Her iki haber de bir hayli uzun verildi. Muhabirler, hazırladıkları haberleri birer halk kahramanı edasıyla sundular.
Örnek haberlerimizden ilki fındık fiyatlarıyla ilgiliydi. Sezon başında üreticiden ortalama 13-15 liraya alınan -kabuklu- fındığın fiyatının 9 liraya düştüğü anlatılıyordu…
Giriş anlatımından sonra, fındığın fiyatının düşmesinden dolayı tepkili olan bir üreticinin konuşmaları yansıtıldı ekrana. Üretici “zarar ettiğini” söylüyordu. Öfkeliydi.
Haberin bu bölümündeki fındık görüntülerinin tamamı “kabuklu”ydu.
Sonra -dökme- fındığın perakendecide en az 5 katına satıldığı vurgulandı. Yoruma perakendeci tezgâhlarından görüntüler eşlik etti.
Bu defa görüntülerde “iç fındık” vardı.
İşte dananın kuyruğu burada kopuyor: Haberde kabuklu fındıkla kabuksuz fındığın fiyatı karşılaştırılıyor, fireler dikkate alınmıyor. Oysa 100 kg kabuklu fındıktan en fazla 50 kg iç fındık elde edilebilir.
Yani haberdeki ile gerçek fiyat arasındaki fark yüzde 100.
Benzer haberler süt fiyatları için de yapılıyor. Önce üreticinin ağzından “çiğ süt fiyatlarının çok ucuz olduğu, bu sebeple ineklerini kesime gönderdiği” anlatılıyor. Fiyat 80 kuruşa kadar düşmüş.
Sonra marketteki görüntülere geçiliyor. Muhabir eline 1 litrelik kutu süt alıp, “80 kuruşa alınan sütün 4 liraya satıldığını” söylüyor. Etiketi çekmedikleri için öyle mi değil mi anlayamıyoruz!
Diyelim ki 4 liraya satılan kutu süt var. İyi de -markası farklı olsa da- aynı sütün 2 liraya satıldığı yerler de var. Hem de ulaşılabilir satış yerlerinde. Hatta “4 lira” denilen sütle aynı markette ve aynı rafta. Hatta hatta “4 lira” denilen süt bile zaman zaman promosyonla çok daha ucuza satılıyor.
Yani haberdeki ile gerçek fiyat arasındaki fark yüzde 100.
Önce iğneyi kendinize batırın
Yazının buraya kadar olan bölümü, “Fındık ve süt üreticileri mağdur değil mi yani?” dedirtmiştir mutlaka. Mağdur elbette ama ben diyorum ki: Yeter “mağdur edebiyatı” ile vakit kaybettiğimiz¹. Gerçeklerimizle yüzleşelim.
Önce şu gerçeği kabul edelim:
Üretim ister tarlada yapılıyor olsun ister fabrika veya dükkânda ya da el veya makine kuvvetiyle hepsi de birer ticari faaliyettir. Yapılanların tamamının tanımı iş, iş yapılan yerlerin tamamının adı da işletmedir. Herkes, para kazanmak ve kâr etmek için bir işle uğraşır. Hatta tüketicinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere yaptığı nihai alım bile, içinde para ve kâr unsurlarının yer aldığı ticari bir faaliyettir.
Bu ticari faaliyetlerin -hangi aşamasında olursa olsun- içinde yer alanlar, birbirlerine muhtaçtır ve biri olmadan diğeri veya diğerleri var olamaz.
Bu ticari faaliyetlerin hiçbiri, kâr etmeden devam ettirilemez.
Gelelim asıl derdime:
Dünyada üretilen toplam fındığın yüzde 65’ini Türkiye üretiyor. Bu miktar, Türkiye’nin ihtiyacının 5 katından fazlasına tekabül ediyor. Fındığımızın kalitesi ve aroması da en üst seviyede.
Peki, üretime bu kadar hakimken, satışa hakim miyiz? Hayır. Sadece yurt dışına satıştan, fındık borsasının Almanya Hamburg’ta olmasından ve fiyatlara etki edemiyor olmamızdan bahsetmiyorum üstelik. Söylendiğine göre, yabancı bir firma fındıkta tekel olmak üzereymiş ve fiyatların düşmesinin sebebi de onlarmış.
Söylenenler doğru mu? Bilmiyorum.
Doğruysa nasıl oluyor da bir yabancı firma fındık piyasamızı istediği gibi yönlendirebilecek güce ulaşabiliyor? Ayrıca, her türlü ticarette “tekel” olmayı önleyecek yasalarımız yok mu? Var. Bu şartlar altında Fiskobirlik ne işe yarıyor? Web sitesinde, 240.000 ortağı olduğu yazılı da ondan soruyorum. Üreticiler, birer ortak olarak, sahibi oldukları kurumu neden sorgulamıyor, harekete geçirmiyor veya geçiremiyorlar?
Sorun bu veya değil… Kesin olan, sorunun varlığı. Dolayısıyla Fiskobirlik ve üreticilere sorularım kalıcı.
Benzer soruları süt üreticilerine de soruyorum:
Birliklerinizi ve kooperatiflerinizi sorguluyor musunuz? “Sanayiciyi suçlamaları yeterli.” diyenlere söyleyeceğim yok. Onlar ağlamaya devam edebilirler!..
Benim sorguladığım, örneğin maliyetlerin ucuzlaması, verimin ve kalitenin artması için neler yapıyorlar? Üreticinin, veteriner, yem, bilgi vs. gibi üretime dönük ihtiyaçları ile ne kadar ilgileniyorlar? Neden damızlık sorununu bir türlü çözemiyorlar? Neden sürekli yurt dışından hayvan ithal etmek zorunda kalıyoruz? Süt satış anlaşmalarının üretici ve sanayici tarafından usulsüz uygulanmayışına neden müdahil olmuyorlar? Toplam 18,5 milyon sütün 8,5 milyonu hangi şartlarda, kaça satılıyor ve bu üreticiler neden birlik ve kooperatiflere üye olmaktan kaçınıyor? Kayıt altındaki sanayici, 8,5 milyon tonluk kayıt dışı ürün ile nasıl rekabet edecek?
Unutmayalım, fındıkta, sütte ve daha birçok üründe, üreticilere hizmet için kurulan, üreticilerin ortağı olduğu birlik ve kooperatifler var.
Bunlar öyle sıradan kuruluşlar değil… Her yıl ellerinden milyarlar (katrilyonlar) geçiyor. Özel kanunlarla kurulmuşlar ve özel görevler üstlenmişler. Bu halleriyle “yarı resmi” kuruluşlar desem, yanlış bir niteleme yapmış olmam.
Öyleyse üretici, sorgulamaya, ortağı olduğu örgütten başlamalı.
Basınımız da, abartılı magazinsel üretici haberleri yapmak yerine, bu örgütlerin yöneticilerini programlarına davet edip, görevlerini ve projelerini sorgulamalı.
Başarılı örgütler örnek olsun diye, bunların yöneticilerini de sık sık davet edip, diğerlerinin gözüne sokmalı.
Örneğin Tire Süt Kooperatifinin, Pankobirlik’in yöneticilerini…
¹“Mağdur edebiyatı” nitelemesi, hem üretici hem sanayici hem de tüketici için geçerli.