDF, palm yağı aleyhtarı haberlere en hızlı tepki veren sivil toplum kuruluşuydu. Hemen bir basın bülteni yayımladılar fakat basın bülteninde bir tuhaflık vardı. Deniyordu ki:
“Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu kurulduğu günden bu yana halkımızın sağlıklı, kaliteli ve ekonomik beslenmesini sağlamak hedefiyle çalışmalarını sürdürmektedir. Bu çerçevede Palm yağına ilişkin kamuoyu gündemine gelen 2016 tarihli EFSA çalışması sektörümüzün gündeminde yer işgal etmemektedir. Zira ülkemiz gıda sanayindeki endüstriyel yağ üretiminde eski teknolojiler yaklaşık 10 yıl önce tamamen terk edilmiş ve dünya standartlarının üzerinde üretim yapılmaya başlanmıştır.”
“Hiçbir şey söylenmediği” yeterince açık olduğu için bu basın bültenini yorumlamak istemiyorum fakat “…2016 tarihli EFSA çalışması sektörümüzün gündeminde yer işgal etmemektedir.” cümlesi anlaşılır gibi değil. Gıda sanayimizin paydaşlarından biri olan EFSA’nın bir çalışması, nasıl olurda TGDF’nin gündeminde yer işgal etmez. Üstelik TGDF, bu güne kadar, gıdada risk değerlendirme kuruluşu olarak EFSA’yı ve yapılanmasını daima örnek göstermiş ve benzer bir kuruluşun Türkiye’de de kurulması gerektiğini savunmuştur.
Diğer taraftan EFSA, bir sağlık riskinden bahsediyor. Bir sağlık riski, nasıl olur da TGDF’nin gündeminde yer almaz. TGDF’nin, “maksat aşan” bu cümleyi düzeltmesi gerekir.
Kısa basın bülteninin devamında, birkaç cümle ile teknik açıklamalar da yer alıyor.
Peki, basın bültenindeki cümleleri okuyan bir vatandaş (tüketici, müşteri), palm yağı kullanılan gıda ürünlerinin sağlığına zararı olmadığı konusunda en ufak bir olumlu fikre kapılmış mıdır?
Hep “bilgi kirliliğinden” bahsediliyor ya bu bilgi kirliliğini, doğru ve anlaşılır bilgi ve uygulamalarla gıda sektörü ortadan kaldırmayacaksa kim kaldıracak?
Gıda sanayisi muhaliflerinin yaklaşımı
Ben bunlara “Müzmin gıda sanayisi muhalifleri” diyorum.
Bunlar, gıda sanayisinin her ürettiğine karşıdır. Onların muhalif olması için “sanayi” kelimesi yeterlidir.
Bunlar uzun yıllardır EFSA ve benzeri kuruluşları reddederler. Ta ki işlerine gelen bir açıklama yapılmasına kadar. Bu defa da öyle oldu. EFSA’nın, asli görevi icabı yaptığı bir uyarı, müzmin gıda sanayisi muhaliflerini harekete geçirmek için yetti. Gıda sanayisini karalamak için, reddettikleri EFSA’nın açıklamasını kaynak göstermekten çekinmediler.
Bakanlıkların yaklaşımı
Gıdadan hukuken sorumlu kurum olarak Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, halkın sağlığından sorumlu kurum olarak Sağlık Bakanlığı, bizzat bakanların ağzından, konunun takipçisi olacaklarını açıkladı.
Bu noktada bakanlıkların, öncelikle Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının görevi, sadece palm yağı kullanımını takip etmek değil elbette; bütün gıdalardaki limitleri hassasiyetle kontrol etmesi ve mevzuata uymayan üreticileri “şiddetle” cezalandırması gerekiyor.
Peki, böyle mi oluyor? Hayır.
Defalarca taklit ve tağşiş listesinde yer almış firmalar üretime devam ediyor. Bu durumdan Bakan bile şikâyetçiyse dönüp halka, “Bize güvenin.” diyemezsiniz.
Palm yağı konusunda da durum aynı. Bakanlıklar ne derse desin, vatandaş, bilhassa gıda sanayisinin yeterince denetlenmediğine inanıyor, dolayısıyla sanayi ürünleri hakkında şüphe duyuyor.
Sonuç
Palm yağı için ifade edilen riskler, katı veya sıvı bütün yağlar için geçerlidir. Örneğin her yağın, farklı sıcaklıklarda da olsa, belli bir ısınma sıcaklığından sonra zararlı olduğu herkes tarafından bilinir.
Sadece gıda sanayisinin değil topyekûn gıda sektörünün yeterince denetlenmediği konusunda ben de vatandaşla aynı kanaatteyim. Bu ülkede çok ciddi bir denetim sorunu var.
Gıda sektörünü temsil eden sivil toplum örgütlerinin, güvenilirliğe yönelik çalışmaları yetersiz. Örneğin çok azı dışında öz denetim çalışması yapmıyorlar. Sürekli “merdiven altı üretimden ve bilgi kirliliğinden” şikâyet ediyorlar. Yani hep şikâyet, hep şikâyet…
Güzelim topraklarımızı betona feda etmesek, doğru planlamalarla verimli kullanabilsek, belki bugün palm yağını tartışmıyor olacaktık.