Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı ve Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nevin Şanlıer, medyatik, popüler, mucizevi ve şok diyetler konusunda uyarıda bulundu: “Şok diyet yapıp, sağlığınızdan olmayın!”
Röportaj: Metin Ertunç – [email protected]
Obezite, günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunlarından birisi olarak öne çıkıyor. Eski çağlarda şişmanlık, bir zenginlik göstergesiydi ama bugün salgın bir hastalık olarak kabul ediliyor. Dünya Sağlık Örgütü obeziteyi, sağlığı bozacak ölçüde vücutta anormal veya aşırı yağ birikimi olarak tanımlıyor. Yerküre üzerinde Örgütün bu tanımına uyan yaklaşık 600 milyon insan yaşıyor. Bununla birlikte 1,9 milyardan fazla kişi de hafif şişman kategorisine giriyor.
Türkiye’de de durum dünyadan farklı değil. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayınlanan 2014 yılı Türkiye Sağlık Araştırması sonuçlarına göre, nüfusumuzun yaklaşık yüzde 20’si obez sınıfında yer alıyor. Kadınlarda ise obezite oranı, erkeklere göre biraz daha fazla.
Tabii, bu büyük sağlık problemi, insanları çeşitli arayışlara yöneltiyor. En fazla başvurduğumuz çözüm ise medyatik, popüler, mucizevi ve şok olarak önümüze sunulan diyetler oluyor. Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı ve Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nevin Şanlıer ise “Sakın!” diyor; “Şok diyet yapıp, sağlığınızdan olmayın!”.
Tıbbi beslenme tedavisinin bireye özel, parmak izi gibi olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Şanlıer, obezitenin nedenlerinden, ideal bir zayıflama diyetinin nasıl olması gerektiğine kadar okurlarımız tarafından bize yöneltilen pek çok soruyu yanıtladı. Soruların çokluğu dolayısıyla röportajımız biraz uzun oldu ama işin uzmanından doğruları okuduğunuzda zannediyoruz buna değdiğini göreceksiniz. Geriye size kalan ise sadece uygulamak.
Toplum genelinde obezitenin aşırı yeme-içmeye bağlı olduğu kanısı yaygın. Bu nedenle önce şu soruyla başlayalım isterseniz; gerçekten obezite sadece yeme-içme ile alakalı bir hastalık mı yoksa hastalığa sebep olan başka faktörler de var mı?
Şişmanlık söz konusu olduğunda, yeme-içme faktörünü göz ardı edemeyiz. Bununla birlikte genetik ve çevresel faktörleri de ihmal etmemeliyiz. Ancak buradaki en temel etken şudur; fazla enerji alırsınız, buna karşın az enerji harcarsınız.
Fazla enerji alımına ne sebep oluyor derseniz, aşırı yeme-içme bunun sebeplerinden bir tanesidir. Bunun yanına, ev dışında beslenmenin artmasını ve buna bağlı olarak yağ ve şeker içeriği yüksek, enerji yoğunluğu fazla olan yiyecek ve içeceklerin ölçüsüz tüketimini de koyabiliriz.
Porsiyon büyüklüğü de önemli. Tükettiğimiz besin ve içeceklerin porsiyonlarının büyümesinin yanında öğün atlama, hızlı yeme gibi yanlış beslenme alışkanlıkları da enerji alımını arttırır. Bu nedenle, tüketirken dikkatli ve ölçülü olmak gerekir.
Enerji harcamasının azlığı ise hareketsiz yaşam tarzının giderek yaygınlaşmasından kaynaklanıyor. Günümüzde pek çok kişi masa başı işlerde çalışıyor. Teknoloji son derece ilerledi, ulaşım koşulları değişti, şehirleşme arttı. Tüm bu faktörler, fiziksel aktiviteyi azaltıyor.
Tüm bunların yanında vücut ağırlığının düzenlenmesinde görev alan bazı hormonların yapısında ve işlevlerindeki bozulmalara bağlı olarak bireyin iştahı artabilir ve enerji dengesi bozularak şişmanlık görülebilir.
Aşırı kilolu insanlar genellikle çözüm olarak basında sıkça yer alan medyatik diyetlere yöneliyor. Sizce bu doğru mu?
Elbette, doğru değil. Öncelikle şunu vurgulamalıyım; obezite ve zayıflamaya ilişkin kısa süreli ya da mucizevi bu tür arayışlar, bugün beslenme alanında yaşadığımız bilgi kirliliğinin de en önemli kaynaklarından biridir. Maalesef, toplumun güvenilir kabul ettiği bazı sağlık profesyonelleri ile sanatçılar, mankenler gibi beslenme alanında eğitim almamış kişilerin bu alandaki beyanları, önerileri büyük ilgi görüyor. Ancak uzman olmayan kişilerin verdiği bu bilgilerin halkımızın sağlığını tehdit ettiğinin altını çizmeliyim.
Öte yandan zayıflamak uğruna uygulanacak her yanlış yöntem sadece geçici bir ağırlık kaybı sağlayacak, bunun yanında ise geri dönüşü zor olan sağlık sorunlarına yol açacaktır. Şuna açıklık getirelim; uygulanan şok diyetler sinirlilik, kalp atışında bozukluk, bulantı, kusma, kabızlık, ishal, tansiyon düşüklüğü, kuru cilt, saç incelmesi-dökülmesi, yorgunluk, uyuşukluk, mineral ve elektrolit dengesinde bozukluk, idrarda protein görülmesi, bazal metabolizma hızında azalma gibi olumsuz etkilere yol açıyor.
Tek besine dayalı diyetler kısa sürede etkili olmasına rağmen vücut ağırlığındaki kayıp kalıcı olmuyor. Hatta tam tersine bazı besin öğeleri yetersiz ve dengesiz kalıyor. Medyatik, popüler ve mucizevi gibi lanse edilen diyetlerle yağ dokusu kaybı yerine kas kaybı gerçekleşiyor. Bu nedenle istenilenin aksine vücut suyu azalırken vücut yağ yüzdesi artıyor.
Bu tip diyetlerin sık sık uygulanıp bırakılmasına bağlı olarak da bazı sağlık problemleri ortaya çıkabiliyor. Örneğin; vücut bazal metabolizması yavaşlıyor ve başka bir diyete geçtiğinizde ağırlık kaybınız zorlaşıyor. Kronik hastalığı olan bireylerde ise risk daha yüksek. Bu diyetler böbrek yetmezliği, karaciğer yetmezliği, bilişsel fonksiyonlarda azalma, hatta ölüm ile sonuçlanabiliyor. Unutmamak gerekir ki; hiçbir besin mucize olmadığı gibi hiçbir besin de kötü değildir. Önemli olan bireyin yaşına, cinsiyetine, fiziksel aktivite düzeyi ile özel durumuna göre kişiye özgü yeterli, dengeli ve sağlıklı beslenme programlarının hazırlanmasıdır.
Bir de zayıflattığı iddiasıyla piyasaya sürülen hap, bitki çayı vb yüzlerce ürün var. Bu ürünler hakkında neler söylersiniz?
Belki bir kez daha vurgulamakta fayda var; son zamanlarda adından sıkça söz ettiren medyatik, moda, mucizevi ve şok diye adlandırılan diyetler, bunlarla birlikte sunulan hap, ilaç vb. ürünler sağlığımız için çok ciddi tehlike arz etmektedir. Bu tarz ilaçlar, çaylar nedeniyle maalesef ölümle sonuçlanan vakalara şahit oluyoruz.
Ancak ne yazık ki bu tarz zayıflama yöntemleri toplumumuz tarafından çok çabuk benimseniyor. Bu da pek çok bireyin sağlık sorunları yaşamasına neden oluyor. Şöyle düşünün; yıllar içinde kilo alıyorsunuz ve bu kiloları çok kısa süre içinde vermek istiyorsunuz. Özünde birbiriyle çelişen bir durum ama yine de insanlar mucize arayışlara girebiliyorlar. Oysa böyle diyetlere ve ürünlere ilişkin çoğunlukla kanıta dayalı, uzun süreli yapılan çalışmalar bulunmamakta. Bu nedenle sağlık üzerinde oluşturacakları yan etkiler göz ardı edilmemeli. Özellikle konunun uzmanı olmayan kişiler tarafından hatalı, toplumun sağlığını bozacak bilgiler verilmemeli, bilgi kirliliğinden kaçınılmalı.
Her şeyden önce şunu bilmemiz lazım; uzun vadede vücut ağırlığı ve sağlığın korunması ayrıca yaşam kalitesinin arttırılması için, mutlaka bireylerin yeterli ve dengeli beslenmenin yanında hareketli bir yaşam tarzını benimsemesi lazım. Bu, sağlık açısından çok önemlidir.
Tüm bu uyarılarınızın ışığında şunu soralım, ideal bir zayıflama diyeti nasıl olmalı ve nelere dikkat edilmeli?
Önce şunu vurgulayalım; tıbbi beslenme tedavisi bireye özeldir. Tıpkı parmak izi gibi olduğu unutulmamalıdır. Mutlaka bir diyetisyen kontrolünde sağlıklı zayıflama sağlanmalıdır.
Bu uyarıyı yaptıktan sonra bir önemli hususa daha dikkat çekmeliyim; o da, zayıflama sağlanırken önemli olan şeylerden birinin, bireyde davranış değişikliğinin sağlanmasıdır. Yani bireye doğru beslenme alışkanlıklarını kazandırmamız gerekiyor.
Sağlıklı bir zayıflama nasıl olmalı? Her şeyden evvel, ideal ağırlık kaybı haftada 0.5-1 kg arasında olmalıdır. Bunu sağlayacak beslenme programları da hiçbir zaman düşük enerji içermezler. Hızlı ağırlık kaybeden bireylerin daha sonra hızlı bir şekilde kaybettikleri ağırlığı geri aldıklarını unutmamak lazım. Çünkü vücut düşük enerjiye adapte olduğundan, birey biraz fazla yemeye başladığında ağırlık kazanmaya eğilimi artar.
Sağlıklı bir diyette öğün atlanmamalı günde 3 ana, 2-3 ara öğün yapılmalıdır.
Yemeklerin mümkün olduğunca küçük tabaklarda porsiyonlanarak tüketilmesine özen gösterilmeli.
Ayrıca yemekler pişirilirken haşlama, ızgara veya fırında pişirme gibi sağlıklı yöntemler tercih edilmeli, kızartma ve kavurma yöntemlerinden kaçınılmalı.
Günde en az 8-10 su bardağı su içilmeli.
En önemli hususlardan birisi; düzenli olarak fiziksel aktivite yapılmalıdır. Yani haftada 4 gün 45-60 dakikalık yapılacak yürüyüş bile yaşam kalitemiz açısından oldukça önemlidir. Çünkü kaybedilen ağırlığın korunması, ağırlık kaybetmekten çok daha önemlidir. Bu nedenle, arzu edilen düzeye kadar ağırlık kaybeden birey, vücut ağırlığını koruyabilmek için neler yapması gerektiğini diyetisyenine danışmalı ve ağırlığını koruyucu bir beslenme programına alınmalıdır.
Son yıllarda obezite diyetisyenliği kavramı konuşulur oldu. Siz de bu alanın Türkiye’deki öncülerinden birisiniz. Hatta dernek olarak da bu alanda faaliyet gösteriyorsunuz. Bize bu kavramı biraz açar mısınız? Diyetisyenlik içerisinde bu tür bir uzmanlık alanına neden ihtiyaç duyuluyor?
Beslenme ve diyetetik bilimi çok geniş bir alan. Bugün diyetisyenler, birçok hastalığın beslenme tedavisinde, hastalıkların önlenmesinde, toplu beslenme gerçekleşen kurumlarda, beslenme bilimini yer aldığı her yerde görev alıyor. Buna bağlı olarak, çalışma alanı bu kadar geniş olan bir meslekte branşlaşma ve uzmanlaşma bir gereklilik haline geldi. Obezite diyetisyenliği de bu alanlardan biri. Obezitenin dünya sağlığını etkileyen en önemli hastalıklardan biri olduğu düşünüldüğünde, zannediyorum bu alanda çalışan diyetisyenlerin önemi daha iyi anlaşılacaktır.
Derneğimize gelince; Obezite Diyetisyenliği Derneği, Türkiye’deki Üniversitelerin Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sağlık Bilimleri Yüksek Okulu veya Sağlık Yüksek Okulu Beslenme ve Diyetetik bölümlerinden mezun olarak diyetisyen unvan ve yetkisine sahip diyetisyenleri obezite diyetisyenliği alanında yetiştirmeyi, geliştirmeyi, güncelleştirmeyi, yenilikleri sunmayı amaçlıyor. Beraberinde, diyetisyenleri güncel bilimsel bilgiler ışığında ve etik kurallar çerçevesinde obezite, şişmanlığın önlenmesi, şişmanlıkta tıbbi beslenme tedavisi ve vaka yönetimi konularında desteklemeyi ve mesleki gelişmelerine katkıda bulunmayı hedefliyoruz.
İlgili alanda görev almış diyetisyen akademisyenler (öğretim üyesi, öğretim görevlisi veya araştırma görevlisi) ile özel veya kamu kurumlarında ilgili alanda en az iki yıl diyetisyenlik deneyimine sahip olan gerçek kişiler derneğimize üye olma hakkına sahip oluyorlar.
Diyetisyenliğin halk nezdindeki algısı, genellikle zayıflama yönünde. Yani insanlar diyetisyene genellikle zayıflamak adına gidiyorlar. Oysa diyetisyenlik bundan daha geniş bir anlam ifade ediyor. Örneğin, hep konuştuğumuz yeterli ve dengeli beslenme veya hastalıklara, kişiye göre beslenme gibi unsurlar sizce de göz ardı edilmiyor mu?
Çok doğru, son yıllarda toplum genelinde yaygın olan bu kanaatin değişmekte olduğunu görmekle birlikte, çoğunlukla göz ardı edildiğini söyleyebiliriz.
Beslenmeyi kısaca büyüme, yaşamın sürdürülmesi ve sağlığın korunması için besinlerin kullanılması şeklinde tarif edebiliriz. Diyetetik ise beslenme bilimi ile hastalıkların ilişkisini inceleyen bilim dalıdır.
Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere diyetisyenlerimiz, toplumun beslenme durumunun saptanması, ülkenin besin ve beslenme plan ve politikalarının saptanması, besin analizleri, değişik yaş gruplarının besin gereksinimlerinin belirlenmesi, hastalıklara özgü diyetlerin düzenlenmesi ve uygulanması, toplu beslenme hizmeti veren kuruluşlarda yemek servisinin yönetimi ve organizasyonu gibi çok çeşitli alanlarda görev alıyor. Görüldüğü üzere zayıflama konusu biz diyetisyenlerin işinin sadece bir ayağını oluşturuyor.
Tüm konuştuklarımız çerçevesinde bir beslenme eğitiminin şart olduğu ortaya çıkıyor. Peki, bu eğitim nasıl gerçekleştirilirse toplumda beslenme konusunda farkındalık artar?
Öncelikle, toplum bazlı hedef çalışma grupları oluşturulmalı. Peki, nedir bundan kastımız? Bu çalışma grupları vasıtasıyla, bireylerin eğitim seviyelerine, yaşlarına göre uygun şekilde beslenme eğitimleri verilmesidir.
Örneğin, emzirmenin teşviki, okul kahvaltı programları, hasta eğitim programları, sağlıklı iş yeri çalışmaları gibi konularda sağlık personeli bilgilendirilmeli, dolayısıyla sağlık kuruşlarına başvuran bireylerin bilgilendirilmesi de sağlanmalıdır.
Beslenme eğitimi için en önemli hedef grup ise çocuklardır. Bu nedenle ebeveynler ve eğitimciler de en önemli hedef gruplar arasında yer alıyor. Çünkü biz biliyoruz ki; çocukluk döneminde sağlıklı beslenme bilgi ve alışkanlıkları kazandırılması, ilerleyen dönemlerde de sağlıklı beslenme alışkanlıklarının sürdürülmesini sağlayacaktır. Bunu sağlamak için Sağlık Bakanlığımızın yürüttüğü ve üniversitelerin ilgili bölüm akademisyenlerinin desteklediği projeler mevcut.
Bunun dışında toplumda beslenme konusundaki farkındalığı artırmak için medyaya da önemli görevler düşüyor. Özellikle bu noktada, beslenme konusundaki bilgi kirliliğinin önlenmesi konusu atlanmamalı. Yasal yaptırımlar ile uzman olmayan bireylerin kitle iletişim araçlarını kullanarak beyanda bulunmalarının önüne geçilmesi, alanında uzman kişiler tarafından oluşturulacak bir komisyon aracılığı ile bu tür bilgi kirliliklerinin denetlenmesi, sonrasında telafisi mümkün olmayacak sonuçların önlenmesi açısından çok önemli.