3. Tarım Şûrası, 18-21 Kasım 2019 tarihlerinde yapıldı. Açık söylemek gerekirse, 15 yıl beklendikten sonra, gıda enflasyonunun vatandaşı fazlasıyla bunalttığı bir dönemde yapılmasını, “Mecbur kalındı.” olarak değerlendirdim.
Bildiğiniz gibi “şûra” kelimesi “danışma kurulu” anlamına gelen bir kelime. Dolayısıyla şûralar, teoride “ortak akıl” buluşmaları. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tarım Şûrası’nın kapanış konuşmasında belirttiği şekliyle “temel ilke: istişare”. Hem öyle bir istişare ki Tarım Şûrası’na, Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli’nin verdiği bilgiye göre “4 ayda 50 binden fazla” görüş ve öneri gelmiş. Bu görüş ve önerileri değerlendirmek üzere 21 farklı çalışma grubu oluşturulmuş. 81 ilde, 7 bin sektör paydaşıyla bir araya gelinmiş ve 200’ü aşkın toplantı gerçekleştirilmiş.
50 bin görüş niçin alındı, bütün bu toplantılar ve Şûra niçin yapıldı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle ifade ediyor:
“İlk 2 aylık süreçte yol haritası belirlenecek. Yol haritasının belirlenmesinin ardından uygulama aşamasında, mevzuat, bütçe, zaman, insan kaynağı ve etkin iş birliği kıstaslarını dikkate alarak bir eylem planı ortaya koyacağız. Böylece başta çiftçilerimiz olmak üzere, önümüzdeki çeyrek asrın yol haritasını birlikte çizmiş olacağız.”
Elbette… Şûralar bunun için yapılır zaten fakat ortada 60 maddelik kararlar var. Dolayısıyla 2 ayda yol haritası kotarılabilir mi, çok şüpheliyim ya da yol haritasının belirlenmesini 2 aya sıkıştırmak doğru mu?
Diğer taraftan 15 sene öncesine dönüp 2. Tarım Şûrası’nın sonuç bildirgesini 3. Şûra’nın bildirgesi ile karşılaştırmamız gerekiyor ki şûraların, hükûmetlerin yol haritası üzerinde söylendiği ölçüde etkili olup olmadığını daha iyi anlayabilelim.
Rakamların dili
2004’teki 2. Tarım Şûrası öncesinde 11 komisyon oluşturulmuştu, 2019’daki 3. Şûra öncesinde 21 komisyon oluşturuldu.
2. Tarım Şûrası sonunda 36 maddelik Eylem Planı yayınlamıştı, 3. Şûra sonucunda 60 maddelik Eylem Planı yayınlandı.
3. Şûra öncesinde 7 bin paydaşla 200 toplantı yapılmış ve 50 bin görüş alınmış. 2. Tarım Şûrası öncesinde kaç kişiyle kaç toplantı yapıldığını ve kaç görüş aldığını bilmiyorum maalesef ama muhtemelen 3. Şûra’dakinden çok daha azdı.
Peki, bu rakamlar bize ne diyor?
En yukarıdan en aşağıdakine kadar iktidar sahipleri ne derlerse desinler, “Geçen 15 yılda tarımımızın ve çiftçimizin sorunları arttı. 2. Şûra kararları önemli oranda kâğıt üzerinde kaldı, yetmezmiş gibi sorun sayısı 36’dan 60’a çıktı. Hükûmetler, şûra kararlarını pek dikkate almıyor.” diyor.
Yönetenlerimiz rakamlara farklı anlamlar yüklüyor. Örneğin üretim değeri rakamlarını övünme vesilesi yapıyorlar. Bense üretim değerleri üzerinden yapılan büyüme övünmelerini önemsemiyorum çünkü rakamlar, enflasyona bağlı olarak büyüyor. Büyüyen rakamların refaha katkısı yok. Kaldı ki bu tür değerlendirmeler karşılaştırmalı olarak ifade edildiğinde bir değeri vardır. Örneğin üretim değerleri büyümüş de maliyetler büyümemiş mi?
Bilimsel gelişmelere bağlı olarak artan verimin de yeterli olmadığı ortada. Üretimi artmayan ürün sayısı çoğunlukta. TÜİK’in 2001-2018 yıllarını kapsayan “Tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerin alan ve üretim miktarları”, “Sebzelerin üretim miktarları”, “Meyve, içecek ve baharat bitkilerinin üretim miktarları” tabloları incelendiğinde durum açıkça görülüyor.
Üretim artışının ne pahasına gerçekleştiği de önemli. Sanılıyor ki çiftçinin kazancı arttı! Evet, normalde üretim artınca çiftçinin kazancı da artar fakat maalesef öyle de olmadı. Maliyetler o kadar arttı ki desteklere rağmen çiftçi, tarihimizde ilk defa bankalara 100 milyar TL’nin üzerinde borçlandı.
Üretim artışının diğer tarafında ise tohum, ilaç, gübre gibi girdi ithalatları var ki bu kalemler ve ödenen döviz miktarı da artıyor. Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı firmaların üretimini Türkiye’de yaptıkları tohum, ilaç, gübre vs. ise sanki millîymiş gibi gösterilmeye çalışılıyor.
Şûra kararlarının karşılaştırılması
Bu karşılaştırmayı çok önemsiyorum çünkü şûraların gerçek politikalar üzerindeki etkilerini ve ne kadarının planlı şekilde uygulamaya geçirildiğini bize net şekilde gösterecek. Karşılaştırmada 15 yıl önceki 2. Şûra’nın kararlarını esas alacağım çünkü 3. Şûra kararlarının neredeyse yarısı, 2. Şûra kararlarının değişik cümlelerle tekrarından ibaret (Aslında bu karşılaştırmanın yetkililerce açık yüreklilikle yapılması gerekirdi.). Diğer 30’a yakın madde ise zaten çoktan alınmış ve uygulamaya konulmuş hükûmet kararlarının maddeleştirilmiş hâli ile paydaşların ağzına çalınan birer kaşık baldan ibaret.
3. Şûra kararlarını ayrıca değerlendireceğim elbette fakat önce 2 ay içinde ortaya konacak yol haritasını görmem gerekiyor.
Gelelim 2004’te yapılan 2. Tarım Şûrası kararlarının bugüne yansımalarına:
1. Doğal kaynakların envanterinin çıkarılması: Doğal kaynaklar neler: hava, su, toprak, bitki örtüsü, hayvanlar ve madenler. Havamız, suyumuz ve bitki örtümüzün envanteri zaten vardı. Dolayısıyla ihtiyacımız, envanterlerinin çıkarılması değil korunmalarıydı. Son 15 yılda koruyabildik mi? Doğal hayattaki hayvanlarımızı da biliyorduk zaten ama gariptir ki büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayımızla ilgili bakanlar dâhil hepimizin açık şüpheleri var. Yani envanterini çıkaramamışız. Kaldık ki envanter işi sürekli bir iştir. Envanteriniz yoksa geleceğiniz de yoktur. Bu kadar önemli olmasına ve Şûra kararına rağmen, on yılda bir sayım, 3 yılda bir örnekleme araştırması yapılması mecburiyeti de ortadayken 18 yıldır araştırma ve sayım yapılmadı.
2. Doğal kaynakların erozyon, kirlenme ve yanlış kullanımını önleyici tedbirlerin alınması: Son 15 yıl içinde, ekilebilir toprağımızın yüzde 17,5’ini (3 milyon 984 bin hektar) “kolay para kazanma hırsımıza” kurban ettik. Yer altı sularımız kurudu ve kuruyor, kuruyan göllerimiz ve akarsularımız var. Valilik izniyle define aramak için yok edip toprakla doldurduğumuz göl bile var! Ha evet, kâğıt üzerinde önleyici tedbirler aldık ama o kâğıtlarda yazılı olanlara önce yazanlar uymadı.
3. Gen kaynakları ve biyolojik çeşitliliğin korunması: Türkiye, geçen 15 yıllık sürede dünyanın üçüncü büyük gen bankasını kurdu ve 107 bin çeşit tohum burada saklanıyor. Bu çalışmayı çok önemsedim ve destekledim fakat geleneksel tohumlarımızın el değiştirmesinde sorunlar var. Ben de eski tohumların serbestçe pazarlanmasının suistimale kapı aralayacağını ve bu suistimallerin doğal genlerimizi bozacağını iddia edenlerdenim. Böyledir diye tohumlar hep gen bankasında mı kalacak? Tarım ve Orman Bakanlığı, elindeki milyonlarca dönümlük devlet üretme çiftliklerinde bu tohumları çoğaltıp eski tohumlarla tarım yapmak isteyenlere satabilir pekâlâ.
4. Mera ıslah çalışmalarının tamamlanması: Tamamlandı mı? Bırakın tamamlanmayı, mera alanlarımızın akıbeti ile ilgili doğru dürüst bir bilgi bile edinemezsiniz. Arttı mı, azaldı mı; ne kadarı ne hâlde bilmiyoruz. Yine de herkes biliyor ki meralarımızın çoğu meralıktan çıktı. Köyler boşaldığı için kullanılabilir durumda olanların önemli bir kısmı da kullanılmıyor. Kullanılsa et bu kadar pahalı olur muydu? Kullanılsa milyarlarca dolarımız canlı hayvan ve et ithalatına gider miydi?
5. “Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu”nun çıkarılması: Kanun’u hemen çıkarmışız. Şahane bir Kanun. Peki, sonra ne olmuş? Toprağımızı koruyabilmiş miyiz? Tekrar etmiş olacağım ama her gün söylemek, bu rakamı dağa taşa yazmak gerekir: Ekilebilir toprağımızın yüzde 17,5’ine karşılık gelen 3 milyon 984 bin hektarının, bile isteye yok edilmesine göz yumulmuş, Mümbit tarım topraklarımız ranta kurban edilmiş. Kanun’da toprağın doğru kullanılması için yapılması gerekenler de sıralanmış. Plan ve projelerin hazırlanması ile bu plan ve projelere uyulup uyulmadığının kontrolü için valilikler görevlendirilmiş. Plan ve projelerin hem il bazında hem arazi bazında hangi seviyede olduğunu bilmiyorum fakat Türkiye’nin tarım havzalarına ayrılması çalışmasının iyi bir noktada olduğunu söyleyebilirim. Bakalım bundan nasıl faydalanacağız?
6. Arazi kullanım planlarına uygun olarak mutlak tarım arazilerinin korunması: Mutlak Tarım Arazileri’nin tanımı şu: “Bitkisel üretimde; toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin kombinasyonu yöre ortalamasında ürün alınabilmesi için sınırlayıcı olmayan, topografik sınırlamaları yok veya çok az olan; ülkesel, bölgesel veya yerel önemi bulunan, hâlihazır tarımsal üretimde kullanılan veya bu amaçla kullanıma elverişli olan araziler.” İlgili kanuna göre mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ve sulu tarım arazileri, tarımsal üretim amacı dışında kullanılamaz. Kullanılamaz ama istisnaları var elbette. Şu iki istisnaya dikkatinizi çekiyorum: “İlgili bakanlık tarafından kamu yararı kararı alınmış madencilik faaliyetleri ve bakanlıklarca kamu yararı kararı alınmış plân ve yatırımlar.” Örneğin “kamu yararı” deyip bırakın enerji üretim tesislerini, taş ocaklarına bile izin verilebilir. Veriliyor mu? Veriliyor. Başka da diyeceğim yok!
7. Basınçlı sulamanın yaygınlaştırılması: Bilindiği üzere Türkiye, tatlısu zengini bir ülke değil. Tersine, tarımda vahşi sulamayı hızla azaltmaz ve israf etmeye devam edersek en geç 2040 yılında “su fakiri” ülkeler arasına katılacağız. Bu durum, su kaynaklarının yüzde 73’ünü (40 milyar metreküp) tarım alanlarını sulamakta kullanan ülkemiz için son derece tehlikeli. Dolayısıyla basınçlı sulama daha bir önem kazanıyor. Son 15 yıldaki hükûmetler basınçlı sulamanın yaygınlaştırılması konusunda ciddi adımlar attı. Yeterli mi? Konunun önemi ile karşılaştırıldığında değil elbette. Bu konu, devletin başka alanlardan kesip buraya yatırım yapmasını gerektirecek kadar önemli çünkü bir taraftan vahşi sulamanın sebep olduğu toprak çölleşmesi engellenirken diğer taraftan çok daha az su ile daha fazla verim alınabilir hatta verim, her yeni sulanan alan için yüzde yüze yakın artırılabilir.
8. Toplulaştırma çalışmalarının hızlandırılması: Bakan Pakdemirli’nin verdiği bilgiye göre ülkemizde 14,2 milyon hektar arazi, toplulaştırmaya uygun. 2018 yılına kadar değişik kurum ve kuruluşlar tarafından 8,2 milyon hektar alanda arazi toplulaştırma çalışması sürdürülmüş ve bu zamana kadar 3,6 milyon hektar alanda tapu tescil işlemleri tamamlanmış. Yavaş ilerliyor olsa da çalışmalar devam ediyor. Toplulaştırma işinin bir an önce bitirilmesinin ülkemize çok önemli katkıları olacaktır. Ayrıca tarım arazilerinin miras yoluyla belli büyüklüklerin altında bölünmesinin önlenmiş olmasını da takdirle karşılıyor ve destekliyorum. 3. Şûra kararına, toplulaştırmanın 10 yıl içinde tamamlanmasının hedeflendiğinin yazılmış olmasından da ayrıca memnuniyet duydum. Umarım belirlenen sürede biter.
9. Tarım Havzaları’nın oluşturulması: Tarım Havzaları’nın oluşturulmaması, yapısal tarım sorunlarımızın en önemlilerindendi. Tarım ve Orman Bakanlığı, çalışmanın tamamlanarak havza bazlı üretim modeline geçildiğini duyurdu. Üç yıl içinde hangi noktada olduğumuzu anlarız.
10. İşletme ölçeklerinin optimum düzeye getirilmesi: Ülkenin ihtiyacı olan üretimin sürdürülebilir şekilde yapılabilmesi için gerekli işletme büyüklükleri belirlendi mi ki işletmelerin optimum düzeye getirilmesi için gerekenleri konuşacağız? Örneğin hayvancılıkta lokomotif küçük aile işletmeleri mi olacak, büyük çiftlikler mi?15 yıl önce belli değildi, hâlâ belli değil.
11. Tarım-sanayi-pazar entegrasyonunun sağlanması: Sanıyorum bu madde, bütün şûraların vazgeçilmezi! Bana göre yapısal sorunlarımızın başında geliyor ama sorun olmaktan en kolay çıkarabileceğimiz ve en çok fayda sağlayabileceğimiz sorunumuz da bu. Niye çözemediğimizi cidden hiç anlayamıyorum.
12. Yüksek kaliteli tohumluk, fide ve fidan ihtiyacının öncelikle yurt içi üretimle karşılanması ve kullanımının teşvik edilmesi: Bu konudaki gelişmeleri önemsiyorum ancak “yurt içi üretim” ifadesi, yabancı şirketlerin yurt içi üretimini de kapsadığından, döviz giderinin azalmasının dışında bir anlamı yok. Hatta güçlü yabancı şirketler, yurt içi faaliyetleriyle millî şirketlerin gelişmesini engelleyip tekel durumuna da gelebiliyorlar. Dünyada bunun açık örnekleri mevcut. Maddenin “…fide ve fidan ihtiyacının yurt içi üretimle karşılanması ve kullanımının teşvik edilmesi” kısmını okuyunca acı acı gülümsedim zira 19 yıldır Ankara’da yaşıyorum.
13. Sözleşmeli üretimin geliştirilmesi: Yazılarımda pek çok kereler sözleşmeli üretimin geliştirilip yaygınlaştırılmasının önemini vurguladım fakat özellikle çiftçilerimiz ve onların birlikleri ile kooperatiflerin bu işin önemini yeterince anlayabildiklerini düşünmüyorum. Bu sebeple de sözleşmeli üretim bir türlü gelişmiyor.
14. Sürdürülebilir üretim teknikleri ve biyolojik mücadele yöntemlerinin yaygınlaştırılması: Sürdürülebilir üretim tekniklerini kabaca “Uygulanan üretim teknikleri doğayı kirletmeyecek ve koruyacak hatta geliştirecek, ekonomik olarak uygulanabilir olacak, güvenilir ve sağlıklı olacak.” şekilde ifade edebilirim. Sürdürülebilir üretim teknikleri maalesef bize bir hayli yabancı! Biyolojik mücadele yöntemi ise tarımsal üretimde, ürünlere zarar veren böceklerle, kimyasal ilaçların yerine, doğal düşmanı böcekleri kullanarak mücadele etme yöntemi. Türkiye’de tarım ilacı kullanımında 2004 yılından beri -yıllar itibarıyla değişiklikler görülmekle birlikte- azalma olmadığı gibi, maalesef biyolojik mücadele yöntemlerinde kale alınacak bir gelişme de görülmedi.
15. Et, süt ve su ürünlerinin kalite standartlarının belirlenmesi ve bu standartlara uygun üretiminin sağlanması: Kağıt üzerinde belirlendi ve sağlandı ama çıkın sokağa ve kimi bulursanız bu maddeyi okuyup ne anladığını sorun. İddiaya girerim binde bir kişi ancak yarım yamalak bir şeyler söyleyebilir. Ardından “Gıda alışverişi yaparken içiniz rahat mı?” diye sorun. İddiaya girerim çoğunluk, “Rahat değil.” diyecektir. Sonra “Bu konularda Tarım ve Orman Bakanlığı’na güveniyor musunuz?” diye sorun. Yine çoğunluk “Güvenmiyorum.” diyecektir. Yetkililerimizin oturup tarafsız bir şekilde yeniden düşünmelerinde fayda var.
16. İhtisas işletmelerinin özendirilmesi: Hangi ihtisas işletmeleri özendirildi, bu işletmelerin özendirilmesindeki ölçü neydi, nasıl özendirildi, hangi sonuçlar elde edildi ve bu sonuçlar nasıl ölçüldü bilmiyorum. Dolayısıyla bu madde hakkında yorum yapamayacağım.
17. Hayvan sağlığı ve refahı için gerekli mevzuat düzenlemesinin yapılması, gelecek 10 yıl içerisinde hayvan hastalıkları ile ilgili kontrol ve eradikasyon programlarının tamamlanması: Mevzuat düzenlemesi yapıldı. Çalışmaların bir kısmına ben de katıldım. 15 yılın sonunda hayvancılıkta en başarısız olduğumuz konulardan biri budur. Bırakın programların tamamlanmasını, hayvan hastalıkları çok önemli bir sorun olmaya devam ediyor (Sebepleri konumuz değil.). Hayvan refahı ile ilgili de sadece şu kadarını bilin yeter: Bu ülkede, bakım ve beslenme yetersizliği, hayvan hastalıkları ve bilgisizlik gibi sebeplerle o kadar çok yavru kaybediyoruz ki sayıları milyonları buluyor.
18. Çiftlikten-sofraya gıda zincirinin incelenerek gıda güvenliğini sağlayacak mevzuat düzenlemesi ile uygulama yöntemlerinin belirlenmesi: Belirlendi. Yeterli olmasa da sistem de kuruldu ama maalesef “gıda güvenliği” hâlâ çok büyük bir sorun.
19. E tarım ticaretinin geliştirilmesi: E tarımın dijitalleşmesi, denilseydi ve “Bitkisel tarım, balıkçılık, ormancılık, hayvancılık gibi alanlarda dijital teknolojilerden, bilgi ve iletişim teknolojilerinden faydalanmak” olarak açıklansaydı anlardım çünkü böyle çalışmalar yapılıyor. Gerçi yüz milyonlar harcanmasına rağmen bir türlü neyi nasıl yapacaklarına karar da veremediler. Maddede “dijitalleşme” yerine “ticaret” denildiği için neyi geliştireceklerini anlayamadım. Anlayamayınca doğal olarak Google’a müracaat ettim. Memnuniyetle gördüm ki o da bilmiyor! Yoksa bir tarım yazarı olarak kendimi çok kötü hissedecektim.
20. Tarımsal desteklerin, tarımın yapısal problemlerinin çözümüne katkıda bulunacak şekilde düzenlenmesi: Tarımın desteklenmesi için Türkiye, değişik zamanlarda değişik yöntemler kullandı. Konumuz olmadığı için tek tek sıralamayacağım. Tarım ve Orman Bakanlığı, 2017’den beri “Havza Bazlı Destekleme Modeli” uyguladıklarını söylüyor. Tam olarak uygulanıyor mu? Uygulanmıyor. Siyaset, esnek olmaya mecbur ediyor sanırım. Uzatmayayım; Destekler, tarımın yapısal problemlerinin çözümüne katkıda bulunacak şekilde düzenlenseydi, 15 yıl sonra problem sayısı 36’dan 60’a çıkar mıydı? Aynı sorunlar 15 yıl sonraki şûra sonuç bildirgesinde tekrar edilir miydi?
21. Doğrudan gelir desteğinin tarımsal destekler içindeki payının azaltılarak sadece seçilen belli ürünlerde çok amaçlı olarak uygulanması: 20. madde ile birleştirilebilirdi. Destekler konusunda değişik zamanlarda değişik açıklamalar yapıldı. Her seferinde konulan kurallar, yine koyanlar tarafından tam olarak uygulanmadı ya da bir bakanın uygulayacağını söylediği bir sistem, hemen ardından gelen bakan tarafından değiştirildi. Sanıyorum bir işi yaparken iyi düşünmüyoruz ya da “Ah şu siyaset!”
22. DTÖ kuralları çerçevesinde prim ödemelerinin maksimum düzeyde uygulanması ve gerektiğinde Fark Ödeme Sistemi’ne dönüştürülmesi: Süt tozu örneğindeki olduğu gibi zaman zaman değişik adlar altında uygulandı.
23. Hayvancılık desteklerinin artırılması ve sürekliliğinin sağlanması: Arttırıldı, arttırılmadı tartışması yapmam. Bu konuda söyleyeceklerimi 25. maddede söyledim.
24. Uzun dönemde; örgütlü, ekonomik büyüklükte ve ileri teknolojiyi kullanan hayvancılık işletmelerinin oluşturulması: “Uzun dönemde” diye bir zaman birimi mi var? Kaç yıl; 10 mu, 50 mi, 100 mü? Ekonomik büyüklükle ne kadar büyüklük kastediliyor? Böyle yuvarlak ifadelerin böylesine önemli bir belgede bulunmaması gerekir. Örgütlülükte ise başarılı olunamadı.
25. Tarımsal desteklerin GSMH içerisindeki payının iki yıl içerisinde yüzde 2’ye yükseltilmesi ve daha sonra artırılması: 2006’da çıkarılan 5488 sayılı Tarım Kanunu’nun 21’inci maddesinde yüzde 2 oranı, yüzde 1’e indirildi. Onun da ancak yarısı uygulanıyor. Yani 2. Şûra kararının dörtte biri uygulanıyor. Ödemeler de epeyce gecikmeli yapılıyor. Desteklerin bir kısmı ise AB gibi yabancı fonlardan karşılanıyor. “Şu kadar destek verdik.” açıklamaları ile ilan edilen rakamların içinde yabancı fonların parası da var mıdır, o da başka bir konu…
26. Tarım ürünleri sigortalarının ülke genelinde yaygınlaştırılması ve mal sigortalarının yanı sıra can sigortalarının da geliştirilmesi: Tarım sigortası konusunda yapılanların iyi noktada olduğunu söyleyebilirim.
27. Kırsal alanda yaşayanların girişimcilik yeteneklerinin artırılması: Geçen zaman içinde kırsaldan kente göçün hızlanarak arttığı bir gerçek. Kalanlar arasında tarımla uğraşanların sayısının azaldığı da bir gerçek. Belli ki girişimcilik yeteneklerinin arttırılması, insanları tarımda çalışmaya yeterince teşvik etmiyor. Ayrıca insanların girişimcilik yeteneklerinin nasıl artırılacağını da merak ettim doğrusu.
28. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının yüklendiği yeni fonksiyonlar göz önüne alınarak yeniden adlandırılması: Geldiklerinde Tarım ve Köyişleri Bakanlığıydı, sonra Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, daha sonra Tarım ve Orman Bakanlığı dediler. Ne değişti? İsim değiştirerek ve yeni görevler yükleyerek bir yere varamayacağımızı hâlâ anlayamadılar. Bir de öngörüm var: Yakında “Orman Bakanlığı” tekrar bağımsız bakanlık olursa şaşırmam.
29. Bakanlığa bağlı olarak “Kırsal Kalkınma Genel Müdürlüğü” nün kurulması: Kuruldu. Son adı: Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu. Kaynağının büyük kısmını AB karşılıyor. Adı, ha daire başkanlığı ha genel müdürlük ha kurum olmuş, ne fark eder? Nitekim adı değişti de değişti! İlk Genel Müdür’le ilk söyleşiyi de ben yapmıştım ve bir gıda dergisinde yayınlamıştım. Kurum adıyla faaliyete başladıkları binaya ödedikleri yüksek kira ve içeride gördüğüm şatafat çok canımı sıkmıştı. Hâlâ aynı binadalar sanıyorum. Bölgelere göre projeler ilan ediyorlar. Kabul ettikleri projelere, gerçekleşme aşamalarında destek veriyorlar. Önce harcıyor, desteği sonra alıyorsunuz.
30. Ulusal programda öngörüldüğü gibi, Bakanlık tarafından AB ölçütlerini dikkate alarak “Kırsal Kalkınma Stratejisinin” hazırlanması: AB’nin zoruyla hazırlandı çünkü başka türlü AB ile uyum sağlamak mümkün değildi, başka türlü neredeyse AB ile ilişki kurmak bile mümkün değil. Sonra 2016 yılında Millî Tarım Projesi ilan edildi ama hâlâ iki yıl içinde rafa kaldırıldı. Şimdilerde Tarımda Millî Birlik Projesi’ni bekliyoruz. Hazırdı, açıklanacaktı fakat Proje’nin bakanlığı şirkete dönüştürme projesi olduğu basına sızınca/sızdırılınca tepkiler biraz sert oldu olmuş olalı ki -bana göre- ertelendi. 3. Tarım Şûrası Tarımda Millî Birlik Projesi’ne zemin hazırlamak üzere paydaşların gazını almak için yapılmış da olabilir. Sonuç olarak ben bu stratejilerden ve projelerden hiçbir şey anlamadım çünkü ortalık stratejiden ve projeden geçilmiyor.
31. İlköğretim müfredatına “Tarım” dersinin konulmasının sağlanması: Konuldu mu, konulmadı mı takip etmedim. Eğitimci olarak 15 yıl hizmet etmiş biri olarak “tarım” dersinin ne işe yarayacağını/yaradığını anlamış da değilim. “Belki tarımı, hayvanı, çiçeği, böceği sevdirmeyi düşünüyorlardır.” diyeceğim ama uygulama olmadan bir işe yaramaz ki. Bu ülkede hiç bahçesi olmadığı için ayak basılacak bir avuç toprağı da olmayan, çatısı bahçe olarak kullanılan okullar var. Olsa olsa evlerin balkonuna ekmeleri teşvik edilebilir ki benzerini -meşhur- “fasulye çimlendirme” deneyi ile yapıyorlar zaten.
32. Tarımsal öğretim ve araştırma alanında üniversite–bakanlık–özel sektör–sivil toplum örgütleri arasındaki iş birliğinin güçlendirilmesi: Hep söyleniyor ama bir türlü güçlenmiyor. Niyeyse?
33. Üretici örgütlenmesinin dağınık yapısının önlenmesi amacı ile kooperatiflerin bir ulusal birlik altında toplanması: Sorum şu: Bunun yapılması kimin elinde? Bakanlığın. Yetki onlarda. Şûra da destek vermiş. Niye yapmadınız? Niye yapmıyorsunuz?
34. AB Ortak Tarım Politikalarının gerektiği “Ödeme Kurumu” başta olmak üzere gerekli tüm idari yapıların tamamlanması: Bu da siyasi bir karar. Şûra kararı olması abes. AB ile ilişki kuracaksanız, onlar da bunların yapılmasını ilişkinin ön şartı olarak istiyorsa yapacaksınız.
35. AB ile müzakere sürecine hazırlık amacı ile Bakanlığın uzman kadrosunun güçlendirilmesi: Yine ihtiyaca göre Bakanlığın karar vereceği bir konu. Şûra kararına girecek bir konu değil.
36. Dünya Ticaret Örgütü Doha müzakerelerine aktif katılım sağlanması ve hassas ve özel ürünler ile gıda güvenliği açısından önem taşıyan ürünlerimizin etkilenmesi önlenmelidir: Bu madde olmasaydı Bakanlık, Doha’ya gitmeyecek, müzakerelere katılmayacak mıydı? Bu işler Bakanlığın kanunla emredilen görevleri arasında değil mi?
Sonuç
Şûralar, gündelik politikaların değil, yapısal sorunların görüşüleceği yerlerdir. Gerisi her zaman, her yerde konuşuluyor zaten. Bakan ve bakanlık yetkilileri paydaşlarını ilk defa şûralarda mı görüyor ya da diğerleri birbirlerini! Nitekim 3. Şûra öncesinde 200 toplantı yapılmış, 7000 kişi ile görüşülmüş. Şûra’da bu toplantılarda konuşulanlardan farklı ne koşuldu? Şûra’ya gelinceye kadar bütün görüşler süzgeçten geçirilmeli, orada yapısal sorunlar ve çözüm önerileri görüşülüp tartışılmalıydı. İşte bunun için şûraların “paydaşların gazını alma” toplantıları olduğunu düşünüyorum. Bence işleri düzeltmeye buradan başlamalıyız.