Yaşam İçin Gıda’da, 07-08 Nisan günlerinde, Nazlı Akçay Eskizara imzasıyla iki önemli haber yayımlandı.
Haberlerde, AB’nin Meksika ve Şili ile yürüttüğü organik et ticareti görüşmelerinin anlaşma ile sonuçlandığı ve bu anlaşmaların, taraflara, organik et sektörü için pek çok yarar sağlayacağı bildiriliyordu.
Anlaşmalar bize gösteriyor ki organik ürünlere talep hızla artmaya devam edecek.
Neden organik tarım
“Organik” ifadesi, gıda ürünlerinde “Doğal”ın eş anlamlısı olarak kullanılıyor. İnsanlığın “doğal” ve “organik” olana ilgisi, -bitmez tükenmez hırsıyla- doğanın dengesini bozduğunu anlamaya başladığı günden itibaren başladı. İnsanlık, şimdi bozduğu dengeyi tekrar sağlamak için çareler arıyormuş gibi görünüyor. “Görünüyor.” diyorum çünkü ne kadar samimi olduğumuzu zaman gösterecek.
“Organik tarım” denilince akla sadece bitkisel üretim gelmemeli. Bitkisel ve hayvansal üretimin tamamı “organik tarım” ibaresi ile ifade ediliyor.
Organik tarımın bir tarafında doğal (ekolojik) denge, bir tarafında insan sağlığı, diğer tarafında ise yeni bir ticaret alanı var.
Organik tarım, hem doğal dengeyi korumanın hem sürdürülebilir üretimin, organik ürünler ise beslenme yoluyla hastalıklardan korunmanın en etkili yolu olarak insanlığın gündemindeki yerini her geçen gün daha da sağlamlaştırıyor.
Türkiye ve dünyada organik üretim
Organik üretimin bütün aşamaları önemli ve özel dikkat gerektiriyor: Toprağından tohumuna ve fidanına, gübresinden ilacına ve yemine kadar her şeyin organik; toplama, taşıma ve depolama alanlarının da mevzuata uygun olması gerekiyor ki yarı mamul veya mamul ürüne “organik” denilebilsin. Reklam ve tanıtımları bile mevzuatla ayrıca düzenlenmiş. Üretimin bütün aşamalarının, resmi otorite tarafından sıkı takibi gerekiyor.
Bu sebeplerle ben, “organik üretime”, “denetlenebilir doğal üretim” diyorum.
Türkiye’de, 5262 sayılı Organik Tarım Kanunu, 03 Aralık 2004 tarihinde yayımlanmış. Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına Yönelik Yönetmelik’in yayım tarihi ise 18 Ağustos 2010.
Yönetmelik yaklaşık 6 sene sonra çıkarılmış. İstatistik incelemelerimde sıkça karşılaştığım “Geçiş Dönemi” ibaresinin sebebi, bu uzun dönem olsa gerek.
Mevzuat, organik ürün elde edilen alanları, “organik tarım alanları” ve “doğadan toplama yapılan tarım dışı alanlar” olarak ikiye ayırmış. Beni ilgilendiren daha çok birincisinde yapılan üretim çünkü her aşaması insan eliyle düzenleniyor. Böyle olunca da suiistimal ihtimali artıyor.
Konu ile ilgili veriler yetersiz ve bir hayli karışık. Son 12 yılın Türkiye verilerine ulaşılabiliyorsa da farklı kıstaslar esas alındığı için iyi bir incelemeden geçirmeden, yayımlamak istemedim. İnşallah başka bir yazıda…
Yine de uluslararası organik tarım ürünleri ticaretinin geldiği seviyeyi görmek bakımından, 1999’da 15,2 milyar dolar olan dünya organik pazarı büyüklüğünün, 2011’de 62,9 milyar dolara ulaştığını söylemeden geçmeyeyim¹. Yarıdan fazlası ABD’nin olmak üzere, ABD ve AB’nin bu pazardaki payı yüzde 80’in üzerinde. Demek ki bugün itibarıyla karşımızda 100 milyar dolarlık bir organik tarım ürünleri pazarı duruyor.
ABD’nin de tıpkı AB gibi, Güney Amerika başta olmak üzere -54 yıllık sıkı ambargonun ardından Küba dâhil- bölge ülkeleri ile organik tarımda sıkı iş birliği yolunda hızla ilerlediğini de belirtmem gerekiyor.
İşte burası çok önemli: AB, çok önemli bir organik gıda pazarı, coğrafi olarak da bize çok yakın. Üstelik AB ülkeleri, en önemli dış ticaret ortaklarımız. Ek olarak dünyanın petrol zengini ülkelerine de çok yakınız ve onların tarımsal üretimi neredeyse yok. Biz ise hem toprak ve mera-otlak alanlarının büyüklüğü hem de organik tohum ve hayvan türleri bakımından bu imkâna fazlasıyla sahibiz.
Üstelik doğal imkânların yanında meyve-sebze, tarla bitkileri, anaç sığır-manda, buzağı, anaç koyun-keçi, arılı kovan, alabalık-çipura-levrek için devlet desteği de veriliyor.
Sonuç olarak…
Yağ var, un var, şeker var; sıra helva yapmada.
¹http://www.tzob.org.tr