Temmuz ayında başlayan süreci kısaca hatırlayalım.
Döviz kurundaki yukarı doğru hareket üretim maliyetlerini yukarıya çıkarmaya başlar. Ürettiğimiz ürünlerde fiyatlar değişmiyor iken maliyetlerin en üst noktaya ulaşmasından dolayı üreticiler zarar etmeye başlar. Reel sektörün büyükleri ödeme vadelerini 120 günlerin üzerine çıkarırken, üreticinin ham madde ve mamul satın alma vadeleri neredeyse peşine döner. Ticari hayatın vazgeçilmez kurumları bankalar da vade kısaltma hamlesiyle pozisyon alırlar.
Piyasalarda artık sadece maliyetlerin yüksekliği değil, likidite sıkıntısı da başroldeki yerini almıştır.
Hükümet bir dizi önlem için düğmeye basar. Market raflarında fiyatları denetler. Medya dahil herkesin gündeminde domates, et ve dolar vardır artık. Yıllardır benzini, elektriği ve doğal gazı fahiş fiyatla satın almaya alıştırılmış halk konu et, süt ve pazar ürünlerine gelince isyan etmeye başlamıştır. Devleti yönetenlerin elinde ise önemli bir koz vardır. İthalat!
Tarım sektörü dışındaki sektörlerde ithalattan vazgeçilerek yerlileşme adımları atılırken, can damarı sektör tarımda sürekli ithalat kozunun kullanılması yıllarca altından kalkamayacağımız zararlara bizi sürükleyecektir. Olsun buna da gelecek yıllarda çözüm arar buluruz.
Süt üreticisi ve besici için konuyu derinleştirelim.
Krizin başlamasından sonra üretim maliyetlerinin %80 yükseldiği bir süreçte, süt ve et satış fiyatlarının üretici tarafında sabitlendiği, ödeme vadelerinin 120 günlere çıktığı düşünülürse, üreticinin ayakta kalabilmesi için gideceği tek yer bankalar olacaktır. Öyle de oldu. Ancak yüksek faizli krediye ulaşımın zor olduğu bir sürecin de yaşandığı unutulmamalıdır. Bu durumda hükümet, bir kararname ile kredilerin yeniden yapılandırılması ve ötelenmesi kararnameleri ile bu sorunu çözmeye çalıştı. Üreticiler kısalan yem vadeleri, uzayan süt ve et satış vadeleri ile köşeye sıkışmanın şaşkınlığını, yüksek kredi yapılandırma maliyetleri ile tanışmaya başlayarak yeni bir deneyimlemeyi yaşamaya başladılar. Suçlu ilan edilen ise bankalar oldu. Unutulmamalıdır ki bankalar da ticari faaliyet içerisinde ülke gerçekleri ile faaliyette bulunan kurumlardır. Riskin bu denli yüksek olduğu bir ortamda sürekli yapılandırma ve ötelemeleri bankacılık sektörünün nereye kadar taşıyabileceği konusunda uzmanların ciddi kaygıları gayet yerindedir. Peşi sıra gelen konkordato ve iflaslar piyasadaki risk algısını negatif yönde etkilemektedir. Bu arada baskılanan et ve süt fiyatlarına rağmen ekim ayında yüksek çıkan enflasyon, suçlunun tarım sektöründeki üreticilerde olmadığını apaçık göstermiştir.
Şuan tarım sektörü tüm ödemelerinin ötelenmesi gerçeği üzerine kurgulanmış kaygan zeminde ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Ötelenmiş, yapılandırılmış ve katlanabilir vadeleri çoktan aşmış ödemelerin, 2019’un ikinci çeyreğine kadar sektöre nefes aldırdığı evet gerçektir. Ancak sektörün önünde 2019’un 2. çeyreğinde göğüslemek zorunda kalacağı en ciddi sorun, yükselen maliyetlere nasıl katlanacağıdır. Ötelenmiş ve yapılandırılmış borçların yüksek maliyetlerle kârlılıktan çok uzak noktada belirlenen ve baskılanan fiyatlarla üreticinin nasıl başa çıkacağı önümüzde duran en önemli sorun olacaktır.
Bu noktada hazinenin kasasının dolu olması ihtimali ile sektörün desteklenmesi bile bu sorunu çözmeye yetemeyecektir. Eğer bir adım atılacaksa ithalat kartını sürekli üreticinin gözüne sokmak yerine çok daha radikal çözümleri aramanın tam zamanıdır.
Kooperatifleşmek!
Tarım sektörünün örgütlü, çok büyük örgütlenme ile aynı zamanda kendi fonlarını yaratma gücüne ulaşmasını sağlayacak kooperatiflerin artık devlet politikası olarak hayata geçirilmesinin zamanıdır. Bilinçle, örgütlü hareket eden büyük kooperatifler ülkenin tarım politikalarını belirlemelidir. Ulusal yapı ancak böyle oluşturulabilir.
Tarım ve Orman Bakanlığının tarım sektöründe devrim yapması hedefleniyorsa, yapacağı ve destekleyeceği en önemli konunun, örgütlenmenin yasal taşlarını acilen hayata geçirmek olduğunun bilincine varılması gerekir.
Burada halka da düşen önemli bir sorumluluk vardır. Madem ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz, madem kazanırsak hep beraber kazanacağız; bu süreçte neyi ne kadar üretiyorsak o kadar tüketmeye de sabır göstereceğiz. Böylece yıllar içerisinde eksik üretim miktarlarını belki daha pahalıya tüketirken, çoğu zaman tüketimimizi kısarak ve israfı önleyerek gelecek yılların üretimini planlayıp, üretmeyi öğreneceğiz.
Yani birilerinin çıkıp neyi ne kadar ürettiğimizi açıklamasıyla işe başlayıp, halkın da neyi ne kadar tüketeceğini planlaması sürecini devam ettirmemiz şart.