Tarımsal ürünler, her geçen gün daha stratejik hale gelirken, ürünlerin konumlanması da önemini artırıyor. Türkiye, coğrafi olarak Akdeniz kuşağında olmanın avantajlarını farklı ürünlerle kullanıyor. Ancak bunu dünyaya anlatmada sorun yaşıyor.
Fındığımız, kayısımız, zeytinimiz, incirimiz var… Hem de dünyada iddialı olacak kadar. Üzüm, elma, nar, domates gibi başka ürünler de ekleyebiliriz.
Maksat para kazanmaksa, en çok üzüm, fındık ve domatesten para kazanıyoruz. Pamuğumuzu iplik, kumaş yapıyor ve ardından giysi olarak satıyoruz. Her aşamada katma değerimiz artıyor ve Avrupa’nın en önemli tedarikçisi oluyoruz. Ama sadece giysi…
Bir de o giysinin üzerine marka bir etiket yapıştırabilsek, işte o zaman değersiz pamuğumuz çiftçimizin alın akı olduğu gibi para kasası haline de gelir.
Fındık da öyle değil mi? Ünlü fındıklı çikolata, krema şirketlerinin hasılalarına bakın, bir de bizim çiftçimizin avucundaki kuruşlara…
Hafta sonu Akhisar’daydım… Zeytinin bir ilçeye verdiği moral ve vizyonu gördüm. Çocukluğumda her bayram Akhisar’a giderdim. Büyük dedemi ve büyük dayılarımı babaannem ile birlikte ziyaret ederdik.
Konuşulan sadece tütünün sosyal inkırazlarıydı. Yılda bir iki miting yapılır, tütün fiyatları ve politikalarına tepki gösterilirdi. Türkiye geneli ses getiren mitinglerdi. Tefecilere olan borçlar, tütünde kalite beklentisi. konuşulan en baş konulardı…
Bugün Akhisar, 14 milyonu aşan zeytin ağacı ve zeytin işleme tesisleriyle sadece ilçenin sınıf atlamasını sağlamıyor, Türkiye zeytin ve zeytinyağı pazarına da yön veriyor.
Konuşulan ise, “daha verimli zeytin üretimi”, “daha kaliteli zeytinyağı” araştırması, “Türk insanının zeytinyağına daha kolay erişimi” ve “ürünlerin küresel marka yolculuğu” başta geliyor.
Haliyle, üretimde sıkıntılar var, pazarda rekabet sorunları ile baş edilmeye çalışılıyor. Yine de mesleki bütün birimler Akhisar’ın dünya pazarlarında yer alması için birlikte hareket isteği net şekilde görünüyor.
İşte bu birliktelikten Dünya Zeytin Günü ortaya çıktı. Geleneksel hale gelen her Kasım ayı sonundaki hasat şenliklerinde bu yıl, yeni bir dönem başladığını düşünüyorum. Genelde medyanın önde gelen temsilcileriyle yapılan panel, bu yıl uluslararası niteliğe de büründü.
Tarihçi İlber Ortaylı’nın yanı sıra İtalya’dan Prenses Marina Colonna ve Yunanistan’dan zeytinyağı tadım uzmanı Konstantinos Liris katıldı.
Meslektaşlarım Hürriyet Yayın Yönetmeni Vahap Munyar, Dünya Gazetesi Yayın Yönetmeni Hakan Güldağ, Marketing Türkiye Yayın Yönetmeni Günseli Özen, Diyetisyen Selahattin Dönmez, BloombergHT Sunucusu Hande Berktan, Habertürk Yazarı Abdurrahman Yıldırım konuşmalarını alışılmışın ötesinde bilimsel sunum şeklinde yaptılar. Çok istifade ettim…
Panelde konuşma yapan ve konser veren müzisyen, sunucu ve gezgin Ayhan Sicimoğlu’nu ayrı bir yere koymak istiyorum. Prenses Colonna ve İlber Ortaylı onun davetiyle geldiler. Dahası Sicimoğlu bir Akhisar sevdalısı oldu ve kendi adına zeytinyağı üretmeye başladı. Amaç ticari olmaktan öte, kaliteli zeytinyağı arayışında nereye varabileceklerini sınamak ve örnek ürünler oluşturmak.
Akhisar Ticaret Borsası Başkanı Alper Alhat’ın öncülüğünde zeytincilik her geçen yıl daha profesyonel hamlelerle kendini konumlandırıyor. Geçen yıl, yerli tüketiciye daha ucuz zeytinyağı ulaştırmak bir hedefti. Zincir marketler ile anlaşarak litresi 20 TL altında ürün satıldı.
Bu yıl da “Akhisar soğuk sıkım” merkezi olması yönünde bir hedef konuldu. Sektörün önemli makina üreticisi Hakkı Usta’nın Haus markalı yeni ürünleri, bu konuda başarılı sonuçlar alınmasını sağladı. Artık 17 derece altında soğuk sıkım ürün konusunda pek çok üretici harekete geçti.
Haus markalı sıkım makinesini Marina Colonna da çok beğendi ve sipariş vereceğini açıkladı.
Tarım ürünlerinde birinci hedef ürettiğini satmaktır. İkincisi ham yağ olarak ihracattır, ardından markalı ihracat gelir. Bu süreç hiç bir zaman yeterli olmayacaktır.
Ben, katma değer sağlanmasına yönelik adımları yeterli görmüyorum.
Türkiye, bal üretiminde dünya ikincisidir ama bal ihracatında adımız geçmiyor. Aynı şekilde, zeytinyağında da böyle bir durum var. Çoğunluk balı da zeytinyağını da “sahte” olara niteliyor.
İtalya ve Avrupa ülkelerinde zeytinyağı üretimi azalıyor, bizde ise artıyor. Markalı ihracat da yapsak, sonuçta “yağ” satıyoruz. Halbuki ürünümüzü ”yağ” yerine “sağlıklı besin” üzerine konumlandırmalıyız. Buna göre, zeytinyağının sağlıkla ilgili efsane olmuş özellikleri akademik çevrelerin araştırmalarının ana konusu olmalıdır. Aynı şekilde AR-GE çalışmalarıyla yeni türevleri piyasa sürülmelidir.
Güney Kore’nin “ginseng” bitkisini nasıl konumlandırıyorsa, ona göre bir strateji yürütülmelidir. Türkiye’de 300 miligramı 350 liraya satılıyor. Hiç bir zaman ginseng bir tarımsal ürün değil, mucizevi bir ilaç olarak takdim edilmektedir.
İsrail’in ölü denizin çamurunu, kilini nasıl sattığına bir bakın. Kudüs’ü ziyaret eden çoğu kişinin Lut Gölü’nün kilinden yapılan cilt bakım krem setine yüzlerce dolar verdiğini biliriz.
Norveç, somonunu Omega3 temin aracı olarak pazarlıyor. Halbuki bizim alabalığımız hem daha lezzetli hem de aynı derecede Omega3 yüklüdür. Hamsinin, levrek ve çipuranın sağlık beyanları üzerinde yazılmadığı gibi hiç bir tanıtım çalışmasında da yer verilmez.
Konuyu narenciye, incir, kayısı, bal örneğinden hareketle de ele alabilirsiniz. Haliyle bugün aflotoksin, tağşiş, taklit, bakteri, asalak böcekler gibi pek çok soruna işaret edebilirsiniz. Bunları hala tartışmanın gündeminde tutacaksak, diyeceklerimi yutkunarak geri çekmeye razıyım.
Kişiler 5 yıllık, şirketler 25 yıllık, devletler 100 yıllık hedefler koyar. Er geç zeytinyağına da, fındığa da, incire de ve aklınıza gelen bu topraklarda yetişen her türlü meyveye de talep artacaktır.
Bakın Marina Colonna, İtalya’da üretimin düştüğünü söylüyor. Çin ve Japonya Türk gıda şirketlerine talip oluyor, ürünlerini ısrarla istiyor. Vizyonumuzu satmanın ötesine, yüksek katma değerli bu ürünlerin türevlerine de odaklamalıyız.
Bugün tağşiş ile imajı yerlerde sürünen bal satmak yerine propolis, polen, arı zehiri, arı sütünü üretmeliyiz ve markalı hale getirmeliyiz. Ardından balı zaten talep görecektir.
Yeni Zelanda, Manuka Balı ile küresel pazarda önemli bir yer edindi. Türkiye’de bile 500 gr Manuka Balının 480 liraya satıldığını gördüm. Halbuki medikal değeri bizim çam balımızdan daha düşük bir seviyededir. Biz de balımızı medikal, mineral değerleri ve sağlık özellikleriyle satmalıyız. Ayrıca salgı balı değil ‘Toros Çam Balı” olarak tescil etmeliyiz. Hele Meşe Balı hiç biri kıyaslanamayacak bir değer ve lezzettir. Üniversitelerde genç akademisyenler bu konuda çalışmalar yapıyor, kendilerine kulak verilmelidir.
İncir de, kayısı da efsane bir ürün haline getirilebilir. Mücevher kutusu içinde nadide bir hediye olarak uluslararası havaalanlarında Duty Free mağazalarında sunulmalıdır. Bu olacaktır, yeter ki konumlandırılmasını bu vizyonla yapabilelim.
Sağlık beyanlarını ortalıkta dolaşan şarlatanlara, aktarların sırlı kitaplarına ve kocakarı efsanelerine (doğru bile olsa) bırakamayız. Akreditasyonu olan bilimsel dergilerde yayınlanacak makaleler, tebliğler ile patenti, tescili alınmış ürünlerin binlercesini dünyaya sunmalıyız.
Türkiye’nin pek çok yerinde farklı ürünler için yapılan hasat şenliklerinde mutlaka uluslararası tebliğ sunan uzmanlar yer almalıdır.
Söylenecek çok şey var…
Evet, bu bereketli topraklar bize büyük nimetler sunuyor. Geleceğe dair yeni bir söylem geliştirmeliyiz, vizyon oluşturmalıyız. Zeytinyağı için böyle bir adım atılacaksa, eminim ki buna Akhisar’lı yöneticiler ve üreticiler öncü olacaktır.