Nihayet beklediğimiz açıklama yapıldı. “Milli Tarım Projesi” 15 Ekim’de Başbakan Binali Yıldırım tarafından açıklandı.
Aynı konularda bilmem kaçıncı defa “Milli veya Yerli” adıyla projeler ilan edilmiş olduğunu unutup, hatta “Bu defaki “Milli Tarım Projesi” ise önceki projeler neydi?” sorusunu bile sormadan ve bunca yıl tarım ve hayvancılıkta büyük başarılar elde edildiği anlatıldıktan sonra ve de anlatılmaya devam ediliyorken, hepsini bir tarafa bırakıp, açıklamaları “Bu defa İnşallah!..” temennisiyle değerlendirelim.
Üreten Türkiye
Bence açıklamaların en önemli cümlesi şu: “Gelecek nesillere üreten bir Türkiye bırakmak istiyoruz.”
Bu amaçla yapılacak hiçbir çalışmayı desteklememek mümkün değil ama niyet yetmez. Hatta bazen iyi niyetle yapılanın sonucu kötü niyetle yapılandan daha kötü olur. Niçin? Yeterince düşünülmemiştir, danışılmamıştır, çalışılmamıştır, planlanmamıştır.
Dolayısıyla niyeti sonuna kadar desteklemekle birlikte söylenenleri akılcılığı ve gerçekçiği öne alarak irdeleyeceğim.
Daha “Yaşam İçin Gıda” için kaleme aldığım ilk makalede “En önemli mal gıdadır¹.” başlığını kullanmış ve rahmetli Süleyman Demirel ile yaptığım bir söyleşiden alıntı yaparak, durumun önemini şöyle vurgulamıştım: “Eğer bir ülkenin toprakları ekilmiyorsa ve gıda ana maddelerini çıkarmıyorsa o ülke zaman zaman büyük sıkıntılar içine girebilir. Dünyanın binbir türlü hali vardır. Nitekim dünya konjonktürü karışır, savaş olur, şu olur bu olur, hudutlar kapanır; o zaman kendi yiyeceğini çıkaramayan ülke açtır. Açlık ve sefalet denilen olay budur.”
Hatta üretmenin de yeterli olmayacağını, “ulaşılabilir” ve “satın alınabilir” olması gerektiğini, bunların da insan hakkı ve hükümetlerin görevi olduğunu vurgulamıştım.
Yapılacakların diğer önemli yanı ise “sürdürülebilir” olmasıdır ki bu da üretici-perakendeci-tüketicilerin birlikte memnuniyeti ile mümkündür.
Gıdanın gerçek anlamda kazanca dönüştürülebilmesi için ise dünya ticaretinde kalitesi ve fiyatıyla “rekabet edebilir” olması lazımdır.
Başbakan’a göre birçok ülke kendi kendine yetmiyor ve daha da kötüsü verimli topraklar yok oluyor, gıdaya erişimdeki dengesizlik insanlığın geleceğini tehdit ediyor.
Bu tespitlere katılmamak mümkün değil ancak devam cümlelerinde “Bütün bu sıkıntılar bizde yok.” diyerek “gerçekçilikten” “siyasetçiliğe” hızlı bir geçiş yapıyor. Halbuki “her yıl 100 bin hektar tarım alanının tarım dışına çıkarıldığı” tespiti doğrudan devlet kurumlarının raporlarında yer alıyor.
Bununla da bitmiyor: Mera ve otlaklarımızdaki tahribat da hayvancılığımızı tehdit eder hale geldi. Geri dönüşü mümkün olmayan noktaya doğru gidiyoruz.
Bir taraftan, “Milli Tarım Projesi”nin bütün bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak için planlandığını söylenirken, diğer taraftan her şey yolundaymış gibi davranmak… Siyasetten pek anlamadığım için siyaset böyle yürür mü bilmiyorum ama hiçbir şart altında “gerçekçilikten” uzaklaşmamak ve hesabımızı yaparken “gerçeklerden” ayrılmamamız gerektiğini biliyorum.
Örneğin böyle bir konuda açıklama yapılırken “Alın teriyle sulanmayan hiçbir toprak bereketini sofraya taşıyamaz.” cümlesi de bana anlamsız geliyor. “Alın teri ve bereket” kavramlarının önemine inanıyorum elbette hatta iman ediyorum fakat “alın teri ve bereket”, “gayret ve helal” kavramları ile ilgili ortak kavramlar. Burada sözünü ettiğimiz ise bilime dayalı planlamalar, mevzuat ve uygulamalar. Tohum, hayvan, toprak, mera, otlak, orman ıslahı da bilimin içinde makineleşme de zararlılarla mücadele de hatta -tarım ve hayvancılıkta karşı olduğum- genetiğin değiştirilmesi uygulamaları da ürünlerin nakliyesi de sanayi de…
14 yılın ardından
Başbakan Yıldırım, AKP iktidarları boyunca yapılanlara dayanak olarak 18.04.2006 tarih ve 5488 sayılı Tarım Kanunu’nu gösteriyor ki birçok destek ve düzenlemenin bu Kanun’a dayanarak gerçekleştirildiğini biliyoruz. “Tarım Alanlarının Toplulaştırılması” ve “Havza Bazlı Üretim” gibi çok önemli ve gerekli mevzuatın dayanağı da bu Kanun.
Tarım Kanunu saptamasından sonra Başbakan, 14 yılda yapılanlarla ilgili verileri açıklıyor. Örneğin “tarıma 90 milyar lira destek verdiklerini” söylüyor. Tarım kredilerindeki yüzde 60’lara varan faiz oranlarını yüzde 1 ile 8 oranına gerilettiklerini söylüyor.
Bu verileri kimse inkâr etmiyor ancak “Üretici-perakendeci-tüketici memnuniyeti ve sürdürülebilirlik bakımlarından istenen sonuca ulaşılabildi mi?” sorusunun cevabı “Hayır”. Sorunlar, kısa zamanda ve kolayca halledilebilecek gibi de değil. Öyleyse bir taraftan yapılanlar anlatılırken bir taraftan da hatalar sorgulanmalı ve bu sorgulamayı bir nevi öz eleştiri şeklinde yetki ve sorumluluk sahipleri yapmalı.
Diğer taraftan, “veri okuyuculuğu”, üzerinde son derece ciddiyetle durulması gereken bir konu. Örneğin bitkisel üretimin 98 milyon tondan 117 milyon tona çıkarıldığı söyleniyor ki 19 milyon tonluk artı değerin hangi ürünlerden kaynaklandığı belli değil. Dolayısıyla bu artışın tarımımızı olumlu veya olumsuz etkilediği konusunda yorum yapamıyoruz.
Hayvansal üretimde de aynı durum söz konusu: Hayvansal üretimin ikiye katlandığı söyleniyor. Bu katlanmaya kırmızı etin, beyaz etin, balığın, sütün, balın vs. katkısı nedir, bilmiyoruz.
Önemli mi?
“Milli Tarım Projesi” hazırlıyor ve ilan ediyorsanız ve de bu Proje’nin önemli dayanaklarından biri “Havza Bazlı Üretim” üzerinden yapılacak üretim planlaması ise önemli. Hem de çok önemli. Kaldı ki tarıma verilen 90 milyar lira gibi küçümsenmeyecek bir destekten bahsediliyor ve buna rağmen örneğin bizzat Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, daha birkaç gün önce “Yıllık 1 milyon 300 bin ton et tüketimimiz olduğunu, et üretimimizin ise 1 milyon 100 bin ton civarında gerçekleştiğini…” söylüyor. Devam ediyor ve diyor ki: Kırmızı et ihtiyacımızı dışarıdan et ithalatıyla mı karşılayacağız yoksa kendi bünyemizden hayvan varlığımızın sayısını artırarak mı karşılayacağız. Karar noktasındayız.”
Başbakan Yıldırım ise Bakan Çelik’in açıklamasından birkaç gün sonra, “Hani hayvancılık geriye gidiyordu? İki kat artmış.” diyebiliyor.
Yıldırım, tarımsal gelirimizin 36 milyardan 150 milyara dayandığını da belirtiyor. İhracat 4 milyar doların altından 17 milyar dolara çıkmış.
Bunlar da güzel rakamlar ancak “istatistik okuyuculuğu” tarafından bakınca yine yeterli değil. Bu rakamların anlamlı olması için örneğin “ithalat” rakamlarını da bilmemiz gerekiyor. Ne alıp ne sattığımız bile önemli.
Maalesef iktidar olarak da muhalefet olarak da vatandaş olarak da biz bunu hep yapıyoruz: Rakamları istediğimiz gibi kullanmaktan çekinmiyoruz. “Akılcı ve gerçekçi” bulmadığım öncelikle bu tutum işte.
Ha bir de hedefler var. Örneğin 2023’te tarımda 150 milyar dolar gelir, 40 milyar dolar ihracat hedefliyormuşuz. Bu hedefler de “gerçekçi değil”.
“Gerçekçilikle” ilgili ısrarımın dikkatinizi çektiğini biliyorum. Ben de çeksin istiyorum zaten çünkü sık yaptığımız hatalardan birisi (sadece tarım ve hayvancılıkta değil) uçuk hedefler koyup sonra o hedefe ulaşmak için sürdürülebilir işleyişi bozacak kararlar almak, uygulamalar yapmak. Ayakları yere basmayan uygulamalar, bırakın fayda getirmeyi, orta ve uzun vadede son derece zararlı sonuçlar doğuracaktır.
Havza bazlı üretim ve arazilerin toplulaştırılması
Beni en fazla heyecanlandıran ve sevindiren karar “tarımda havza bazlı üretime destek verilecek” olması. 29 Ağustos’ta “Tarım Havzaları Üretim ve Destekleme Modeli²” başlıklı bir makale kaleme almış, konu ile ilgili düşüncelerimi, havzaları ve havzalara bağlı olarak desteklenecek ürünlerle ilgili linkleri orada paylaşmıştım.
Havza bazlı üretim, “arazilerin toplulaştırılması” ile birlikte düşündüğümüzde daha da önemli hale geliyor. Bakan Faruk Çelik’in ifadesiyle: “Ülkemizde 24 milyon hektar tarıma elverişli arazi var ve 32,5 milyon parsel var. Her işletmeye 60 dekar arazi düşüyor. Bizim ayarımızdaki ülkelerde bu miktar 525 dekar. Böyle parçalı bir tablodan sağlıklı bir verim elde etmek mümkün değil.”
Tabii bir de su konusu var. Model planlanırken su da belirleyicilerden biri olmuş. Türkiye’nin “su kıtlığı çeken” ülkeler sınıfında olduğu ve önümüzdeki 25 yıl içinde “su yoksulu” ülkeler sınıfında yer alma ihtimalinin yüksek olduğu düşünüldüğünde, sulamaya önem verirken “vahşi sulamadan vazgeçip, yağmurlama ve damla sulamayı” ciddiyetle ve ısrarla öne alması gerekiyor.
Havza Bazlı Üretim Modeli, “Milli Tarım Projesi” içinde vazgeçilmez bir yere sahip. Keşke “Milli Tarım ve Hayvancılık Projesi” denilseydi.
Doğru uygulanabilirse, tarım ve hayvancılığımız milli kaynaklarla kendi ayaklarının üzerinde duracak hale gelebilir.
Tarımla ilgili diğer önemli başlıklar
TMO’nun etkin bir şekilde kullanılacağının ifade edilmesi tarımımız için sanıldığından çok daha fazla önemli. Ne kayıtsız şartsız serbest piyasa savunucusuyum ne de kayıtsız şartsız devlet müdahalelerinden yanayım. Her konuda olduğu gibi bu konuda da -yine- akılcılık ve gerçekçilik çerçevesinde “Devlet gerekeni yapmalı” diyorum. Zaten en serbest piyasa yanlısı devletler bile, böyle davranıyor.
Başbakan Yıldırım, destekleme başvurularının basitleştirileceğini de belirtti. Sadece ödemelerle ilgili değil, her türlü başvuru ile ilgili yol haritası basitleştirilmeli. Örneğin çiftlik kurmak isteyen bir müteşebbis, uzun süren gelgitler dışında aracılara muhtaç edilerek de mağdur ediliyor. Oysa devletin müteşebbise rehberlik edebilecek hem sayı hem kalite olarak yeterli elemanı var.
Başbakan, KDV’nin kaldırılması ve yapılan diğer çalışmalarla gübrenin yüzde 23 ucuzlatıldığını da söyledi. Yüzde 23, çok önemli bir oran. Ayrıca çiftçinin kullandığı mazotun yarısının devlet tarafından ödeneceğini duyurdu. Sadece gübre ve mazot, tarımdaki en önemli maliyet kalemleri. Dolayısıyla desteklerin, üretim maliyetlerine ve tüketici fiyatları ile ihracat rakamlarına yüksek miktarda etki etmesini beklemek hakkımız.
Basın toplantısının en dikkat çeken cümlelerinden biri de Başbakan’ın “Tarım yapılacak yere bina yapmak ihanettir.” cümlesiydi. Buna erozyonun önlenmesini de ekledi.
Ben de diyorum ki: Konuların takibini yapmak ve hainleri hak ettikleri şekilde cezalandırmak sizin göreviniz Sayın Başbakan. Cezalandırmazsanız vebali boynunuzadır.
Milli Tarım Projesi’nde hayvancılık
Milli Tarım Projesi’nin ikinci bölümü hayvancılıkla ilgili. Başbakan’ın konuşmasında “yanlıştan döndüklerinin” işaretleri var çünkü “Hayvancılıktaki modelin esas itibarıyla yerli üretimi destekleme modeli…” olduğunu söylüyor. Demek ki bugüne kadarki uygulamalarda tersi hatalar yapılmış.
Hayvancılıkta milliliği ise “mera ıslahı ile kendi damızlığımızı kendimizin yetiştirmesi” olarak açıkladı. Tarım Havzaları Modeli’ne benzer bir model hayvancılık için de uygulanacak ve desteklenecek. Meraların, hayvancılık yapmak isteyenlere “ıslah şartıyla” cüzi paralarla kiraya verilmesini ısrarla desteklediğim zaten okuyucularımın malumudur. Böylece hayvancılığımızın en önemli iki konusuna parmak basılmış oldu.
Hayvancılık konusunda çiftlik hayvancılığı ve suni yem ihtiyacı konusunun göz ardı edilmiş olmasını doğru bulmadım. Türkiye, ne meraları ne yem tarımını ne de suni yemi ihmal edebilir.
Et ve Süt Kurumu’nun süt fiyatlarına müdahale etmesine ise bir itirazım olmaz. Dönemsel üretim farklılıklarının sebep olduğu fiyat farklılıklarını önlemenin başka yolunu bulamadık maalesef.
Konu sütten açılmışken iki önerimi yetkililere iletmek istiyorum: Büyükbaş ve küçükbaş hayvan varlığımız ve süt üretim miktarımızla ilgili rakamların doğruluğu ile ilgili şüphelerim var. Bakanlığın yıllardır devam eden hayvan varlığımızı kayıt altına alma gayretlerine rağmen (küpeleme gibi) başarılı olunamadı. Daha fazla gayret gerekiyor. Lütfen ciddi bir sayım yapın.
Hayvancılıkta hastalıktan ari bölgelerin yaygınlaştırılması konusuna gelince:
Birincisi şimdilik sadece Trakya “ari bölge”, ikincisi Trakya sadece “şaptan ari bölge”. Örneğin tüberküloz (verem) ve brusella (Malta veya Akdeniz humması) ne olacak? Hastalıktan Ari Bölgeler Oluşturma Projesi, uygulanması zor bir proje. Başarılı olabilmek için sınırların ve yurt içi hayvan dolaşımının çok sıkı kontrol edilmesi gerekir.
Sonuç
“Açıklamalar ne zaman uygulamaya dönüşecek? Hangi konularda hangi sürelerde sonuç alınması planlandı?” gibi soruların cevapları gecikilmeden verilmeli.
Desteklerin amacına uygun kullandırılması ile üretici ve tüketici fiyatlarına nasıl yansıyacağının takip edilmesi belki de en zor ve en önemli konu ama yeterince takip edilemezse de Proje hedefine ulaşmayacaktır. Dolayısıyla kaynak israfının yanında bağımlılığın artmasına da sebep olacaktır.
Yetmez, Proje’nin nihai hedefi bütün girdilerin “millileşmesi” olmalıdır.
Milli Tarım Projesi vesilesiyle Başbakan Yıldırım’ın konuşmasını dinledikten sonra memnuniyetle gördüm ki 04 Ocak 2016’dan itibaren, Yaşam İçin Gıda’daki makalelerimde, bahsi geçen konuların tamamını ele almış, irdelemiş ve çözüm yolları ile ilgili düşüncelerimi paylaşmışım.
Bitmedi elbette. Daha irdeleyecek çok konumuz olacak. Hele uygulamaları bir görelim de…
¹https://www.yasamicingida.com/en-onemli-mal-gidadir/
² https://www.yasamicingida.com/tarim-havzalari-uretim-ve-destekleme-modeli/