Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin teşkilat yapısı ve yeni kabine belli oldu.
Başarılı olmaları en büyük dileğim, doğru yaptıkları her konuda yanlarında ve yardımcı olmak, desteklemek en büyük görevimdir.
Bakan isimleri ne kadar önemli
Kabineyi isimler olarak değerlendirmeyeceğim çünkü yenileri tanımıyorum. İnşallah ehil insanlardır.
Ehil insandan kastım, işini iyi yapan insan.
Bu anlamda geçmişleri elbette bakan yapılmalarında önemli bir kıstas olmuştur fakat yetmez. Üstlendikleri yeni görevlerdeki başarılarını görmek lazım.
Ziya Paşa’nın meşhur söyleyişiyle,
“Âyînesi iştir kişinin lafa bakılmaz./Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”
Aynı zamanda…
Eleştirilerim veya övgülerimde genellikle faille (yapan insan) ilgilenmem. Faile olan ilgim, daima fiile olan ilgimden sonra gelir ve bu ilgi de failin fiille ilişkisi mertebesindedir. Önce ne yapıldığına, sonra yapılanın doğru mu yanlış mı olduğuna bakarım; yapanlarla ilgili kanaatimin ölçüsü budur.
Diğer taraftan…
Yeni sistemin cumhurbaşkanına/başkana verdiği yetkiler çok fazla. Bu sebeple yeni sisteme “Güçlendirilmiş Başkanlık Sistemi” demek yanlış olmaz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, kabineyi açıkladığı konuşmasında belirttiği gibi “Bundan sonra cumhurbaşkanlarının başarısızlıkla ilgili bahaneleri kalmamıştır. Yetkiler konusunda hiçbir mazerete sığınma hakları yoktur.”
Cumhurbaşkanının yetkilerine “politika oluşturma” görevi verilen kurullar da eklendiğinde bakanların karar mekanizmasındaki etkileri en aza inmiş görünüyor. Uygulama nasıl olur göreceğiz.
Yine de “bakan” unvanını taşıyor olacakları için işlerine kendi damgalarını vurmalarını beklemek hakkımız.
Hazır bakanlardan bahsetmişken Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’den hassaten rica ediyorum:
Lütfen, en kısa zamanda “tarım ve hayvan” sayımı yaptırın. Bu sayım diğer bütün güzel icraatlarınıza temel oluşturacaktır.
Devlet artık şirket gibi mi yönetilecek?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, devleti şirket gibi yönetme arzusunu yıllardır dile getiriyor. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi ile nihayet arzusunu gerçekleştirme imkânına kavuştu. Bazı bakanların geçmişine baktığımızda, Cumhurbaşkanının, onları arzusu istikametinde seçtiği açıkça görülüyor.
Cumhurbaşkanı, neden devleti şirket gibi yönetmek istiyor?
En fazla vurguladığı, klasik devlet sisteminde bürokrasinin, siyasetçinin yapmak istediklerini yavaşlatıyor iddiası. Eski sistemin hantal olduğunu savunuyor. “Halktan yetkiyi alan ve hesap verecek olan siyasetçi.” düşüncesinden hareketle, siyasetçi karar vermişse diğer yöneticilerin sorgulamadan ve hemen uygulamaya geçmesini istiyor.
Peki, devleti şirket gibi yönetmek doğru bir yönetim sistemi mi ve devlet, şirket gibi yönetilebilir mi?
Devletin, devlet gibi yönetilmesi gerektiğini düşünenlerdenim fakat kurum/kuruluşların yönetim sistemleri ve ilkeleri üzerine bir tartışma açmak istemem. Yeri ve zamanı değil. İçinde bulunduğumuz durumda tartışmayı bu şekilde sürdürmek doğru olmaz.
Bu noktada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tercihinden hareketle, yeni yönetim sisteminin faydalı olabilmesi için sistemin “kurullar” bahsinde sıkça kullanılan “ortak akıl” ifadesine dikkat çekmek istiyorum.
“Ortak akıl” ifadesi, yapılması gerekenlerin tespitinde, karar aşamasında, uygulamanın planlanmasında “paydaşların ortak kararının” olması gerektiği anlamına gelir ki devletinizi “ne gibi” yönetmek isterseniz isteyin, bu olmadığı müddetçe yapılacak olandan olumlu sonuç beklemek tesadüflere bağlı olur.
Diğer bir söyleyişle yeni yönetim sisteminde, tekrar isimlerin önemi konusuna dönersek, bakanların isimlerinden çok kurullara atanacak insanların isimleri önem taşıyor.
Bir sonraki aşamada ise kurullara atanacakların isimlerinden çok kurulların yetkileri, daha sonra bu kurullarda alınacak kararlara Cumhurbaşkanı’nın ne ölçüde uyacağı önem kazanıyor.
Dolayısıyla adına ister “şirket gibi yönetim” ister “devlet gibi yönetim” diyelim, yeni sistemin verimliliğini ve başarısını bu ilişki belirleyecektir.
Yeni sistemde tek adamlık söz konusu mu?
Bu sorunun cevabını verirken, önemine binaen, girişteki değerlendirmelerimin bir kısmını tekrar edeceğim:
“Yeni sistemin cumhurbaşkanına/başkana verdiği yetkiler çok fazla. Bu sebeple yeni sisteme ‘Güçlendirilmiş Başkanlık Sistemi’ demek yanlış olmaz.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabineyi açıkladığı konuşmasındaki şu cümleleri de bu düşüncemi destekliyor:
“Bundan sonra cumhurbaşkanlarının başarısızlıkla ilgili bahaneleri kalmamıştır. Yetkiler konusunda hiçbir mazerete sığınma hakları yoktur.”
Bu ifade açıkça “tek adamlığa” işaret etmekle ve cumhurbaşkanının yetkileri de tek adamlığa imkân vermekle birlikte ben bu yetkilerin nasıl kullanıldığına bakacağım.
Örneğin yetkili kurul, “Kanal İstanbul”un yapılmasını doğru bulmaz ve vazgeçilmesini tavsiye ederse Sayın Cumhurbaşkanı, Kanal İstanbul rüyasından vazgeçip gerçeklerle yüzleşmeyi kabul edecek midir, yoksa “Yapılsın.” diyecek yeni bir kurul mu oluşturacaktır?
Cumhurbaşkanı Erdoğan özelinde durum budur ancak yetkiler bugüne özel değildir. Sonraki cumhurbaşkanları da aynı yetkileri kullanacaklardır. Dolayısıyla “tek adamlık” konusu, artıları ve eksileri ile hep gündemde olacaktır.
Kişilerden bağımsız olarak “Tek adamlık” yetkilerini nasıl değerlendirdiğimi ise iki maddede şöyle özetleyebilirim:
- Yasama, yürütme ve yargının “net olarak” ayrılmadığı, bağımsız denetimin olmadığı hiçbir sistemin kalıcı başarılar sağlama ihtimali yoktur.
- Tek adamlık işleri hızlandırabilir ve bu sayede önemli kazanımlar da sağlanabilir ancak kazanımların hepsi tek bir yanlış kararla ortadan kalkabilir, devlet ve millet ölümcül yaralar alabilir. Tarih, bunun örnekleri ile doludur.
Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu
Kurulları neden çok önemsediğimi yukarıda anlattım.
Şimdi de bu kurulların yapılarına ve kendilerine yüklenen misyona bakalım:
“Söz konusu yapılanma ile sivil toplum kuruluşları, akademi ve sektör temsilcileri, ilgili kurumlar politika yapım sürecine dâhil edilerek ortak aklın kurumsallaştırılması hedefleniyor. Politika önerisi geliştirecek kurullar, icra faaliyetlerini izleyerek ilerleme raporları hazırlayacak.”
Bu açıklamadan hareketle örnek olarak Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulunu ele alalım:
Bildiğiniz gibi yeni adıyla Tarım ve Orman Bakanlığının yetki alanında gıda, tarım, hayvancılık, su ve orman var. Diğer bir söyleyişle memleketin neredeyse her karış toprağı, her damla içeceği, her lokma yiyeceği bu bakanlığın yetki ve sorumluluk alanında. Kuruldaki “Gıda” ifadesinin açılımı bu. Diğer ifade ise “Sağlık”. Kurul adındaki “Sağlık”, Sağlık Bakanlığının yetki ve sorumluluk alanına giren sağlığı ifade ediyor. O da kabaca hastane hizmetleri ve ilaçlar ile sınırlı. Bunların dışındaki sağlığın tamamı Tarım ve Orman Bakanlığının yetki ve sorumluluk alanında.
Bu açıklamayı Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulunun yetki ve görev alanının ne kadar geniş olduğunun anlaşılması için yaptım.
Geldiğimiz noktada insan böyle geniş ve büyük sorumlulukları olan bir Kurulun kimlerden oluşacağını hâliyle merak ediyor. Ben kaç kişiden oluşacağını da merak ediyorum.
Kurul, ilgilenilmesi gereken temel konuların/sorunların çokluğundan hareketle çok kişiden oluşturulursa kargaşa olur, az kişiden oluşturulursa hem paydaşların tamamına ulaşılamamış hem de bazı konularda yetkin insanlardan faydalanmadan karar alınmış olur.
Ayrıca “…icra faaliyetlerini izleyerek ilerleme raporları hazırlayacak.” ifadesinden hareketle bunu nasıl bir organizasyonla yapacağını merak ediyorum. Bu izlemenin yapılabilmesi için ayrıca çok kalabalık bir sekretaryanın da kurula hizmet vermesi gerekir.
Eski sistemde de çeşitli adlar altında kurulmuş kurullar vardı. Örneğin Ulusal Süt Konseyi. Yapısı, yeni kurulan kurulların yapısına çok benziyor. Bir de kamunun kendi arasında oluşturduğu kurullar vardı ve son yıllarda yönetim biçiminin bir parçası olmuşlardı. Belki de bu günlere hazırlık olarak kurulmuşlardı. Böyle düşünülmüşse tecrübeden ders alınmış olması şartıyla takdir ederim ancak bildiğim kurulların pek başarılı olduklarını da söyleyemem.
Örneğin Ulusal Süt Konseyi zaman içinde pasifleştirilmiş, işlevi “çiğ süt fiyatları” konusunda tarafları anlaştırmaktan ibaret kalmıştır.
Bu kurulların içinde kısaca “Gıda Komitesi” olarak bilinen “Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi” de vardı ki kuruluş tarihi 09 Aralık 2014. Kamu kurumlarından oluşturulmuş bir Komite idi.
Kuruluş Genelgesi’nde amacı şu şekilde ifade edilmişti:
“Gıda ve tarım ürünleri arzının ve fiyatlarının sürdürülebilir bir yapıda olması, gerek toplum sağlığı açısından gerekse sosyal ve ekonomik açılardan önem taşımaktadır. Ülkemizde tarımsal üretim; kuraklık, don, aşırı yağış ve diğer doğal afetler gibi iklim koşullarına ve üretim tercihlerinde yaşanan beklenmedik değişimlere göre şekillenmektedir. Ayrıca, dağıtım zincirindeki yapısal sorunlar üretici fiyatlarıyla tüketici fiyatları arasındaki ilişkiyi bozmakta ve fiyatlardaki dalgalanmaların boyutunu artırabilmektedir. Tarımsal üretim ile gıda ve ürün fiyatlarındaki çeşitli şekillerde ortaya çıkan dalgalanmalar nedeniyle bu piyasaların yakından takibi gerekmektedir.
Bu çerçevede ülkemizde, gıda ve tarım ürünlerinin; kısa ve uzun vadeli arz-talep, ihracat-ithalat ve üretim-tüketim değişimleri ile bu değişimlerin ve dağıtım zincirindeki gelişmelerin fiyatlara olası etkilerinin izlenmesi ve değerlendirilmesi, gerekli görülmesi halinde, alınacak tedbirlere ve uygulanacak politikalara ilişkin önerilerde bulunulması amacıyla…”
Çok büyük umutlarla kurulmuştu. Defalarca toplandılar ve düşündükleri tedbirleri en özet şekliyle halkla da paylaştılar. Bu paylaşımlardan hareketle beş makale kaleme aldım:
- Gıda Komitesi ne iş yapar? 24.10.2016
- Gıda Komitesi ve gıda fiyatları üzerine (28.02.2017)
- Gıda Komitesi bu yükü taşıyabilir mi? (29.05.2017)
- Gıda Komitesi ve et ithalatı üç yılda biter mi? (21.08.2017)
- Yeni umudumuz: Ürün İhtisas Borsaları ve Lisanslı Depoculuk (26.02.2018)
Makalelerin hepsinde de “birkaç istisnası dışında düşünülen tedbirlerin önemli olduğunu fakat Türkiye’nin kendine özgü şartlarının dikkate alınmadığını, amaçların bazı tedbirlerle çeliştiğini, bu şartlarda uygulamaların amaçlanan sonuçları vermesinin ve özellikle gıda fiyatlarındaki yükselişin durdurulmasının mümkün olmadığını” ısrarla yazdım.
Kurulduğundan itibaren aradan 3,5 sene geçti. Sonuç: Komitenin somut hiçbir başarısı yok. Gıda fiyatlarının geldiği nokta ise “tüketici enflasyonu”ndan “üretici maliyet enflasyonu”na dönüştü. Uzun süre böyle olmaya da devam edecek.
Bu değerlendirmem, kurullara karşı olduğum anlamına gelmesin. Doğru yapılandırıldıkları, görevleri net olarak tanımlandığı, ortak akıl dikkate alındığı, icra faaliyetleri dikkatle izlenip raporlandığı ve başarısız olunan noktalarda sorumlulardan hesap sorulduğu müddetçe çok faydalı olacaklarına kuşkum yok.
Kurullarla ilgili daha somut değerlendirmelerimi kurulların somut icraatlarından sonra paylaşacağım.