Birkaç gündür yurdun dört bir yanından, buğday başta olmak üzere, özellikle tarla bitkilerinde kuraklığa bağlı rekolte kaybı olduğu ve olacağı haberleri geliyor.
Örneğin Kahramanmaraş Ziraat Odası Başkanı Mehmet Çetinkaya, halen devam eden hasat durumunu dikkate alarak, “bölgede etkili olan kuraklık nedeniyle buğday veriminde geçen yıla oranla yüzde 50 kayıp yaşandığını” söylüyor.
Çukurova Un Sanayicileri Derneği (ÇUSD) Başkanı Bekir Bağış ise “bölgede iklim koşullarının normalden daha sıcak ve kurak olduğu, bu nedenle sulanmayan buğdayların veriminde düşüş olacağı” değerlendirmesi yapıyor.
(Bu haberleri okuyunca hatırıma, Türkiye dâhil Doğu Akdeniz ülkelerinde şiddetli kuraklık uyarısı yapan NASA’ya, “NASA da kimmiş?” diyen zat geldi. )
Diğer bölgelerle ilgili bir araştırma yapmadım. Toplamda ne kadar kayıp olur bilmiyorum ancak sorunun ciddi olduğunu açık.
Bağış’ın söyledikleri içinde tek sevindirici olanı, TMO’nun son iki yıldır Çukurova’da stok yaptığını söylemesi oldu ki hem ürün temini hem de fiyat istikrarı bakımından önemli. Gerçi geçen yılki rekor üretimden sonra ekmeğe yüzde 35 zam yapıldığını hatırlayınca, “Acaba sevinmekte acele mi ediyorum?” diye düşünmeden de edemiyorum doğrusu.
İnsanlar toprağı saksıda görecek
Aslında bugünkü konum kuraklık değil, hızla yok olan tarım arazilerimiz. Bekir Bağış, değerlendirmesinin sonunda diyor ki: “En büyük sorunlardan bir tanesi, yıllar boyunca süregelen beton yapılaşmanın verimli araziler üzerinde gerçekleşmesi. Buğday, patates, mısır ve daha birçok ürünün yetiştirildiği tarlaların ortasına dikilen satılık arsa levhaları, verimli arazilerin azalmaya devam ettiğinin en büyük göstergesi.”
Sorunu ve büyüklüğünü yeni öğreniyor değiliz elbette ama bir türlü çözüm bulanamıyor olması anlaşılabilir gibi değil.
Şu sözleri yaklaşık iki buçuk ay önce Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik söyledi: “Türkiye’de yılda 100 bin hektar toprak tarım dışı kalıyor. Böyle giderse üç beş nesil sonra insanlar toprağı ancak saksıda görebilecekler.” Bunlar korkunç ifadeler.
Makamı kendisine bu tür şikayetlerde bulunma hakkı vermiyorsa da bu Bakanlıkta yeni olduğu ve tarım alanlarındaki yapılaşmaya karşı cezai müeyyidelerin artırılacağını söylediği için şimdilik eleştirmiyorum.
Sayın Bakan, lütfen tarım arazilerinin yok edilmesi sorununu bir an önce halledin. Emin olun, yapmayı düşündüğünüz bütün hizmetler içinde en önemlisi bu. O kadar ki diğerlerinin hepsine bedel ve hepsi toprağın varlığına bağlı. Hayırla anılmak istiyorsanız hızlı davranın çünkü beyanatınızdan bugüne kadar geçen sürede, 25 bin hektar toprak daha tarım dışına çıkarıldı. Yine beyanatınızdan hareketle söylüyorum: “Böyle giderse üç beş nesil sonra Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına ihtiyaç olmayacak.”
Kamu spotlarıyla memleket kurtarılmaz
An itibarıyla Bakanlık çaresiz. Şüphesiz, tarım arazilerinin tarım dışına çıkarılmasını önlemek için mevzuatımız var fakat uygulanmadığı veya uygulanamadığı, aynı zamanda çok yetersiz olduğu açık.
Belki de bu yüzden Bakanlığın tek yapabildiği, TV’lerde ne işe yaradığını anlayamadığım “kamu spotları” yayımlatmak. Elbette faydalı olanları da var. Eleştirim, tarım arazilerinin korunması ile ilgili olanlara. Buyurun, örnek olarak aldığım dört tanesinin metinlerine beraber bakalım. Hepsini de seyrettiğinizden eminim:
“Atalarımız tepelere yerleşerek tarım arazilerini yüzyıllarca korudular. Bu toprakların bize atalarımızın mirası değil, torunlarımızın emaneti olduğunu unutmayalım. Tarım arazileri üzerine yapılan konutlar, sanayi tesisleri ve yapılar. Bilinçsizce heba edilen milyonlarca hektarlık tarım arazisi. Ülkemizde, her türlü kullanıma yeterince uygun alan var. Yatırım yapmadan önce mutlaka Bakanlığımızın görüşüne başvurun. Çocuklarımıza yaşanılabilir bir dünya bırakmak için “Haydi Türkiye!” tarım arazilerini birlikte koruyalım.”
“78 milyon hektarlık Türkiye yüzölçümünün yalnızca yüzde 11’i sulanabilir mutlak tarım arazisidir. Toprak kaybı, gıda güvenliği tehlikesinin habercisidir. Üretilemeyen kaynak, bir avuç topraktır. Çocuklarımıza yaşanılabilir bir dünya bırakmak için “Haydi Türkiye!” tarım arazilerini birlikte koruyalım.”
Üçüncüsünde, Barış Manço’nun meşhur şarkısından alıntı yapılmış:
“Domates, biber, patlıcan. Bir anda bütün dünyam karardı. Domates, biber, patlıcan. Gelecek nesiller sadece resimlerini görebilir. Tarıma elverişli alanların tarım dışı kullanımı, geleceğimize indirilmiş büyük bir darbedir. Bu gidişe siz de “Dur!” diyin. Ülkemizde yeterince uygun alan var. Binalar, tarım alanlarına değil, imara uygun alanlara yapılmalı Tarım alanlarına yapılacak tarım dışı faaliyetlere ruhsat verilmeyeceğini kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.”
Diğeri, Gesi Bağları türküsü ile başlıyor:
Gesi bağlarında dolanıyorum. Yitirdim… Gesi bağlarında eskisi gibi dolaşamayabilirsiniz. Tarıma elverişli alanların tarım dışı kullanımı, geleceğimize indirilmiş büyük bir darbedir. Bu gidişe siz de “Dur!” diyin. (Devamı yukarıdakinin nakaratı)
Güzel laflar değil mi? Facebook’ta paylaşsak tutar; gelsin binlerce beğeni, yüzlerce paylaşım! Tabii metinler; görseller ve müzik eşliğinde okunuyor. Kamera güzelim tarım arazilerinde dolaşırken birdenbire o yeşilliklerin arasından beton bloklar fışkırıveriyor.
Sorsan, “Halkı eğitmek için.” derler. Sizce bu kamu spotları, yılda 100 bin hektar tarım arazimizi iç edenleri eğitmiş midir?
Bir de “Ruhsat vermeyiz ha!” kısmı var ki ne diyeceğimi bilemedim. Buyurun size bir soru daha: Madem ruhsat verilmiyor, 100 bin hektar tarım arazisi nasıl oluyor da tarım dışına çıkıyor?
Ayrıca “Bu gidişe siz de ‘Dur’ diyin.” ne demek? “Biz diyoruz, siz demiyorsunuz.” demek. İşe bakın ki yetki ve kanun gücü elinde, kolluk güçleri emrinde olan yöneticiler, bu yetki ve güçleri kullanması için kendilerini seçenleri suçluyorlar. Yapılan binaları yerle yeksan ettiniz de biz mi engel olduk?
Sorduğuma bakmayın. Aslında cevabı hepimiz biliyoruz.
Biz bu davayı, Süleyman Demirel’in, Cumhurbaşkanı sıfatıyla, “Tarlada soğan, patates yerine otomobil üretip satacağız.¹” deyip yanlışı meşrulaştırdığı gün kaybettik.
Kaybetmeseydik, tarlalarımızı iç edenler, başka başka bahanelerle derelerimize, yaylalarımıza, ormanlarımıza dadanabilirler miydi?
¹Toyota fabrikasının temeli, 1992’de, Adapazarı’nda bir tarım arazisi üzerine atıldı. Süleyman Demirel, o tarihte Başbakan’dı. Fabrikanın yapımı sürürken Cumhurbaşkanı oldu ve tarım arazisine fabrika yaptırıldığı eleştirileri ayyuka çıkınca bu sözü söyledi. Fabrika, toplam 917 bin m² alanda kuruludur.
Atalar lafla peynir gemisi yürümez demişler. Bakanlığın üniversitelerin arazilerini belediyelere, herşeyi yutan inşaat sektörüne veren, küçücük derelere HES yapan bunları söyleyenleri aynı kefeye koyarak düşman ilan edenlerin bu spotlarını gördükçe bu ne perhiz bu ne lahana diyebiliyorum. Yazık. Neşet ARSLAN
Katkınız için teşekkür ederim Hocam. İnşallah geç olmadan aklımızı başımıza toplar, dönüşü olmayan hatalar yapmaktan vazgeçeriz.