Bir sorunumuz var! Hem de kronik bir sorun. Adam akıllı önlem alınmazsa belki de çok yakında -hukuk doktrininde geçen adı ile- “organize suçlar” başlığı altında görebileceğimiz koca bir aymazlık silsilesi… Kullanmaya dilim varmasa da bu kronik sorunun adı: “Yüz kızartıcı gıda suçları ve haksız kazanç sevdamız”. Kasıt mı, cahil cesareti mi yoksa gıda üreticilerinin bilgisizliği mi tüm bu yaşananlar, bilinmez! Ancak, gıda suçlarının adli tarafında yer aldığım zaman diliminde, gıda suçları konusunun bir teorisyen gibi tarafsız olarak ele alınması gerektiğini gördüm.
Eskimeyen filmlerin günümüze yeniden uyarlanması veya remake versiyonları gibi sanki tüm yaşananlar. Film konumuz aynı, sadece aktörler farklı. Okumaya bile gönlümüzün razı olmadığı gıda hileleri ve o hilelerle çöpe giden milli sermayemiz…
SUÇLU; TAŞ OCAĞI İLE GIDA İŞLETMESİNİ AYNI GÖREN ZİHNİYET!
Kasıtlı gıda suçlarını her durumda tekrarlatan ve çözümsüz kılan da; gıda imalatından anlamayan, üretim ahlakı ve etik bilincinden uzak, gıdayı sadece batmayan bir ticari liman olarak gören bazı art niyetli kişiler. Bir taş ocağı işletmesini bir gıda işletmesi ile eşdeğer tutan zihniyet! Ben onları “neoliberalizmin kötü unvanlı aktörleri” olarak tanımlıyorum. Gıda üretiminde hata yapanlar değil bahsettiklerim elbette. Birebir içinde kasıt barındıranlar, yani suçlular onlar. 5996 sayılı Gıda Kanunumuzun ilgili maddeleri, gıda üretiminin yasal üretim yollarını açıkça tarif etse de o kurallara ısrarla uymamaya gayret eden ya da tali yollar bulma gayreti içinde olanlar onlar.
GIDA ÜRETİCİSİ BİLİNÇSİZ
Gıda okuryazarlığını konuştuğumuz bu günlerde; gıda tüketicisine ısrarla bilinçli tüketici olmayı ve dikkatle etiket okumayı öğütlediğimiz ve öğretmeye çalıştığımız bu günlerde; yine gıda sanayisi adına bilgi kirliliğinden şikayet ettiğimiz bu günlerde tüketiciden önce üreticinin bilgi sahibi olması gerektiğini ortaya koyan gelişmeler yaşadık. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yayınladığı son “teşhir” listesinde gördüğümüz ve tekrarlanan gıda hileleri, gıda üreticisinin bilinci konusundaki eksiklikleri gözler önüne serdi.
Ayrıca, etiketinde belirtilmediği halde ürünün içeriğinde bulunan bileşenlerin niteliği de gerçekten çok düşündürücü! Bu bileşenlerden birkaçı, gıda ürünleri içeriğinde olmaması gereken ilaç etken maddeleri… Evet, bahsettiğim ilaç etken maddeleri “Sildenafil Sitrat”, “Tadalafil” ve diğerleri…
GIDA ÜRETİCİLERİNE “ÜRETİMDE KALİFİKASYON VE ETİK” EĞİTİMİ VERİLMELİ
Kasıt mı, cahil cesareti mi, bilgisizlik mi? Bu ayrımı net olarak yapabilmek adına gıda işine gönül veren üreticiye kalifikasyon eğitimi verilmeli. Ayakkabı ya da tekstil sektörlerinde iflas bayrağını çektikten sonra gıda sektörünü “banko kazanç” olarak gören müteşebbislerin elini kolunu sallayarak gıda sektörüne girmesine izin verilmemeli. Bu konunun gerekliliği ve önemi, “Gıda Koçluğu” ve diğer başlıklar altında Gıda Mühendisleri Odası tarafından defalarca dile getirildi ve konu parlamentoya kadar taşındı.
PEKİ, TÜKETİCİSİNİN GÜVENİ?
Yukarıda bahsettiğin “Sildenafil Sitrat”,erkek üreme sistemi bozukluklarının tedavisinde kullanılan bir ilaç etken maddesi. Peki, bu maddeyi yasaya aykırı olarak bir gıda maddesinin içeriğine ilave eden bir üreticinin satışları arttırma ve haksız kazanç elde etme çabaları ve “iş ahlaksızlığı”, medyada bu haberleri gören gıda tüketicisinin bireysel bazda güven algoritmasını nasıl etkiler sizce? Üstelik ürettiği bu ürünleri kadın, erkek, çocuk, yaşlı fark etmeden geniş bir kitleye satmaya niyetlenmesi de cabası…
“Sildenafil Sitrat” ve muadili etken maddelerin kontrolsüz kullanımının hipertansiyon atakları, kardiyovasküler hastalıklar, kalp krizleri ve hormon dengesizliği gibi insan sağlığında ciddi arazlar oluşturabileceğini ortaya koyan onlarca bilimsel makale var. Buna rağmen bu yola başvuran sahadaki üreticilerin oluşabilecek sonuçlardan bihaber ve kendi akıbetlerini bile hiçe sayabilecek bilinçsizlikte oldukları ispat edilmiş oluyor.
BU SUÇLAR 5996 SAYILI KANUNUN DIŞINA TAŞIYOR MU?
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 186. Maddesinde “Bozulmuş veya Değiştirilmiş Gıda veya İlaçların Ticareti” başlığı altında düzenlenmiş suçun maddi konularından biri olan ve somut olaylarda çoğu zaman tartışmalara neden olan ve “Değiştirilmiş Gıdalardır” kavramı ile de anlatılan “Yüz Kızartıcı Gıda Suçları” ve bu suçların maddi kayıp boyutları, tartışmalara açıktır ve sınırları tam olarak bilinmemektedir.
Gıda ürünlerinde yüz kızartıcı suç işleyenlere yönelik sadece 5996 sayılı kanunun ilgili maddeleri ve Kabahatler Kanununa göre değişen yıllık tutarı hesaplanarak, belirlenen idari para cezalarının yeterli caydırıcılıkta olmadığı aşikâr.
Ayrıca, gıdada sahtecilik, taklit ve tağşiş yapanlar; toplum sağlığını dikkate alarak işini hakkıyla yapan saygın üreticilere, markalara ve dahi kendi pazarlarına zarar veriyor. Bu durumu pekiştirmek için, Ragıp Paşa’nın ”Şecaat arz ederken merdikıpti sirkatin söyler” beyitini hatırlamakta fayda vardır belki de…
GIDA HİLELERİ MİLLİ İSRAFTIR!
Gıda hileleri yapanlar hem sağlığımız hem manevi dünyamız hem de milli servetimize zarar veriyor. Ekonomimizin bir diğer ayağı olan İslam turizmi ve “helal gıda” anlayışımız da bu durumdan nasibini alıyor elbette…
Sadece haksız kazanç uğruna et ürünlerine tek tırnaklı eti ilave edenler, inanç dünyamızı da hiçe sayıyor. Türkiye’ye başta sağlık turizmi olmak üzere çeşitli nedenlerle Müslüman ülkelerden gelen turist sayısı, helal gıda talebini artırdı. Bu sebeple gıda hileleri haberleri, İslam turizmi açısından da can sıkıcı bir durum ortaya çıkarmaktadır.
“Adam sende”ciliğin modernize edilmiş hali, “-meli -malı”sı bol cümleler olsa gerek. Oysa zaman havanda su dövmeden sonuç odaklı uygulamalarla yol alabilme zamanıdır!