Bir öğretmen düşünün, meslek hayatının son yıllarına gelmiş olmasına rağmen heyecanını kaybetmemiş, aynı şevkle “Türkiye’nin göllerini” öğretiyor. Asıyor haritayı öğrencilerinin karşısına, bir taraftan gölleri tek tek sayıyor, diğer taraftan haritada yerlerini gösteriyor. Uzun uzun anlatıyor, tane tane söylüyor göllerin özelliklerini ve güzelliklerini, doğaya, insana ve diğer canlılara katkılarını…
Sonra birden duruyor, düşünüyor, ağlamaklı oluyor çünkü yılların alışkanlığıyla adını söylediği göl/göller artık yok! Kurumuş, çölleşmiş!..
Bu bir öykü değil, bu bir senaryo değil; tam olarak bunu yaşıyoruz.
* * * * * * *
Kuruyan göllerimizle ve çölleşen alanlarımızla ilgili verileri Sözcü gazetesi ve TRT Haber’in konuyla ilgili son haberleri ile Doğal Hayatı Koruma Vakfının (WWF-Türkiye) bildirisinden aldım. Liste yazının sonunda.
İsmail Akın’ın 2 Şubat 2020 tarihli haberinin başlığı “Göller Yöresi’nde 35 göl kurudu!”. Ne yazık ki kuruyan göllerimiz, akarsularımız ve yeraltı sularımız ile çölleşen alanlarımız “Göller Yöresi” yani Burdur, Isparta, Antalya, Afyonkarahisar ve Konya’nın güneyi ile sınırlı değil.
Merve Güneş ve Mikail Sevinç’in 3 Aralık 2019 tarihli haberinin başlığı ise “Türkiye’nin kuruyan gölleri”. Haber metninde “Türkiye’de 50 yılda 36 göl kurudu.” denilmiş.
Doğal Hayatı Koruma Vakfı ise “Sulak Alanlar Konusunda Uyarı” başlıklı bildirisinde, verilerle birlikte acilen alınması gereken tedbir önerilerini de paylaşmış.
Demek ki bugünkü noktaya birdenbire gelmemişiz ama geldiğimiz noktadan anlıyoruz ki gerekli dersi de almamışız. Bugünden geleceğe baktığımda ise umutlu olduğumu söyleyemem. Böyle düşünüyor olmamın önemli bir sebebi var elbette: Bütün bu tahribatın çoğu insan eliyle gerçekleşiyor ve tahribat artarak devam ediyor.
Önce, Sözcü gazetesine konuşan A Platformu (Antalya, Isparta, Burdur, Kaş Platformu) Sözcüsü Hediye Gündüz’ün söylediklerine dikkat kesilelim:
“Ülkemizin su deposu gölleri ne yazık ki halen hızla kuruyor. Ülkemizin en fazla gölüne sahip Göller Yöresi’nin 65’ten fazla gölünden 35’i ne yazık ki kurumuş durumda. Diğerlerinin birçoğu ise kurumayla karşı karşıya. Ülkemizde hem iklim değişikliği, hem de göl sularını yanlış kullanma sonucu göllerimiz kuruyor. Bizler, 1970’li yıllarda kurutulan Avlan Gölü’nü mücadele ile geri kazandık. Şimdi de kuruyan diğer göllerimizin yeniden geri kazanılması için herkese çağrı yapıyoruz. Göllerimizi geri istiyoruz”
Güzdüz, iki sebebe dikkat çekiyor: iklim değişikliği ve suların yanlış kullanımı.
İklim değişikliği, konu ile ilgili haber ve yorumlarda birinci sırada sayılan sebep ancak iklim değişikliğindeki insan etkisini unutmamak gerekiyor. İklim değişikliği küresel bir sorun ve kötü gidişatta hepimizin az veya çok suçu ve sorumluluğu var. Gidişatı yavaşlaşmak ve olumluya çevirmek içinse katkıya ülkemizden başlamak zorundayız. Bir nevi “herkesin önce kendi kapısının önünü süpürmesi” gibi.
Hediye Gündüz’ün konuşmasında adı geçen Avdan Gölü’ne ettiklerimiz ve sonuçları, aklımızı başımıza toplamak için gerçek bir ders niteliğinde:
Tarım alanı elde etmek düşüncesinden Göl’ü besleyen dere üzerine baraj yapılmasına, gölün ortasından yol geçirilmesine kadar elimizden gelen her kötülüğü yapmışız ona. Belli ki halkın önemli bir kısmı da daha fazla para kazanmak amacıyla bu yapılanları desteklemiş veya üç maymunu oynamış. Sonuçta Avdan Gölü kurumuş. Kurumuş kurumasına ama kendisine yapılan kötülüğü de yapanların yanına bırakmamış. Bir tarafta Avdan kururken diğer tarafta çevresindeki sedir ormanları kurumaya başlamış, elma bahçelerinde büyük verim kayıpları yaşanmış. Vahametin geç de olsa farkına varılmış; yöre halkı, sivil toplum kuruluşları ve devlet ele ele vererek 2001’den beri Avdan Gölü’nü diriltmeye çalışıyorlar. Gelinen noktada, üçte bir oranında su biriktirilebilmiş. Herkesin umudu daha fazlası fakat bunu başarmak kolay değil.
Bana göre Avdan Gölü örneğinden almamız gereken iki önemli ders var: Birincisi doğal alanları tahrip etmenin maddi bedeli, umulan kazançtan çok çok daha fazla oluyor. İkincisi halk neyi gerçekten ister ve onun için mücadele ederse yönetenler bunu bir noktaya kadar göz ardı edebiliyorlar dolayısıyla doğal alanlarımızın korunması için kararlılıkla mücadele etmekten vazgeçmememiz gerekiyor.
TRT Haber’e konuşan Konya Jeoloji Mühendisleri Odası Prof. Dr. Fetullah Arık ise şunları söylemiş:
“Havzada, 2007-2008 Devlet Su İşleri resmî verilerine göre 67 bin civarında kaçak kuyu var. Buna karşılık 27 bin civarında ruhsatlı kuyu varken o günden beri, belgesiz kuyu sayısı 100 binin üzerinde.”
Ruhsatsız kuyular, ruhsatlı kuyuların 4 katı!.. Nasıl olabilir? Yönetenlerimiz göz yumuyordur. Başka türlüsü mümkün değil.
Yeraltı sularımız hızla tükeniyor. Yeraltı sularımızın plansız ve denetimsiz kullanılması, onların beslediği göllerimizin yok olmasına da sebep oluyor. Bunun en önemli göstergesi Konya bölgesinde hızla çoğalan obruklar yani tarım alanlarında meydana gelen toprak çökmeleri sonucunda oluşan devasa derin kuyular. 2000 öncesinde obruklar nadir görülürken 2005-2015 arasında yılda ortalama 8 obruk oluşmuş. Bu sayı, 2015’te 12’ye, 2017’de 19’a çıkmış. Son iki yılda ise 50’den fazla obruk oluşmuş.
Türkiye’de suyun yüzde 75’inin tarımda kullanıldığını biliyoruz. Öyleyse yönetenlerimizin paramızı sürdürülemez “hayalî” yatırımlar yerine, su kaynaklarımızın en verimli şekilde kullanılmasını sağlayacak “hayati” yatırımlara harcaması gerekmez mi!
Küresel iklim değişikliği, vahşi sulama ve kaçak sulama göllerimizin ve akarsularımızın kurumasındaki esas sebepler olmakla birlikte ben “plansızlığın” birçok sorunumuz gibi bu sorunumuzun da temelini teşkil ettiğini düşünüyorum.
Vahşi sulama, kaçak sulama, verimsiz sulamaya ek olarak yanlış yere yapılan barajlar, yanlış yere yapılan hava alanları, yapılaşma için yanlış alanların tercih edilmesi, türlü mazeretlerle ağaçların yok edilmesi gibi birçok sebep de göllerimiz ve akarsularımızın kurumasına sebep oluyor. Hatta balık üretim çiftliklerinin doğal dengeyi bozması sonucunda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan gölümüz bile var.
Doğal Hayatı Koruma Vakfının durumun vahametini ortaya koyduğu “Sulak Alanlar Konusunda Uyarı” başlıklı bildiri metninde sıraladığı acilen alınması gereken tedbirler şunlar:
“•İnsan ve doğanın su ihtiyacını bütünsel bir yaklaşımla ele alacak Su Kanunu taslağının paydaşların katılımıyla tamamlanarak bir an önce hayata geçirilmesi. •İstanbul’da yapımı tartışılan Kanal örneğinde olduğu gibi (Terkos, Küçükçekmece, Sazlıdere) daha fazla sulak alan ve su kaybına yol açacak girişimlerden vazgeçilmesi. • Tüm sulak alanlarımızın yönetim planlarının, havza bütünlüğü içinde ve koruma-kullanma uyumu gözetilerek tamamlanması ve uygulamasına başlanması. • Sulak alan ekosistemlerinde korunan alanların artırılması ve güçlendirilmesi.
• Doğa için iyi olan insan için de iyidir.”
* * * * * * *
Bu yazıyı okuduktan sonra sanırım kendinize şu soruyu sordunuz: Peki, ben ne yapabilirim?
Benim üç maddelik bir cevabım var:
- Kirletme,
- İsraf etme,
- Doğayı tahrip eden ve etmek isteyenlerin karşısında açıkça ve cesaretle yer al.
Yok oluşun listesi
Antalya
Karagöl, Girdev Gölü, Müren Gölü, Küçükgöl, Manay (Söğüt) Gölü, Sarıgöl (Kırkpınar) Gölü, Gölcük Gölü, Genceli Gölü, Keklicek Gölü, Akgöl, İmecik Gölü, Nohut Gölü tamamen kurudu.
Avlan Gölü: 1970’li yıllarda kurutuldu. 2001’den itibaren tekrar su tutulmaya başlandı. Henüz üçte biri geri kazanılabildi.
Çakal Gölü: Seviyesi yarıya indi.
Kocagöl-Boğazkent Kuş Cenneti: Kirlilik, su azalması ve avcılık sorunlarıyla boğuşuyor.
Yamansaz: Yarısı kurudu. Kuruyan bölüme hızla dev binalar dikiliyor. Su kalan bölümü ise -güya- SİT alanı.
Karadayı ve Boğazak Sazlıkları: Yok oldu.
Burdur
Kestel Gölü, Yazır Gölü, Akgöl, Mamak Gölü, Kurugöl, Beylerbeyi Gölü, Karaevli Gölü, Heybeli Gölü, Pınarbaşı Gölü tamamen kurudu.
Burdur Gölü: Kuruma, geri döndürülemez seviyede.
Salda Gölü: Kumları ve berraklığı tehlike altında.
Yarışlı Gölü: Yazları kuruyor.
Karataş Gölü: Yarıya düşmüş.
Gölhisar Gölü: Suları hızla azalıyor.
Acı Göl: Tuz stepleri tehlike altında.
Genceli ve Karadayı Sazlıkları: Yok oldu.
Isparta
Alparslan Gölü tamamen kurudu.
Eğirdir Gölü: Suları azalıyor.
Kovada Gölü: Korunması gerekiyor.
Konya
Suğla Gölü, Güvenç Gölü, Samsam Gölü, Meke Gölü tamamen kurudu.
Beyşehir Gölü: Suları azalıyor.
Tuz Gölü: Geri döndürülemez noktaya doğru gidiyor.
Akşehir Gölü: Büyük oranda kurudu, kurtarılmaya çalışılıyor. Nasrettin Hoca yaşasaydı yüzümüze tükürürdü!..
Arapçayırı Çumra Ovası: Susuz. Beyşehir Gölü’nden su taşınıyor fakat bu da Beyşehir Gölü’nü tehlikeye atıyor.
Karapınar Ovası: Çölleşme başladı.
Yarma Bataklığı: Kurudu.
Hotamış ve Ereğli Sazlıkları: Yok oldu.
Mersin
Aynaz ve Regma Bataklıkları: Kurudu.
Afyon
Eber Gölü: Kurudu.
İscehisar Gölü: Mermer tozu ve mermer kırıntılarının ciddi tehdidi altında.
Hatay
Amik Gölü: Kurudu.
Aymazlığımıza son örnek
Gümüşhane’de turistlerin de uğrak noktalarından biri olan 12 bin yıllık Dipsiz Göl, define arayanlar tarafından kurutuldu, sonra içi toprakla dolduruldu!
-İlgili kanun gereği- kazıya üç kişiden oluşan resmî bir heyet eşlik etmiş!
Kazı öncesi görüşü sorulan Trabzon’daki Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun “Arkeolojik veya kentsel sit alanı değildir.” şeklinde rapor hazırladığı ortaya çıktı!
Gümüşhane Valiliği, Dipsiz Göl’ün yeniden rehabilite edileceğini ve “özensiz davrananlar” hakkında soruşturma başlatıldığını açıkladı.
Gümüşhane Valisi’ne göre 12 bin yıllık Dipsiz Göl’ün üç kuruşluk adamlar tarafından üç kuruş uğruna yok edilmesi “özensiz davranış”mış. “Özrün kabahatten büyük olması” böyle bir şey olsa gerek.
Ve…
Yukarıdan aşağıya bu adamlar görevdeler, bizi yönetiyorlar ve hâlâ geleceğimiz hakkında karar veriyorlar.