Alman kimyager Prof. Dr. Michael Braungart ve Amerikalı mimar William McDonough, atığın olmadığı bir tasarım (Cradle to Cradle – C2C) fikrini savunuyor. İkilinin tüm hikayeyi anlattığı Cradle to Cradle isimli meşhur kitap, Türkiye’de tasarımda sürdürülebilirlik ekolünün savunucularından İç Mimar Oya Çavdar tarafından Türkçe’ye kazandırıldı. Çevirisini yaptığı kitabın da aslında bir ağaç olmadığını söyleyen Çavdar, C2C konseptine ciddi bir şekilde eğilinmesi hatta devlet politikası haline getirilmesi gerektiğini vurguluyor.
İşte nihayet elinizde bir kitapla koltuğunuza gömülüp rahatlamak için zaman buldunuz. Kızınız yan odada bilgisayarıyla meşgul, bebek de halının üstünde rengarenk plastik oyuncaklarıyla oynamakta. Şu an kesinlikle her şey yolunda görünüyor. Huzur, güven ve rahatlığın bundan daha kusursuz bir resmi olabilir mi?
Şimdi daha yakından bakalım. Birincisi; o oturduğunuz rahat koltuk. Kumaşının mutajenler (mutasyona neden olan maddeler), ağır metaller, tehlikeli kimyasallar ve boyalar içerdiğini biliyor muydunuz? Ve bunların yalnızca müşteriye sunulma ve satılma aşamasının dışında ‘riskli’ veya ‘tehlikeli’ etiketi taşıdığını? Siz koltuğunuzda hareket ettikçe sürtünmeyle kopan kumaş parçacıkları ağzınız, burnunuz ve ciğerleriniz tarafından emiliyor. Siz bu koltuğu sipariş verdiğinizde bunlar da menüde miydi?
Çocuğunuzun kullandığı bilgisayar… İçinde toksik gazlar, kadmiyum, kurşun ve cıva gibi zehirli metaller, asitler, plastikler, klorla ve bromla birleştirilmiş maddeler ve diğer katkılardan oluşan binden fazla değişik materyal içerdiğini biliyor muydunuz?
Bazı yazıcı kartuşlarından çıkan tozda nikel, kobalt ve cıva gibi insana zararlı maddeler bulunduğunu ve siz kitabınızı okurken çocuğunuzun bunu soluyor olabileceğini?
Belli ki bilgisayarın çalışması için bu binden fazla materyalin çoğu zorunlu. Peki birkaç sene içinde ailenizin bu bilgisayarla işi bittiğinde ne olacak? Elden çıkarmaktan başka çareniz yok. Değerli ve riskli tüm parçalarıyla birlikte atılacak. Bir bilgisayar kullanmak istediniz ama kasıtsız da olsa acımasız bir atık ve imha sürecinin parçası oldunuz.
Halının üzerine fırlattığınız ayakkabılarınız da oldukça zararsız görünüyor. Ama büyük olasılıkla, Batı Avrupa ve A.B.D.’ye oranla hiç de sıkı olmayan meslek sağlık standartlarının olduğu gelişmekte olan bir ülkede üretildi. Yapımında emek veren işçilerin kullandığı maskeler muhtemelen zararlı gazlardan yeterince koruma sağlamıyordu. Nasıl oldu da tüm istediğiniz yeni bir çift ayakkabı iken evinize sosyal eşitsizlik ve suçluluk duygularını soktunuz?
Bebeğinizin oynadığı o plastik çıngırak… Ağzına sokmalı mı sizce? Eğer PVC plastikten yapılmışsa toksik boyalar, kayganlaştırıcılar, antioksidanlar, ultraviyole ışık dengeleyicilerin yanında hayvanlarda karaciğer kanserine neden olan (ve endokrin bozulması oluşturduğundan şüphelenilen) ftalatı da büyük olasılıkla içeriyordur…
Ama bir dakika… Siz çevreye karşı duyarlısınız. Hatta geçenlerde bir halı aldığınızda özellikle geri dönüşümlü polyester PET şişelerden imal edilmiş olanını seçtiniz. Geri dönüşümlü? Belki düşük dönüşümlü (kullanılmış şeylerin daha az kalitede ürünlere dönüştürülmesi) demek daha doğru olur. Tüm iyi niyetlere rağmen, daha sonra bu şekilde kullanılacağı hesapta olmadan tasarlandığından halınızın üretimi için harcanan enerji -ve yaratılan atık- yeni bir halı üretmekle aynı oldu. Ve bütün o çaba aslında ne yazık ki tüm eşyaların bilinen sonunu bir-iki ömür uzatmaktan başka bir işe yaramadı. Halı hala çöpe gitme yolunda, sadece yolunun üstünde sizin eve de bir süre için uğramış oldu. Üstelik tüm bu geri dönüşüm süreci çevreye normal bir halının içerdiğinden daha zararlı maddeler katmış olabilir ve evinizde normalden daha hızlı bir şekilde aşınarak çeşitli gazlar ve partiküller bırakıyor olabilir.
Bırakın sağlıklı bir çevreyi, sağlıklı bir evi bile devam ettirebilmek buraya kadarmış. Huzur, güven ve rahatlık buraya kadar…
‘Beşikten mezara’ yerine ‘beşikten beşiğe’ yaklaşımı
Sanayi ve çevrecilik kavramlarını her zaman birbirine ters düşen konular olarak düşünmeye alışığız. Çevreciler tüm sanayi dallarına kaçınılmaz bir yok edici olarak bakarken sanayiciler de çevre duyarlılığını üretim ve büyümenin karşısında bir engel olarak görürler. Neden endüstriyel hayatın doğaya zarar vermesi gerektiği inancını yıkmaya yönelik yöntemler geliştirilemesin?
Alman kimyager Prof. Dr. Michael Braungart ve Amerikalı mimar William McDonough’ın kafa kafaya verip 1991 yılında ortaya koydukları “yeni bir atık bakış açısı” ile bunun mümkün olduğuna şahit olduk.
Bizdeki ‘beşikten mezara kadar’ deyimini değiştirerek Beşikten Beşiğe, çok bilinen İngilizce söylenişiyle cradle to cradle (C2C) en kısa ifadesiyle “yeni bir tasarım konsepti” geliştirdiler.
Çevrecilerin savunageldiği zararı en aza indirmek için ‘Azalt, Yeniden Kullan, Geri Dönüştür’ mottolarına karşılık ‘beşikten mezara’ yerine ‘beşikten beşiğe’ yaklaşımını ürettiler.
Bunun adı 2. Sanayi Devrimi
Alman kimyager ve Amerikalı mimarın ortaya koyduğu yeni yaşam tasarımı o kadar önemli ki 2. Sanayi Devrimi’ni başlattığı söyleniyor.
Prof. Dr. Braungart ve McDonough, atığın olmadığı bir tasarım fikrini savunuyor. Bu müthiş tasarıma göre ürünler hiçbir sentetik materyal ve toksin tortusu bırakmadan yeniden suya veya toprağa dönerek ‘biyolojik besin’ olarak tasarlanacaklar ya da ‘teknik besin’ kategorisinde saf ve değerli materyaller olarak sürekli kapalı devre endüstriyel dolanımda olacaklar.
Tişörtünüz eskiyince gübre niyetine bahçeye atın!
Örneğin Alman Trigema firması kompost olabilen tişört üretti. Tişörtünüz ömrünü doldurduktan sonra bahçede biyolojjk olarak parçalanabiliyor. Çevreye zarar vermeden toprak için besin oluyor.
Büyükannenizin kullandığı çamaşır makinesi ömrünü doldurduktan sonra çöp olmuyor. Teknik besin kategorisinde endüstriyel dolanıma girerek başka bir ürüne, mesela torununuzun bineceği bisiklete dönüşüyor. Bisiklet ömrünü tamamladığında yine çöp olmuyor ve üretildiği malzemenin niteliğinden dolayı başka bir eşyaya dönüşüyor.
Dünyadaki birçok dev şirket ve Türkiye’deki bazı holdingler şu anda ”cradle to cradle” tasarım konseptine göre ürünler üretmeye başladı bile.
600 çeşit ürün üretildi
Türkiye’de tasarımda sürdürülebilirlik ekolünün savunucularından İç Mimar Oya Çavdar, beşikten beşiğe tasarım konseptinde üretilen ürünleri araştırdı. Beşikten Beşiğe dizayn konseptine göre dünyada bugüne kadar yaklaşık 600 civarında ürün üretildi. Kompost olabilen, yani biyolojik çevrime giren tişörtlerden yosun bazlı boya kullanılarak üretilen tişörtlere, teknik çevrime giren büro koltuklarına, havayı temizleyen halılardan spor ayakkabılara, su şişeleri, buzdolabı poşeti, tekstil boyaları, iplikler, otomobil aksamları ve mimari yapılara kadar her alanda uygulamalar gerçekleştirilmeye devam ediliyor.
C2C devlet politikası olmalı
İç Mimar Oya Çavdar, çok yakın gelecekte rekabet üstünlüğünü ele geçirmenin en büyük kriterlerinden birinin Beşikten Beşiğe konseptine göre üretim olacağına dikkati çekiyor. İç Mimar Çavdar, ülkemizin “2. Endüstri Devrimi”ni tam zamanında yakalayabilmesi için bu konsepte ciddi bir şekilde eğilinmesi hatta devlet politikası haline getirilmesi gerektiğini vurguluyor.
İç Mimar Oya Çavdar: “Bu çeviriyi yaptığım kitap bir ağaç değil!”
“Alman kimyager Prof. Dr. Michael Braungart ve Amerikalı mimar William McDonough’ın tüm hikayeyi anlattığı Cradle to Cradle isimli meşhur kitap da aslında ağaç değil!
Sentetik bir ‘kağıt’ üstüne basılmış kitap formatında ciltlenmiş. Aşina olduğumuz kağıdın aksine, kağıt hamuru veya pamuk liflerinden değil, plastik reçine ve parlaklık, sağlamlık sağlayan inorganik katkı maddelerinden yapılmış. Bu materyal sadece su geçirmez değil aynı zamanda yırtılamaz denecek kadar dayanıklı ve geleneksel anlamda geri dönüşümlü. Ama daha da ötesinde ‘teknik bir besin’ olarak bir kitap için prototip. Yani tamamen çözülebiliyor ve böylece endüstriyel kullanımda kitap veya başka bir ürün yapımında sonsuz olarak dolanımda kalabilecek bir ürün.”