Obezite ile mücadele çocuk yapma kararı ile birlikte başlıyor

0
669
Obezite ile mücadele çocuk yapma kararı ile birlikte başlıyor

Doktor Ender Saraç, kaliteli spermin, sağlıklı, düşük glisemik endeksli, ilk üç aydan sonra egzersiz yapılan bir hamilelik döneminin ve ilk 2 yaş çocuğu anne sütü ağırlıklı beslemenin obezite ile mücadelede çok önemli olduğunu belirtti.

TBMM Obezite ile Mücadele Alt Komisyonu, obezite ile mücadelede geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamaları hakkında bilgi aldı.   

Sağlık Bakanlığı Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Daire Başkanı Mehmet Zafer Kalaycı’nın sunumunun ardından Komisyon üyeleri, Uzman Doktor Ender Saraç ve Doçent Doktor Emel Ergül’ü dinledi.

“İlk 2 yaş, çocuğu anne sütü ağırlıklı beslemek önemli”

Uzman Doktor Ender Saraç, obezite ile mücadelede ilk işin sağlıklı bir döllenme olduğunu söyledi. Bir erkek kaliteli bir sperm vermediği sürece tohumun bozuk olduğunu belirten Saraç şöyle konuştu:

“O nedenle erkeklerin; çocuk yapma kararından önce minimum sekiz hafta, hatta on iki hafta önce ağır metallerden arınması, glisemik endeksi düşük beslenmesi, testosteron düzeyini koruyarak egzersiz yapması, GDO’lu gıdalar, elektromanyetik kirlilikten uzak durması ve sperm kalitesini yükseltmesi gerekiyor. Çünkü bir kere iyi bir sperm verdiğinizde, daha iyi bir yazılım programını formatlıyorsunuz. O nedenle obeziteye karşı bunun çok önemi var.

İkincisi, yine, annenin hamilelik döneminde mutlu, huzurlu, keyifli, glisemik indeksi düşük beslenmesi gerekiyor. “Sen hamilesin, ye, şunu da ye, bunu da ye, biraz daha… Şunu da kızartıyor, bu böreği de ye, ekmeği de ye, bak, çocuk gelişmez.” derken glisemik indeksi yüksek besleniyoruz. Yüksek kan şekeri ve yağ düzeyi çocuğun pankreasında özellikle ilk 12 hafta organ genesisinin, organların oluşmaya başladığı dönemde annenin hatalı bir şekilde yüksek glisemik indeksli beslenmesiyle, yüksek kan şekeri oluşuyla pankreas gelişimi, sindirim sistemi gelişimi, metabolizma, endokrin sistem “defect”li gelişiyor.

Üçüncüsü; ilk 2 yaş vücutta yağ hücrelerinin sayısının yüzde 100’e yakın oluştuğu yaştır. Yani ilk 24 ay çok önemli. Eğer biz ilk 2 yaş yağ hücrelerinin sayısını artırırsak; o çocuğa biz 1 yaşında, 1,5 yaşında anneanneler, babaanneler “Gel sana ödüllü hamburger verelim, al şu çikolatayı, al şu şekerlemeyi, al şu jelli şekerleri, iç bakalım, şu kolanın tadına bak.” dediğimiz zaman çocuktaki yağ hücrelerinin sayısını artırıyoruz. Dolayısıyla o çocuğun hayat boyu, ilk 2 yaşta anne, babası -özellikle şu an çok kişi çalışıyor- anneanne, babaanne, hala, dayı, amca, teyzelerin verdiği ödüllerle yüksek glisemik endeksli beslenmeyle yağ hücrelerinin sayısı artıyor. Dolayısıyla, evin çöplüğü, kileri daha büyük oluyor. Sonrasında hatalı bir dönemde bir hastalıkta, ilaç kullanımında vesaire ciddi bir şekilde obezite eğilimi oluyor.

Biz çocukları, bir, kaliteli sperm vermeyerek; iki, annenin hamileliği süresince annenin hatalı beslenmesiyle; üç, ilk 2 yaş anne sütünü az tüketmesi, az alması ve çocuklara şekerli, tatlılı gıdaları, karbonhidratı yüksek, glisemik endeksi yüksek gıdaları vererek ilk 2 yaşta çocuklarımıza zulüm ediyoruz, kötülük yapıyoruz. İyilik yaptığımızı, ödül verdiğimizi zannederken kötülük yapıyoruz. Bu üçü olmadığı sürece, sonrasında bu savaşı kazanmak çok zor, çünkü olayın temeli bu. Kaliteli sperm, sağlıklı, düşük glisemik endeksli, ilk üç aydan sonra egzersiz yapılan bir hamilelik dönemi ve de ilk 2 yaş çocuğu anne sütü ağırlıklı besleme.

“Devam sütlerine karşı önyargı büyük hata”

Bu arada, çok önemli bir hata: Toplum içerisinde devam sütlerine karşı bir ön yargı var. Hâlbuki artık annelerin sütü gelmiyor. Hele şehirdeki annelerin eskisi gibi çocuğunu doğru besleyecek sütü yok, hatta köylerde bile azaldı. Bu çok ciddi bir tehlike. Anne sütü teşvik edilmeli ve burada kampanyalar yapılmalı. Özellikle, mesela, rezene, anason, kuşburnu, papatya çayı gibi çaylar daha çok içilmeli. Daha çok su içmeye teşvik edilmeli, göğse susam yağı masajları yaparak süt kanalları rahatlatılmalı, apseler önlenmeli, annenin iyi uyuması sağlanmalı yani birçok şeyle anne sütünü doğal yolla artırabiliriz. Ama anne sütü gelmiyor, yetersiz; 3 annenin 2’sinde yetersiz.

“Erkenden ek gıdaya fazla miktarda geçmek iyi değil”

O zaman da çok büyük bir hata, obezitedeki en büyük engellerden biri çocuğa erkenden ek gıda başlanıyor. Hemen köfteler, yumurtalar, ondan sonra değişik gıdalar veriliyor. Hâlbuki bir çocuk tam dişleri çıkıp, tam çiğnemeye başlamadan bu tarz erişkin beslenmesine geçilince, ek gıdalara erken başlanınca yağ hücrelerinin sayısı ve büyüklüğü değişiyor, çocuk hayatı boyunca daha yüksek glisemik endeksli bir yapıya dönüşüyor. Pankreas zorlanıyor, insülin direnci gelişiyor. O nedenle toplum şu an yanlış bir algıyla devam sütüne karşı ama anne sütü yoksa eğer, erkenden ek gıdaya fazla miktarda geçmek yerine devam sütleriyle destekleyip midenin geri kalan kısmına ondan sonra da ek gıdalarla bilinçli şekilde vermek çok önemli. Çünkü çocuğa erkenden köfteler, kebaplar, işte, birtakım tatlılar vesaire vererek o zaman yağ hücrelerinin sayısını artırıp büyütüyoruz. Bunlar önemli. Onun dışında ilk 2 yaş kanun derecesinde çok önemli olmalı, çocuklara gerçekten şeker, tatlı, hamur işi, kola vesaire gibi şeyler verilmemesi için kamu spotları yapılmalı.”

“Genetiğimize ve insan fizyolojimize uygun olarak yaşamamız gerekiyor.”

Tibbi Biyoloji ve Genetik Uzmanı Doç. Dr. Emel Ergül de sunumunda, obezitenin sağlıktan daha fazla bir eğitim sorunu olduğunu ifade etti. Yirmi yıldır kanser araştırmacısı, kanser genetikçisi olarak çalıştığını söyleyen Ergül, kanserde kanserleşme mekanizmaları ve hücre boyutunda bildiğimiz şeyler dışında her zaman beslenme konusunun ve kanserojenlerin özellikle de gıdalardaki katkı maddelerinin sürekli kanser konusuyla birlikte geçtiğini kaydetti. Toplumda, katkılı gıdaları yiyince kanser olunacakmış, çok yiyince de obez olunuyormuş gibi bir fikir olduğuna dikkat çeken Ergül; “Aslında hepsinde ortak bir mekanizma var ve sizin genetiğiniz neye yatkınsa siz o hastalığa doğru gidiyorsunuz. Ama bu genetikteki yatkınlık faktörlerini tetikleyecek çevresel faktörleri ortak yapıyoruz yani ortak bir şekilde kendi insan fizyolojimize ve insan genetiğimize uygun davranmıyoruz. O yüzden ciddi bir şekilde buna dikkat çekmek istiyorum. Gerçekten genetiğimize ve insan fizyolojimize uygun olarak yaşamamız gerekiyor.” şeklinde konuştu.

“İdeal öğün sayısı 2’dir”

Beslenmede günde 6 öğün tavsiye edildiğini söyleyen Doç. Dr. Ergül, sunumuna şöyle devam etti:

“hâlâ klasik diyette bu herkese tavsiye ediliyor. Tamam, hastalığı olan insanların bir şekilde insülininin kontrol altına alınması için siz 6 öğün tavsiye edebilirsiniz ve bir süre böyle besleyebilirsiniz bu kontrolü sağlamak için ama normal bir insanın işte, biraz fazla kilosu var, bu insanı 6 öğüne alıştırmak gerçekten daha sonra obeziteye ve diğer hastalıklara yatkınlık yaratıyor. Normalde ideal öğün sayısı 2’dir aslında, insan fizyolojisine uygun olan 2 öğündür, maksimum 3 öğün. 3 öğünü de nasıl yapabilirsiniz? Ancak arasında altı saat ara olması gerekiyor çünkü birinci basamak dediğimiz sindirimin tamamlanması gerekiyor.

6 öğünden fazla yemek, kahvaltıyı atlamak, geç yemek yemek, ondan sonra çok yüksek yağlı yemekler yemek, çok şekerli yiyecekler tüketmek, açlık periyodunun çok az olması, ciddi şekilde, obeziteye ve kilo alımına yol açıyor. Bu da obezitenin en temel sorunlarından biri yani bir kere, kilo artışı başladıktan sonra artı, obezitenin yanında da bir sürü ekstra hastalığı oluyor kişinin.

“Organizmamız toksin yüküyle mücadele edemiyor”

Organizmaya sürekli bir toksin yükü söz konusu ve bununla mücadele edemiyor. Aslında bizim kendi fizyolojik yapımız buna uygun ve kesinlikle toksini atabiliyor ama siz buna zaman ve imkân tanımıyorsunuz yani besinden alıyorsunuz, bu bir. Özellikle mesela, burada sakıza dikkat çekmek istiyorum. Sakızın içerisinde bakın kaç tane madde var? Bunların çoğu kanserojen, çoğu nörodejeneratif, nörotoksik. Bir sürü alerjen var, tamamen davranış bozukluklarına neden olanlar var, hiperaktiviteye neden olan maddeler var ve çocuklar çoğunlukla sakız çiğniyor ve artık bağımlı hâle gelmiş çocuklar var bu konuda.

“4.600 hekim Türkiye’de geleneksel tamamlayıcı tıp uygulayıcısı”

Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Daire Başkanı Mehmet Zafer Kalaycı ise Komisyona yaptığı sunumda, Dünya Sağlık Örgütü’nün geleneksel tıbbı, farklı sağlık uygulamalarını, yaklaşımlarını, bilgileri ve inançları barındıran, bitkisel, hayvansal ve/veya mineral tabanlı tıbbi, spiritüel tedavileri, manuel teknikleri ve egzersizleri insanların sağlığı için tek olarak veya sayılan uygulamaların kombinasyonu olarak uygulanmasının yanı sıra, teşhis, tedavi ve hastalıklardan korunma sistemi olarak tanımladığını söyledi.

Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Daire’sinin, 2013-2017 Sağlık Bakanlığı Stratejik Planı’yla ilgili çalışmalar kapsamında, 15 Ağustos 2012 tarihinde yapılan toplantıda kurulduğunu ifade eden Kalaycı, 2014 yılında da Geleneksel Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği’ni yayınladıklarını kaydetti.

Kalaycı sözlerini; “67 tane Geleneksel Tamamlayıcı Tıp uygulama merkezimiz var. Uygulama merkezleri, üniversite ve eğitim, araştırma hastanelerinde açılıyor. Bunların 25 tanesi eğitim merkezi. 1.093 tane ünitemiz var.

Şu an için 4.600 hekim Türkiye’de geleneksel tamamlayıcı tıp uygulayıcısı. Yaklaşık yine 15.913 tane sertifika verdik. Sahada geleneksel tamamlayıcı tıpla aktif olarak ilgilenen hekimlerin yüzde 46’sı pratisyen hekim ve yüzde 53’ü uzman hekim.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz