Margarinin Türkiye’deki hikâyesi

0
14210
Ali Osman Mola
Ali Osman Mola / [email protected]

Margarin, üzerinde en çok konuşulan gıda ürünlerinden biri. Karşı olan çok, neredeyse kullanmayan yok.

Türkiye’yi margarin ile tanıştıran firma, Unilever.

Unilever, Türkiye’nin en eski yabancı yatırımcılarından biri. Ekonomik anlamda, arzu edilen bir yabancı yatırımcı. Türkiye’deki ilk yatırımı, 1952 yılında İstanbul Bakırköy’de kurduğu margarin fabrikası. Sonraki yıllarda Türkiye’de temizlik, gıda ve kişisel bakım ürünleri üretmeye de başlamışlar. Bugün 8 fabrikası, 5000 çalışanı ve 34 ülkeye ihracatı ile Türkiye’nin önemli firmalarından biri.

Unilever, adını, Hollanda merkezli margarin üreticisi Margarine Unie ile İngiliz sabun şirketi Lever Brothers’ın ortaklığından almış. Yani Unilever’in ortakları birer yağ uzmanı.

Bakırköy’de kurulan fabrika da adını çok iyi bildiğiniz bir margarini, Türkiye’nin ilk margarinini üretmek için kurulmuş: SANA. Aslında SANA ve VİTA demek daha doğru olur.

Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı

2009 yılı… Unilever Türkiye’nin kurumsal yayını “Unilever Magazin”i hazırlıyorum. Unilever Türkiye’nin tarihini bilen, o ilk yılları yaşayan emektarlarıyla söyleşiler yapmaya karar verdik fakat aradan 57 yıl geçmiş, kendilerine ulaşmak hiç de kolay değil. En genç çalışanının yaşının en az 75 olması gerekir. Pek umudumuz yok aslında.

Kısa bir süre sonra ilk çalışanın bulunduğu haberi geldi.

Haber o kadar güzeldi ki… Hem ilk çalışan bulunmuştu hem de adı geçen kişi sadece Türkiye’nin değil dünyanın yakından tanıdığı biriydi: Prof. Dr. Talât Sait Halman.

Şair, yazar, çevirmen, akademisyen, diplomat ve siyasetçi. Eserlerini ve ödüllerini yazmaya kalksam, iki üç yazıyı sadece bu bilgilere ayırmak gerekir.

Halman’ın bizi en fazla heyecanlandıran özelliği ise “Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı” olmasıydı.

O yıllarda UNICEF Türkiye Milli Komitesi Başkanlığı’nı da yürüten Halman ile 2009’un Mayıs’ında bir söyleşi gerçekleştirdik. Yurt dışından gelecekti ve zamanının az olduğu söylenmişti. Nasıl bir insanla karşılaşacağımı da merak ediyordum doğrusu. Merakım kısa zamanda hayranlığa dönüştü: Dolu, hoşsohbet, samimi ve egodan eser yok. Yarım saat diye başladığımız söyleşi, sohbete dönüştü ve yarım gün sürdü. Bu zarif insan, muhtemelen dinlenme vaktinden fedakârlık yapmıştı (5 Aralık 2014’te vefat eden Talât Sait Halman’ı rahmetle anıyorum).

Bu söyleşide Halman, hem margarinin Türkiye’ye nasıl geldiğinin hem de SANA ve VİTA markalarının ilginç hikâyesini anlattı.

Lever, pazar araştırması için Türkiye’de

Liseyi başarı ile bitirdikten sonra Columbia Üniversitesine kabul edilen Halman’ın, ABD’ye gidebilmek ve tahsilini tamamlayabilmek için paraya ihtiyacı vardır. Babası, o 17 yaşında iken vefat etmiştir ve başarılı bir öğrenci olduğu halde ABD’de burs, teknik alanlarda yahut müspet ilimlerde çalışma yapmak isteyenlere verilmektedir. O ise siyasal bilgilerde ilerlemek istemektedir. Dolayısıyla en azından gidişini ve orada bir müddet idare etmesini sağlayacak parayı kazanması gerekmektedir. Daha o yıllarda, bir taraftan edebi çeviriler yapmakta, bir taraftan da gazetelerden iş ilanlarını takip etmektedir. Bundan sonrasını kendi ağzından dinleyelim:

Bir gün, 51’in Kasım’ında olsa gerek, bir ilan gördüm. Nasıl bir insan arandığını anlatıyorlar. Belki beni düşünürler, diye başvurdum. Birkaç gün sonra ‘Mülakata gelin.’ diye telefon ettiler, gittim. Tahtakale’de eski bir binanın birinci katında, asma kat gibi, üç odalı bir ofis tutmuşlar. Dışında şirketin adı da yok. Gittiğim zaman bilmiyordum şirket ne şirketidir.

“Kırık dökük merdivenlerden yukarı çıktım. Birkaç kişi daha vardı orada bekleyen. Biraz sonra beni çağırdılar. Köhne bir oda, masa, iskemleler ve iki tane adam. İngilizce olarak bana uzun uzun sorular sordular. Epey bir sohbet ettik. Onlar da bana işi anlattılar. Lever Biraderler hakkında bilgi verdiler. Dünyanın nerelerinde neler yaptıklarını anlattılar.”

“Biz burada fazla kalmayacağız, geçici olarak geldik.” dediler. Yanlış hatırlamıyorsam, ofisi de 6 ay için kiralamışlar. “Sadece yeni çıkaracağımız margarinlerin halk tarafından kabul görüp görmeyeceğini anket sonucunda tespit etmek için buradayız. Devlet ile yazışmalarımız oluyor, raporlar var ve bizim kişisel temaslarımız var. Bütün bu işler için hem yazılı hem sözlü tercüme yapacak genç, dinamik, enerjik birisini arıyoruz.” dediler.

“Araştırmanın ilk aşaması ev kadınlarının, sokaktaki insanların, çıkarmak istedikleri iki margarine ilgi gösterip göstermeyeceği idi. ‘Acaba Türk halkı bizim yapacağımız yağları, hele margarini kabul eder mi?’ diye iki zatın kafasında büyük tereddütler vardı.”

SANA ve VİTA adları nasıl konuldu

Önce gazeteye ilan verdik, ‘Anket yapmak üzere üniversite öğrencileri aranıyor.’ diye… Kapı kapı dolaşıp, kabul edenlerle görüşeceklerdi. Çoğu kişi kapıyı açmak istemiyordu. Yanlış hatırlamıyorsam 8 erkek, 4 kız aldık. Kız almak avantajdı çünkü kadınlar erkeklere kapıyı açmaya korkar. O yüzden kızları daha kolay kabul ediyorlardı. Bir de böyle bir adet yoktu Türkiye’de.

“Her şeyden önce, ‘Hangi yağları kullanıyorsunuz?’  diye soruldu. Pişirdiğiniz yemekler için yahut kahvaltıda, kendiniz için yahut çocuklarınız için. Tabii o cevaplar çok standarttı: Sadeyağ, zeytinyağı, tereyağı gibi cevaplar vardı. Yani herkesin o yıllarda kullandığı yağların isimleri.

Tereyağı varsa da çok azdı. Küplerle gelirdi tereyağı. Bazı aileler bakkaldan alırlardı, bazı aileler köklerinin bulunduğu yerlerden getirtirlerdi.”

“İleriye yönelik eğer çok temiz, güzel, besleyici, Avrupa’da ve Amerika’da da çok rağbet görmekte olan yeni yağları, güzel paketler içinde, ucuza temin edebilirseniz, şimdiye kadar kullandığınız yağlar yerine yahut da onların yanı sıra kullanmayı düşür müsünüz? Bu ikinci temel soruydu ama bazı yan soruları da vardı.”

Üçüncüsü de isim araştırmasıydı. Bu yağları eğer almayı kabul ederseniz, size şu isimler cazip gelebilir mi: SANA ve VİTA.”

“İşte orada çok utandığım bir şey yaptım. Ondan sonra da o davranışı hayatım boyunca yapmadım. Ben dedim ki: ‘SANA çok güzel bir isim. Hem Türkçe anlamı var, senin için, ağzına layık gibi manalara geliyor hem de Türkçenin ses uyumuna çok uygun, ahenkli; hatırlanması kolay, telaffuzu kolay. Bence çok başarılı olur ama VİTA Latince bildiğim kadarıyla ve Türkçenin ses uyumuna aykırı. Onun için bunu ev hanımlarının kabul edebileceğini pek sanmıyorum.’ ‘Soralım.’ dediler.”

“Sonuçlar geldi, dökümünü yaptık: Cevap verenlerin veya bu yağlardan alabiliriz diyenlerin yüzde 95’i VİTA’yı çok beğenmişti. O kadar mahcup oldum ki…”

Ankete katılanların yüzde 95’i VİTA’yı öncelikle söylemişlerdi fakat SANA adı da yüzde 60’ı-65’i tarafından beğenilmişti. Bu noktada bir hatırlatma yapmakta fayda var. Uzun yıllar VİTA yemeklik, SANA ise kahvaltılık olarak tüketilmesine rağmen, sonunda SANA kaldı, VİTA adı kullanılmaz oldu. Halman, sonunda haklı çıktı.

Asıl ilginç olansa yabancı bir ürünün adı, henüz ürünün nasıl bir şey olduğu bilinmeden, hatta üretimi bile yokken muhtemel tüketicileri tarafından onaylanıyordu.

Halman Hoca’ya, Türkiye’de üretmeyi düşündükleri margarinler için neden SANA ve VİTA adlarını seçtiklerini de sordum (Bu söyleşiye kadar, ben de SANA adının Türkçe olduğunu sanıyordum). Sormamıştı. Tahminini söyledi:

“SANA, sağlık demek Latincede. Biri sağlık, biri hayat demek… Onun için seçmişlerdir. Sanatoryum, iyileşme yeri. Türkiye’ye gelip sormuş değiller bildiğim kadarıyla. Sizin için, senin için manasında SANA kelimesini kullansak iyi olur mu?’ diye danışmamışlar kimseye. Kendileri iki tane Latince kökenli kelime seçmiş. Belki başka yerlerde de kullanıyorlardı, onu bilmiyorum.

Türkiye’de margarin üretimi

Margarin, görüntüsü tereyağına benzemekle birlikte, bitkisel yağlardan üretilen bir katı yağ. İlk zamanlarda üretimde ağırlıklı olarak ayçiçeği ve pamuk yağı kullanılırken yakın zamanda palmiye, soya, kanola ve mısır yağları da kullanılmaya başlandı. Türkiye’nin yüksek orandaki yağ ithalatı içinde palmiye yağı önemli bir yer tutuyor ve bu yağ margarin üretiminde kullanılıyor. Tüketilen pamuk yağının büyük kısmı da margarin üretiminde kullanılıyor.

MÜMSAD verilerine göre Türkiye’nin yıllık margarin üretimi 2005’te 631.993 ton iken, 2015’te 786.483 tona çıkmış. 2005’te ürettiğimiz margarinin 487.808 tonunu içte tüketirken 144.185 tonunu ihraç etmişiz. 2015’te ise 634.395 ton iç tüketime karşılık 152.058 ton ihracat gerçekleştirmişiz.

Son 10 yılda iç tüketimde gerçekleşen artış dikkat çekici.

Buna karşılık, TÜİK verilerine göre 2015’te, Türkiye’de, süt ve süt ürünleri sanayisi tarafından 51.780 ton tereyağı üretilmiş. Koyun, keçi ve manda da dâhil edildiğinde, toplam süt üretimimizin yaklaşık yüzde 60’ının sanayi tarafından alındığı düşünüldüğünde, sanayi haricinde üretilen tahmini tereyağı miktarı ile birlikte, toplam tereyağı üretimimizin 60-65 bin ton civarında olduğunu söyleyebiliriz.

Niçin tereyağı yerine margarin kullanıyoruz?

Hep merak ettiğimiz, “Niçin tereyağı yerine margarin kullanıyoruz?” sorusunun cevabı yukarıdaki rakamlarda:

Margarin yerine tereyağı kullanabilmemiz için bugün ürettiğimizin 10 katı tereyağı üretmemiz gerekiyor. Bu da yaklaşık 56 milyon olan büyük ve küçükbaş hayvan varlığımızın 10 katına çıkarılması anlamına geliyor ki kesinlikle imkânsız. Geriye ithal seçeneği kalıyor. Fiyat farkından bahsetmiyorum bile.

Öyleyse ne yapılmalı?

Margarin hakkındaki şikâyetlerimiz, özellikle tüketici dernekleri tarafından dillendirilmeli, üreticilerle bu konularda irtibat kurulmalı, ilgili bakanlıklar harekete geçirilmeli. Bu noktada, bilimsel verilerle hareket edilmesi gerektiğini önemle vurgulamak istiyorum.

Nitekim “trans yağ” konusundaki şikâyetler üreticileri toplu çözüme zorlamış, yapılan bilimsel çalışmalarla margarin, trans yağdan arındırılmıştır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz