Küresel ısınmanın en fazla 2 santigrat derecede, ama mümkünse 1.5 santigrat derecede sınırlandırılmasının karara bağlandığı Paris Anlaşması devletler ve hükümetler-arası örgütlerin gözünde bir “başarı öyküsü.” İklim uzmanları ve sivil toplum temsilcileri ise bu iyimserliği paylaşmıyor; Paris Anlaşması’nda alınan kararların iyi niyetli fakat uygulanabilirliği tartışmalı sembolik adımların ötesine geçmediği kanısındalar.
Paris konferansını yerinde izleyen ve konferans kapsamında çeşitli etkinlikler düzenleyen Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) İklim Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin, Mercator-İPM Araştırmacıları Ethemcan Turhan, Hande Paker ve Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu ve CDP Türkiye’yi temsilen Mirhan Köroğlu Göğüş, 15 Aralık Salı Günü İPM’nin Karaköy merkezinde düzenlenen “2015 Paris İklim Zirvesi-COP21’den İzlenimler” konulu oturumda zirve ile ilgili görüş ve değerlendirmelerini paylaştılar.
“Yetersizliklerin üzerini örtmeye çalışan bir politik manevra”
COP 21’den çıkan Paris Anlaşması’nın basına büyük bir başarı olarak yansıdığını belirten İPM İklim Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin, bunun iki nedeni olabileceğini kaydetti. Şahin; “Sonucun böyle sunulmasının iki nedeni olabilir: Paris’ten bir anlaşma çıkmasını beklemeyenlerin çok sayıda, yani zirvenin sonucuna ilişkin karamsarlık dozunun yüksek olması, ya da medyanın bu konuları çok fazla takip etmemesi. Paris Anlaşması’nın kabul edilmiş olması önemlidir, ama ortada kurgulanmış bir başarı hikayesi olduğunu da söylemek gerekir. Hatta Birleşmiş Milletler’in ve ev sahibi Fransa’nın bu anlaşmadan bu kadar büyük bir başarı öyküsü çıkarmasını anlaşma içeriğindeki yetersizliklerin üzerini örtmeye çalışan bir politik manevra olarak yorumlamak da mümkün. Ancak yine de 2009’da Kopenhag zirvesinin çökmesinin yarattığı şokun aşılması ve Kyoto Protokolü’nün yerini alacak yeni bir anlaşmanın kabul edilmiş olması açısından Paris Konferansı yine de çok önemli bir dönüm noktası olarak nitelendirilebilir.” şeklinde konuştu.
Paris Anlaşması’nda Kyoto Protokolü’nden farklı olarak azaltım hedeflerinin karbon bütçesi anlayışıyla değerlendirildiğine dikat çeken Şahin, anlaşmadaki sorunlar üzerine şu değerlendirmede bulundu:
“İklim değişikliğini durduramayacak”
“Paris İklim Anlaşması’nın en önemli eksiği iklim değişikliğini durduramayacak olması. Anlaşmada 2, hatta 1,5 derecede sınırlandırmadan bahsedilse bile, ulusal emisyon azaltım hedeflerinin yer aldığı INDC’ler küresel ısınmayı 3 dereceye çıkartacak kadar yetersiz. Üstelik anlaşma bağlayıcı olsa bile eki sayılabilecek ve anlaşmanın en önemli kısmını oluşturan ulusal katkı beyanlarındaki emisyon azaltım hedefleri için bağlayıcılık söz konusu değil. Zaten Kyoto Protokolü de bağlayıcı bir iklim anlaşması olmasına rağmen, Kanada anlaşmadan çekilmiş ve hiçbir yaptırıma uğramamıştı. Net bir yaptırım öngörülmedikçe, örneğin bir iklim mahkemesi kurulmadıkça bu durum değişmeyecektir. Ancak bu anlaşmada emisyon azaltım hedeflerinin bağlayıcılığı daha da zayıf.
Paris anlaşmasındaki bir diğer sorun ise 2050’ye kadar ekonomiyi karbonsuzlaştırma hedefinin yer almaması. Anlaşmayla bu yüzyılın ikinci yarısında (ki bu aralık 2051-2100 arası gibi geniş bir dönemi ifade ediyor) karbon nötralizasyonuna ulaşma hedefi konuldu, ancak, kullanılabilir bir negatif emisyon teknolojisi ortada yokken nötrazlizasyon nasıl olacak, bu hedefe ne zaman nasıl ulaşılacak belli değil.
Bu anlaşmada asıl yapılması gereken 2020’ye kadar ulusal emisyon azaltım hedeflerini belirleyen mevcut INDC’lerin revize edilmesini mecbur kılmaktı. Ancak şu anda 2025’e kadar ülkeler mevcut hedeflerle devam etme hakkına sahip görünüyorlar. Bu da dünyaya bir 10 yıl daha kaybettirebilir. Türkiye açısından ise bundan sonraki ev ödevi 2018’e kadar ciddi bilimsel çalışmalarla INDC’sini revize etmesi ve fosil yakıt kullanımının artışına dayalı büyümenin sonlandırılması olmalıdır. Yeni INDC yapılana ve 2020’de Paris Anlaşması yürürlüğe girene kadar bütün yeni kömürlü termik santral lisanslarının iptal edilmesi veya askıya alınması da karbon altyapısına kilitlenmeyi engellemek için bir önlem olarak düşünülmelidir.”
“Türkiye sosyo-ekonomik dönüşüme hazırlıklı olmalı”
2014/15 Mercator-İPM Araştırmacısı Ethemcan Turhan da değerlendirmesinde, Türkiye’nin -en azından anlaşmanın bu haliyle- gelişmiş ülke statüsünden ötürü Küresel Çevre Fonu (GEF) hariç diğer fonlardan faydalanamayacağını hatırlattı. Bu hususta COP21 dönem başkanı ve Fransa dışişleri bakanı Laurent Fabius’un, Türkiye’nin talebi üzerine 2016’da Fas’ta düzenlenecek COP22’ye kadar Türkiye’nin özel koşulları üzerine istişareler yapacağını belirttiğini söyleyen Turhan; “Şunu vurgulamak gerekir ki iklim finansmanı sadaka veya yardım değil haktır. Bu yüzden de bu finansmanı hem azaltım ve uyum için destek hem de halihazırda verilen zararın tazminatı olarak ele almak gerekir.” dedi.
Türkiye’nin, Paris sonrasında özel koşullar politikası gütmek yerine sosyo-ekonomik bir dönüşüme hazır olması gerektiğini kaydeden Turhan, şunları kaydetti:
“Halihazırda küresel ölçekte pek çok özel sektör kuruluşu fosil yakıtlardan çıkarken Türkiye’nin de hem kendi toplumsal gelişmesi için hem de küresel ölçekte bir oyuncu olması için bunu dikkate alması önemli. Bu anlamda bir enerji dönüşümü planı çerçevesinde net azaltım hedefleri konulmalı ve somut adımlar atılmalı. Dahası mevcut uyum stratejileri de güncellenerek kısa, orta ve uzun vadede bu stratejinin altbaşlıkları için ciddi miktarlarda kaynak aktarılmalı. Yerel yönetimlerin de bu hususta önemli bir rolü var. Türkiye iklim değişikliği konusunda eğer bir 20 yıl daha kaybetmek istemiyor ve öncü olmak istiyorsa, araştırma-geliştirme ve özellikle iklim değişikliği konusunda akademik çalışmalara ve kurumlara yatırım yapmalı.”
2015/16 Mercator-İPM Araştırmacısı Hande Paker de zirveyi sivil toplum katılımı açısından değerlendirdi. Paker; “COP21’de iki ana alanda sivil toplum katılımı gördük. Bunlardan birincisi resmi müzakerelerin devam ettiği mavi bölgenin yanında sivil toplumun çalıştığı BM tarafından düzenlenmiş alandı (climate generations). İkincisi ise “Zone d’action pour le climat (İklim Eylem Bölgesi)” denilen sivil toplum katılımcılarının alternatif zirve yürüttüğü alandı. Bu alanlarda iklim adalet ağları, küresel STK’lar, yerel-küresel hareketler ve yerli halklar çeşitli toplantılar, yan etkinlikler ve forumlar düzenledi.
Alternatif zirvelerde iklim değişikliği ve adalet, iklim değişikliği – enerji politikaları, işçi hakları – iklim değişikliği, insan hakları – iklim değişikliği, küresel ticaret anlaşmaları ve sınırsız büyüme kesişen meselelerdi. Bu meselelerin kesişmesi iklim hareketinin tabanın genişlemesi açısından önemli. Geleceğe yönelik yoğun eylemlilik planları ise iklim hareketi yaratma fikrinin güçlenerek devam ettiğini gösteriyor.” dedi.
“İş dünyasını harekete geçirecek süreçler sekteye uğrayabilir”
Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu, CDP Türkiye Projeler Yöneticisi Mirhan Köroğlu Göğüş ise Paris Konferansı’nda iş dünyasının önceki senelerden çok daha aktif olduğunu ve farklı yapılar içinde hareketlerinin görüldüğünü vurguladı. Birleşmiş Milletler çatısı altında kurulan Caring for Climate hareketi kapsamında Paris’te bir iş dünyası forumu gerçekleştirildiğini belirten Göğüş, forum izlenimlerini şu sözlerle aktardı:
“İş dünyası liderlerini iklim değişikliğine karşı çözümler ve politikalar üretmek üzere harekete geçirmeyi hedefleyen girişim kapsamında şirketler özellikle iklim değişikliği adaptasyonu konusunda yeni ve inovatif çözümler üretmek için çalışacaklarını vurguladılar. Özellikle teknolojik yatırımlar ve inovasyon alanında fosil yakıtlara bağımlı bir ekonomi kapanından bir türlü kurtulamayan dünyanın halen eski teknolojileri kullandığını ve karbon emisyonlarının neredeyse yarısının bu eski teknolojilerden kaynaklı olduğu vurgulandı. Bu kapandan kurtulup yenilenebilir enerji ve inovasyon destekli bir ekonomik sisteme geçişin ancak finansal destekle sağlanabileceği, bunun da yeşil büyüme ve yeni iş imkanlarının kapısını açabileceği konuşuldu. Ekonomik dönüşümün sağlanması için gerekli dinamiklerin henüz oluşmadığı ve fosil yakıtların hala pazarı domine ettiği vurgulanarak fosil yakıtlara verilen desteklerin acil olarak kaldırılması ve bu desteklerin yeni teknolojiler ve yenilenebilir enerjiye aktarılması gerektiği üzerinde duruldu. Karbon fiyatlandırması konusu Paris anlaşma metnine girse de karbonsuzlaşma (decarbonization) hedefinin çıkartılarak yerine ‘karbon nötrlemesi’ kavramının getirilmesi ve henüz etkinliği kanıtlanmamış karbon tutma ve saklama sistemleri ve karbon piyasalarına dayanan ibarelerin anlaşmaya girmiş olması iş dünyasını harekete geçirecek süreçlerin kısa vadede sekteye uğramasına sebep olacaktır.”