Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Bakan Faruk Çelik’in, Bakanlığının faaliyet sahası içindeki üreticilerle telefon görüşmeleri yapmaya başladığını, 04 Ocak Pazartesi günü de süt üreticileri ile görüştüğünü duyurdu. Aralarında geçen konuşmaları açıklandığı kadarıyla biliyoruz. Bunlar üzerinden, süt sektörünün bütün paydaşları ve tüketiciler adına, ben de değerlendirmelerimi sunmak istedim.
Kırklareli Lüleburgaz’dan arayan bir süt üreticisi, bölgedeki üreticiden, sütün Ulusal Süt Konseyi’nin (USK) verdiği fiyatın altında alındığını, bu konuda ciddi mağduriyet yaşadıklarını belirtmiş. “Şu anda 1 lira 12 kuruştan ödeme yapılıyor (USK’nın taban fiyatı 1,15 TL). Ocak ayında bu fiyatın daha da aşağıya çekileceğine dair duyumlar alıyoruz.” diye de eklemiş.
USK’nın, üretici, sanayici ve devlet temsilcileri ile akademisyenlerin katılımıyla tespit ettiği “çiğ sütte taban fiyat” uygulaması 5. yılında ve başarılı da oldu. Üreticimizin serzenişinde olduğu gibi ufak tefek aksamalar oluyor elbette ancak sanayiciye sorsanız, onlar da “süt arzının azaldığı dönemlerde aşırı fiyatlar istendiğini” söyleyeceklerdir ki bu da doğrudur. Benim önerim; sözleşmeli üretim, fiyatların sütün kalitesine göre belirlenmesi ve -yılan hikâyesine dönen- süt tozu depolama konularının artık bir sonuca bağlanmasıdır. Ben yazıyı tamamlamadan, basınımıza Bakan Çelik’in açıklamaları düştü. Sözleşmeli üretim ve süt tozunun depolanması konularında hassasiyetlerini ifade etmişler. Doğru bir yaklaşım fakat bu konular yıllardır hep bu minvalde konuşulduğu için ben de umutlanmak yerine, takipçisi olacağımı ifade etmekle yetiniyorum. Zaten bu yıldan itibaren, bu üç konunun, sürdürülebilirlik bakımından ne kadar önemli olduğunu hep birlikte göreceğiz.
Bilmeyenler için “”sütün kalitesi” ifadesi kafaları karıştırabilir. Hastalıklı ürün zaten ticaretin ve beslenmenin konusu değil. Kaliteden kastım, üretici-sanayici-tüketici ilişkisinde fiyat ve beslenme bakımından kıstas kabul edilmesi gereken “yağ, protein ve kuru madde” oranlarıdır ki ülkemizde bu oranların ortalaması, olması gerekenin altında. Çiğ sütümüzün kalitesi niçin olması gerekenin altında? Çünkü hayvanlarımızı yeterli ve dengeli beslemiyor ve bakımlarını iyi yapmıyoruz.
Şap hastalığı konusu ise şahsen beni hasta ediyor. Gelişmiş ülkeler bu sorunu çoktan aşmışken biz, “Trakya” hariç, şaptan kırılıyoruz. “Bugün nereden şap haberi gelecek” diye diken üstünde oturuyoruz. Yakın geçmişte “Asya tipi şap” ile mücadele ederken, bugün itibarıyla “Nepal tipi şap” başımıza bela olmuş durumda. Samsun, Kastamonu, Bolu ve Sakarya’da karantina uygulanmaya başlandığı haberleri basında sıkça yer alıyor. Nitekim Bakan Çelik’i Balıkesir Gönen’den arayan kooperatif başkanı Mustafa Akova, şap aşılarının henüz kendilerine ulaşmadığını bildiriyor. Haberde şapın cinsi hakkında bilgi olmadığı için inşallah “Nepal tipi değildir.” diyorum. Nepal tipiyse, hastalık, ülkemizi bir baştan bir başa katetmiş demektir.
Şap, sık sık form değiştiren bir hastalık ve çok fazla çeşidi var. Yani siz bir türüyle mücadele ederken, form değiştirerek aşınızın etkisiz kalmasına sebep olabiliyor. Bu sebeple elinizde hazır aşı bulunduramıyorsunuz. Önce hayvanlar hastalığa maruz kalıyor; hastalık tespit edilir edilmez tipinin de tespit edilmesi ve buna göre hızla aşının üretilmesi gerekiyor. Aşı üretiminde zamanla yarışmak zorundasınız.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın, hayvan hastalıklarıyla mücadelesini takdirle karşılıyorum fakat insan sağlığı bakımından asıl mücadele edilmesi gereken hastalıklar brucella ve tüberküloz. Biz ise ne yazık ki enerji ve paramızın önemli bir kısmını “şap” ile mücadeleye ayırmak zorunda kalıyoruz. Peki, ne yapılmalı? Hastalığın izi sürülüp, yayılmadan yok edilmeli. Doğu ve güneydoğu sınırlarımızdan izinli veya izinsiz ülkemize sokulan hayvanlara dikkat… Bana göre, birçok bulaşma yolu içinde en önemlisi, özellikle buradan yurdumuza sokulan hayvanların, yurt içinde kontrolsüz dolaştırılması. Hastalığın bu kadar hızla coğrafya değiştirmesini başka türlü izah edemiyorum. Söz konusu kontrolsüz dolaşım olduğunda, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın tek başına mücadele etmesi mümkün değil. Mülki amirlerin konuya daha ciddi yaklaşmaları ve kolluk kuvvetlerinin sıkı yol kontrolleri de gerekiyor.