Dünya Sağlık Örgütü’nün “pandemi” ilan ettiği Koronavirüs (Covid-19) salgını, 2020 yılında tüm dünyada tarım sektörünün önemini, sorunlarını ve çözüm önerilerini her yönüyle yeniden gündeme getirdi. Covid-19 salgınında insanların ilk önce market raflarına koşarak kişisel gıda stoku yapması, ülkelerin dış ticarette korumacı politikalara dönerek üretimlerini ve ülke stoklarını artırmaya çalışması, bizlere gıdanın önemini ve büyük ölçüde doğa koşullarına bağlı üretimin yapıldığı tarım sektörünün her koşulda desteklenerek üretimin devamlılığının bir zorunluluk olduğunu anımsattı. Gıda egemenliği, gıda güvencesi ve gıda güvenliği kavramlarının öneminin anlaşıldığı pandemi süreci, küresel düzeyde uygulanan tarım ve gıda politikalarının değişmemesi halinde dünyada bir gıda kıtlığı ve gıda krizi yaşanacağını açıkça gösterdi. Küresel salgın, tarım sektöründe dünya genelinde kamunun rolünün, tekelci özel sektöre bağlı serbest piyasa ekonomisinin, küresel ticaret kurallarının ve uluslararası ilişkilerin yeniden sorgulanmasına yol açtı.
Çiftçisini ülkemizden çok fazla destekleyen ABD, AB, Rusya dahil gelişmiş ülkeler salgının yarattığı risklere karşı tarım sektörüne yönelik ek ekonomik önlemler alınırken; çözülmeyen altyapı sorunlarının yanında yetersiz ve zamanında ödenmeyen destekler, yüksek girdi maliyetleri ve yüksek kredi faizleri nedeniyle dış ülke çiftçileriyle rekabet edemeyen ülkemizde, Cumhurbaşkanı tarafından 18 Mart 2020 tarihinde açıklanan “Ekonomik İstikrar Kalkanı” ve 25 Mart 2020 ile 14.12.2020 tarihinde açıklanan ek ekonomik destek paketlerinde tarım sektörüne yer verilmedi.
Ülkemizde uyarılarımıza karşın “Tarımsal Üretim Seferberliği” ilan edilerek ülke düzeyinde tüm ürünlerde, tüm illerde, tüm girdilerde hibe yardımı ile tüm ekilebilir arazilerin üretime katılması yerine, 7 üründe 21 ilde üreticilere tohumların yüzde 75’inin hibe edilmesi ile ek hazine arazilerinin tarıma açılması gibi küçük çaplı pansuman önlem niteliğindeki gıda arzı sorununu çözmekten uzak parçacı projeler gündeme geldi.
Kendimize yeterli olmadığımız arz açığı olan ürünlerde ülke düzeyinde yeterli ve zamanında ödenen desteklerle yönlendirilen üretim planlaması yerine ürün, hammadde ve girdilerde dışalım tercihine devam edildi. Ülkemizde buğday, arpa, mısır, ayçiçeği dahil sadece gümrük vergilerinin düşürülmesi ya da sıfırlanmasıyla gıda fiyatlarının düşmediğinin görülmesine rağmen, gıda fiyatlarını dışalımla terbiye etme anlayışı ülkemizi birçok üründe dışa bağımlı hale getirirken, kendi çiftçimizden esirgenen destek başka ülke çiftçilerine verilmeye devam etti.
Pandemi dışında, dünyada ve de ülkemizde tarımsal üretimi ve gıda fiyatlarını doğrudan etkileyecek meteorolojik, tarımsal ve olası hidrolojik kuraklık ciddi bir tehdit iken, Tarım ve Orman Bakanlığı’nca hazırlanan Tarım Kuraklıkla Mücadele Eylem Planı kağıt üzerinde kaldı ve somut önlemler hızla yürürlüğe konulmadı.
Üretim yanında gıda tedarik zincirinin güçlü özerk demokratik üretici ve tüketici kooperatifler eliyle yürütülmesi yerine, tarımsal üretim planlamasının ve tedarik zincirinin yalnızca kâr mantığıyla hareket eden zincir marketlere ve özel tekellere bırakılmasına yönelik Dijital Tarım Pazarı projesi yürürlüğe kondu.
Ülke düzeyinde farklı sektörlere mekan olacak toprakların Arazi Kullanım Planlaması bütününde yer seçimi yerine proje özelinde verilen izinlerle tarım arazilerimizin, meralarımızın amaç dışı kullanımı yanlışına devam edildi, üretim alanlarımız yok edildi.
Bu süreçte; 2021 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı ile 2021 yılında ödenecek olan 2020 Yılında Yapılacak Tarımsal Desteklemelere İlişkin Karar incelendiğinde, artış bir yana Alan Bazlı Destekler dahil birçok kalemde tarımsal desteklere ödenecek miktarlarda önemli oranda azaltmalar yapıldı. Örneğin; Mazot desteği %6.1 azalışla 2020 yılında 2 milyar 901 milyon TL iken 2021 yılında 2 milyar 724 milyon TL’ye düşürüldü. Gübre desteği %6.2 azalışla 2020 yılında 840 milyon TL iken 2021 yılında 788 milyon TL’ye düşürüldü. Hayvancılık desteği %9,6 azalışla 2020 yılında 6 milyar 862 milyon TL iken 2021 yılında 6 milyar 324 milyon lira TL’ye düşürüldü.
2020 yılında 22 milyar TL olan Tarım ve Orman Bakanlığı destekleme bütçesi, 2021 yılı için yine 22 Milyar TL olarak teklif edildi, TBMM görüşmelerinde bu miktar 24 Milyar TL’ye çıkarıldı. 2006 yılında çıkarılan 5488 sayılı Tarım Kanunu’nun 21. maddesindeki tarımsal desteklemeler için bütçeden ayrılacak kaynağın milli gelirin %1’inden az olamayacağı hükmüne rağmen, verilen desteğin milli gelire oranı yıllara göre hep %0,4-0.6 aralığında kaldı ve bu yanlış tercih 2021 yılı tarımsal destekleme bütçesinde de devam etti. Oysa 5488 sayılı Kanuna göre çiftçilerimize verilmesi gereken en az destek miktarı 2020 yılı için en az 43 milyar TL, 2021 yılı için daha da fazla olmalıydı.
Ülkemizde tarım sektörü dahil güncel ve güvenilir verilerin olmadığı günümüzde, TÜİK tarafından resmi olarak açıklanan %14 enflasyon oranı, %30’ları aşan döviz kur artışı, dövize bağlı girdi maliyetlerindeki %30-60 artış karşısında, destekleme ödemelerin yeterli olmaması dışında ödemelerin gelecek yıllara kalması nedeniyle ödendiği dönem çiftçiye bu desteklerin neredeyse yarısı yansımaktadır. 2020 Kasım ayı verilerine göre 2019 yılına ait 18.4 milyar TL ödeme ile desteklerin henüz %84’ü ödendi. Devletten fazlasıyla alacaklı iken uygulanan gecikmeli bu ödeme şekli çiftçiyi sürekli borçlu konumuna düşürmektedir.
Öz sermayesi yetersiz olan çiftçimiz üretime devam etmek için sürekli yeniden borçlanmakta, borcu borçla ötelemek zorunda kalmaktadır. Bu süreçte aşırı bir artışla 180 milyar TL’ye çıkan çiftçi borçları 7256 sayılı Torba Yasa’da yapılandırılmadı. TKK ana para ve faizleri yapılandırma yerine haciz işlemlerini 3 ay öteleme yoluna gitti. Çiftçi lehine yeni düzenlemeler yapılmazsa, geliri banka ve piyasa borcuna giden çiftçimiz üretmekte zorlanıp arazisini ya kendi terk etmeye devam edecek ya da ipotek karşılığı verdiği arazisine, traktörüne, hayvanına el konulması yoluyla üretim araçlarından yoksun kalarak üretimden vazgeçip kent varoşlarına göç edecektir. İşlenebilir iken ekimden vazgeçilen 3.5 milyon hektar tarım arazisi, ÇKS’ye kayıtta 2.8 milyondan 2.1 milyona düşen çiftçi sayısı, bu olumsuz koşullarda daha da artabilecektir.
Ülkemizde tarım sektöründe köklü ve çok boyutlu sorunlarının hızla çözümü için, stratejik bir sektör olan tarım sektörü gecikmeksizin korunmalı ve somut önlemlerle üretim ekonomisine geçilmelidir. 5488 sayılı Tarım Kanunu gereği, bütçeden tarıma ayrılan kaynak, 2021 yılı bütçesi ve sonraki yıllar için gayrisafi millî hâsılanın en az %1’i düzeyine yükseltilmelidir. 2019 yılı destekleme ödemeleri tüm illerimiz için derhal ödenmeli, 2020 destekleme ödemeleri ise 2021 yılının en geç ilk yarısında ödenmelidir. Yerinde sayan destekleri dikkate alarak tarım sektörü için Ek Tarımsal Ekonomik Destekler Paketi açıklanmalıdır. Ülkemizde üreticiyi terbiye amaçlı tarımsal ürün ve tarımsal hammadde dışalımı kısıtlanmalı, gümrük vergileri düşürülmemeli ya da sıfırlanmamalıdır. Tarım arazilerimizi koruyacak şekilde ülke düzeyinde “Arazi Kullanım Planlaması” yapılmalıdır. Ülke ve bölgeler düzeyinde büyük ova koruma alanları başta olmak üzere korunan ve sulanan tarım arazilerimizde üretim miktarı artışı, ürün çeşitliliği, üretim sürekliliğini sağlayacak ve Tarım Kanunu’na göre belirlenen zamanında ödenecek somut desteklerle yönlendirilecek “Tarımsal Üretim Planlaması”na geçilmelidir. Ülke düzeyinde “Tarımsal Üretim Seferberliği” ilan edilmeli, girdi maliyetleri düşürülmeli, ucuz kredi olanakları oluşturulmalı, artırılacak ürün ve girdi destekleri üretime ve üretene verilmelidir. Dövizdeki artışa paralel artan girdi fiyatlarındaki kaçınılmaz yükselişi önlemek ve üretime kesintisiz devam etmek için gübre, tohum, ilaç, yem, mazot, elektrik gibi temel girdilerin maliyetleri düşürülmeli, tarımsal girdilere destek verilmeli, KDV/ÖTV indirimi dahil üreticiyi ve üretimi rahatlatıcı önlemler ivedilikle alınmalıdır. Üreticilerimizin kamu ve özel bankalar ile Tarım Kredi Kooperatiflerinden aldıkları krediler yapılandırılmalı, faiz silinmeli, ana para için kredinin alındığı dönemin faiz koşullarıyla 5 yıla yayılan bir yapılandırma gündeme gelmelidir. Çiftçilerin BAĞKUR ve SSK borçları ertelenmelidir. Kredi Garanti Fonu (KGF) kredileri tarım işletmelerini de kapsamalıdır. Kuşkusuz bu önlemlere tarımsal altyapı sorunlarını gidermeye yönelik pek çok çözüm önerisi eklenmelidir.
Neoliberal tarım politikalarının ülkemizde kronikleşen tarım ve gıda sektörü ile kırsal alan sorunlarını geçmişte olduğu gibi günümüzde de çözemediği ortadadır. Rant ve faiz ekonomisi yerine üretim ekonomisine geçilmediği sürece pandemi sürecinin belirsizliği ve ülkemizde yaşanan ciddi kuraklık sorununun da etkisiyle 2021 yılı genel ekonomi ve de tarım sektörü için kriz yılı olmaya devam edecektir.
Tarımsal desteklemelere geçmiş yıllar yanlış politika tercihleri bir yana pandemi koşulları ve kuraklık tehdidi altında 2021 yılında kaynak yok dayatmasına ve aldatmacasına karşı şunu belirtmek isteriz. Kanal İstanbul, Nükleer Santraller, 16 adet Bakanlığın bütçesinden fazla kaynak aktarılan Millet Bahçeleri gibi halkımızın öncelikli ihtiyaçları yerine sermaye kesimlerine rant aktarmayı amaçlayan projeler salgın döneminde de yargı kararlarına karşın uygulanmak istenmektedir. Kamu Özel İşbirliği (KOİ) projeleri kapsamında dövize bağlı köprüden ve otoyoldan geçiş, şehir hastanelerinde yatış, havalimanlarından uçuş garantisi verilmeye devam etmektedir. Pandemi belirsizliği ve ciddi kuraklık tehdidi altında önceliğimiz çılgın projelerin derhal durdurulması ve rant projelerinin denetim altına alınması, kamu kaynaklarının üretimi artırmaya ve toplum yararına kullanılmasının sağlanması olmalıdır.
Ülkemiz tarım sektöründe kısa ya da orta vadeli ekonomik veya teknik çözümler dışında, asıl çözüm köklü bir tarım politikası değişikliğine gitmekten geçmektedir. Covid-19 salgını sürecinde dünya ölçeğinde yeniden gündeme gelen dış ticaretteki korumacı tercihlerden ve tarımsal üretimi destekleyici politikalardan ders çıkararak, ülkemizde dışalıma, özelleştirmeye ve mutlak serbest piyasaya dayalı, destekleri azaltan “neoliberal tarım politikaları” yerine, yerli üretimi ve üreticiyi koruyan “kamucu tarım politikaları” tercihine dönülmelidir. Çiftçilerimizin kâr ederek tarım ürünlerini sürekli üretebileceği olanakları güçlendirerek dış ülkelerle rekabet edebilmesi ve tüketicilerimizin de üretilen ve işlenen gıdalara uygun fiyatta sürdürülebilir bir şekilde ulaşması kamucu bir politika tercihi ile mümkündür.