Bizde baklavalar “Antep baklavası”, dondurmalar “Maraş dondurması”, diye satılır; kebaplarımız “Adana” ve “Urfa”dır, pirinçlerimiz “Tosya” ve “Osmancık”; kayısıda “Malatya”yı ve “Iğdır”ı tercih ederiz, incir de “Aydın”ı, elma da “Amasya”yı, sarımsakta “Taşköprü”yü… Halımız “Hereke, Bünyan ve Kula”dandır, bezimiz “Şile”den, bastonumuz “Devrek”ten… Saymaya kalkarsanız binlercesi çıkar… İçinde “iğne oyası” da var, “ahşap oyması” da…
Bazıları yüzlerce, bazıları binlerce yılın birikimi ve emeği. Kimi yöresinin toprağının, rüzgârının, güneşinin tadını ve kokusunu taşırken, kimi bilgisini, malzemesini, estetiğini taşıyor. Adları aynı olanların bile tatları farklı ama hepsi güzel, hoş, lezzetli, kullanışlı. Hepsi de yetiştirildikleri, yapıldıkları yerlerin “parmak izleri”… Bunlar sadece kültür değerlerimiz, geleneksel yöntemlerimiz ve zenginliklerimiz, biyolojik hazinelerimiz değil, aynı zamanda yüksek paralarla satabileceğimiz mallarımız, markalarımız.
Peki, üretilenlerin sahibinin kim olduğu nasıl bilinecek? Coğrafi işaretler sayesinde. “Coğrafi işaretler”, sadece ürünün değil, özellikleri ve üretim yöntemlerinin mülkiyetinin de kimlere ait olduğunu tescil eden tapu senetleri. Bu ürünleri yerel özellikleriyle koruyarak, yaşatarak ve değerlendirerek aslında insanımızı ve milletimizi korumuş ve yaşatmış oluyoruz.
Coğrafi işaretlemenin neresindeyiz?
Konu sadece bizimle ilgili değil elbette. Bütün dünya hızla milli değerlerini tescil etme ve bunu diğer ülkelere kabul ettirmenin derdinde. Biz biraz geç başlamış olsak da hızlı davranır ve konuya ciddiyetle yaklaşırsak kaybedilmiş bir şey yok. Gecikirsek bizim olanları da başkaları sahiplenir, biz ise -yine- “düşman edebiyatıyla” kendimizi aldatır dururuz.
Bizde ürünleri coğrafi işaretler bakımından tescil eden kurum Türk Patent Enstitüsü. 1996’dan bugüne tescil edilen ürün sayısı 189. Bunların 111’i, 9’u süt ürünü olmak üzere gıda ürünü. Tescil bekleyen ürün sayısı 233. Bunların da 11’i süt ürünü. Türkiye’de ilk tescil belgesini alan ürün ise Hereke İpek Halısı.
İçlerinden sadece “Antep Baklavası”, AB tarafından tescil edilmiş ve ilgili listeye eklenmiş durumda; AB’den coğrafi işaret tescili alan başka herhangi bir ürünümüz yok.
O övündüğümüz süt ürünlerimiz nerede?
Hiç şüphesiz, gıda veya gıda dışı her ürün, her yönüyle değerli fakat süt ve süt ürünlerinin dolayısıyla süt hayvancılığının ekonomik, sosyal ve kültürel etkileri çok daha yüksek.
Süt hayvancılığı önemli çünkü süt ve eti birlikte elde etme imkânı veriyor. Yemle birlikte düşünüldüğünde neredeyse tarımın bütün alanlarını içine alan bir özelliğe sahip.
Büyükbaş ve küçükbaş hayvan işletme sayımız 2.879.265¹. Tamamını küçük aile işletmesi olarak düşünsek bile en az 10 milyon insanın doğrudan istihdam ve geçim kapısı. Bu işletmelerde üretilen çiğ sütün 2015 yılı ekonomik değeri 23,7 milyar TL². Bir taraftan kırsaldan kente göçün önündeki set, diğer taraftan milli gelirin ve refahın tabana yayılmasında kullanılabilecek çok önemli bir yol. Dolayısıyla sosyal barışın sağlanmasında çok değerli bir yere sahip.
Süt ve süt ürünlerinin insan beslenmesindeki yerini söylemeye gerek bile yok.
Kültürel tarafına gelince…
Biz yoğurdu, ayranı, peyniri, kefiri hatta kımızı ile süt ürünlerine damga vurmuş bir milletiz. Fermente (mayalı) süt ürünlerinin Türk’ün beslenmesindeki önemi asla tartışma götürmez. “Yoğurt” bizim icadımız, kelime Türkçe ve bütün dünyada bu şekilde söylenip yazılıyor. Peki, bugün süt ürünlerinde bu geçmişe yakışır bir noktada mıyız? Hayır. Coğrafi işaret almak için yapılan toplam müracaat sayısı 20. Sadece peynirde bile çok daha fazlası olmalıydı.
Ayrıca bana öyle bir süt ürünü söyleyin ki aradığınızda bulabiliyor olun. Örneğin oturduğunuz ilçede, semtte Kars eski kaşarı bulabilir misiniz? Ya da etiketinde öyle yazıyor olsa bile örneğin Ezine peyniri, üstelik coğrafi işaret de almış olmasına rağmen geleneksel tadında mı? Farklı, hatta aynı etiketle satılan ürünler arasında bile belirgin farklılıklar yok mu? Acaba yapmayı bilen mi kalmadı? Kaldıysa bile, bu gidişle kalmayacağı kesin!..
Bakın sonra ne oluyor:
Hamdi Ulukaya adlı bir delikanlı, ABD’ye gidiyor. Gel zaman git zaman, yoğurt işine giriyor. Yaptığı aslında Türk’ün “süzme yoğurdu” fakat Amerikalı Türk yoğurdunu bilmediği için üzerine “Greek” yazıyor. Yoğurt o kadar tutuluyor ki Ulukaya, ABD’nin “Yoğurt Kralı” oluyor. Halen de öyle.
Acı olan; müteşebbis Türk, “süzme yoğurt” Türk işi, “yoğurt” kelimesi zaten Türkçe ama bütün yoğurt ambalajlarının üzerinde “Greek Yogurt” yazıyor.
Ha unutmadan… Türkiye’nin henüz “Türk Yoğurdu” denilebilecek bir tarifi yok!.. Hangimizin nenesinin yaptığının Türk yoğurdu olduğu konusunda yıllardır anlaşamıyoruz.
Peki, süt ve süt ürünleri sektörü nasıl büyüyecek? Maliyetler pahalı; geleneksel ürün üretilmiyor, rekabet edebilecek yeni ürün çalışması da yok; Ekonomi Bakanlığının “sektör raporları”nda süt ve süt ürünlerinin adı bile geçmiyor, henüz bir “Süt ve Süt Ürünleri Tanıtım Grubu” da mevcut değil. Bu şartlarda belki de “Nasıl ayakta kalacak?” diye sormalıyım.
Bana göre çıkış yollarından biri de bize has ürünlerle dış pazarlara çıkmak çünkü bu ürünler, damak zevki ve besin değerleriyle benzeri olmayan ürünler. Dolayısıyla satış bedelleri de yüksek oluyor. Yüksek katma değer başka türlü nasıl elde edilecek?
Sonuç alabilmek için AB ve diğer ülkelerle coğrafi işaretler konusunun ciddiyetle ve ara vermeden ele alınması gerekiyor. Özellikle AB ülkelerinin coğrafi işaretli ürünlerinin çoğu zaten marka olmuş ürünlerden oluşuyor ve aidiyetleri de zımnen herkes tarafından kabul edilmiş bulunuyor. Bizim için durum farklı… Kendi ürünümüzü tescil etmemizin uluslararası arenada bir değeri yok, asıl olan karşı tarafa da kabul ettirmek.
Güzel örnekler de yok değil…
Yerel tadıyla ve adıyla Maraş’tan çıkıp, önce Türkiye’de sonra dünyada kök salan bir dondurma markamız var: MADO.
MADO, yerel ürünlerimizle neler yapılabileceğine dair çok iyi bir örnek.