Ben aylak aylak dolaşırken!..

0
2006
Ali Osman Mola
Ali Osman Mola / [email protected]

 (Teknoloji Fuarı, TARBİL ve Pravda)

Bilim, teknoloji ve millîleşme konularındaki hassasiyetim alenidir. Bilmeyenlere de bu vesileyle ilan etmiş olayım.

Aslında bu haftaki konum Tarımsal İzleme ve Bilgi Sistemi’nin (TARBİL), 17 aydır veri girilmeyerek fiilen ortadan kaldırılmasıydı.

Daha elli gün önce “Millî Embriyo Projesi”ne sessiz sedasız son verilmişti. Üstüne TARBİL’in durumu tuz biber oldu.

Yazıyı kaleme almadan araya Verimlilik ve Teknoloji Fuarı ziyareti girdi.

Televizyonlardan ve gazetelerden Ankara’da “Verimlilik& Teknoloji Fuarı” açıldığını, burada “Millî Savaş Uçağı”mız dâhil “millî (yerli)” teknoloji üretilenlerinin sergileneceğini duyup okuyunca soluğu “ATO Congresium”da aldım.

Düşündüm ki bu fuarı gezer, yapılanları gözümle görür ve kulaklarımla duyarsam tarım ve hayvancılığımız için son derece önemli iki teknoloji projesinin apar topar ortadan kaldırılmasının can sıkıntısı biraz olsun hafifler; gezip, görüp, öğrendiklerimle keyiflenir hatta gurur duyarım.

TARBİL konusuna yine geleceğim ama Fuar, TARBİL’in önüne geçti, can sıkıntım katmerlendi; ne keyifliyim ne de gururlu!..

Verimlilik ve Teknoloji Fuarı

Fuar alanının kapısında bizi ilk karşılayanlar “Teknoloji, Fuar, Congresium” kelimeleri ile “&” işareti oldu. “En azından ‘teknoloji ve fuar’ kelimelerini kendimize uydurmuşuz. Congresium, fuar merkezinin adı, Latince “&” işareti ise açılan fuarın adının içinde “ve” yerine kullanılmış: Verimlilik & Teknoloji Fuarı. Daha kapıdan girmeden millîlik konusunda şüpheye düşsem de artık geri dönemezdim çünkü Genel Yayın Yönetmenimiz Metin Ertunç Bey’i de oraya kadar sürüklemiştim.

İçeri girdiğimizde bizi ilk karşılayan ise “tenhalık”oldu. Günlerden cumartesiydi ve saat 15.30 civarıydı. Böylesine uygun bir gün ve saatte, “Millî Savaş Uçağı”mızın bile sergilendiğine dair haberler gazete ve televizyonlarda önemli bir yer işgal ediyorken ve de sadece üç gün açık kalacak Fuar’ın ikinci gününde bu ilgisizlik tuhaftı.

Gezmeye en sağdaki sergilikten (stanttan) başladık. Özetle izlenimlerim:

  1. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Fuarcılık böyle bir şey değil! Fuarcılık, “sergilenen malın ziyaretçilerin ilgisini çekmesi” esasına dayanır. Firmalar, ziyaretçinin önce gözüne, sonra kulağına hitap etmelidir ki beynine de hitap edebilsin. Hatta ürününe göre ziyaretçiye dokunma ve deneme fırsatı da verilmelidir.
  2. Gezmeye başlamadan önce gözüm “Millî Savaş Uçağı”mızı aradı. Eğilip bükülerek bakındığımda 50 metre kadar uzakta,girişin hafif sol çaprazında, merdiven altında belli belirsiz bir uçak silueti gördüm. Önündeki sergilikler görülmesini engelliyordu.
  3. Büyük sergiliklerin önemli kısmını kamu kurum ve kuruluşları kiralamış. İçlerinde belediyeler de var. Bunların çoğu teknoloji üretenler değil, kullananlar.
  4. Asıl merak ettiklerim Millî Savaş Uçağı ile birlikte TAI, HAVELSAN, ASELSAN, ROKETSAN, Savunma Sanayii Başkanlığı, STM… tarafından üretilen millî helikopter, millî gemi, millî tüfek, millî tabanca, millî roket gibi savaş araç ve gereçleriydi. Millî Savaş Uçağı’nın prototipi fuar alanına konulmuş. Konulmuş ama bırakın önünde fotoğraf çektirmeyi, merak edip bakmaya gelen bile yok. Niye? Çünkü dış görünüşünün dışında savaş uçağına benzer bir tarafı yok, bir kuru iskelet. Başında tek bir görevli yok ki özelliklerini anlatsın,açıklama yapsın, sorulara cevap versin. Bir ekran konulmamış ki özelliklerini oradan görebilelim.
  5. Millî helikopter, millî eğitim helikopteri, millî eğitim uçağı, millî İHA’nın yaklaşık yarım metrelik maketlerini yerleştirmişler birer metrelik metal borular üzerine. Hani bürolara filan konulur ya süs olsun diye, aynısı!.. Madem birer örneğini getiremiyorsunuz, bari büyük ekranlar koyun, orada simülasyonlar yapın; şu şudur, bu budur diye anlatın, sorulara cevap verin. Hiçbiri yok.
  6. “Sarsılmaz”ın ürettiği silahlar oradaydı ama Makina Kimya’nın ürettikleri yoktu.
  7. TÜRKSAT’ın sadece adı vardı. TÜRKNET, sadece broşür dağıtıyordu. TÜBİTAK, tabeladan ibaretti.
  8. Tarım ve Orman Bakanlığı, Fuar’a -adını duyduğunda herkesin hemen “tarım, hayvancılık ve orman”ı hatırlayacağı (!)- bakanlıkların birleştirilmesi ile bünyesine katılan bir birimi ile katılmıştı: Meteoroloji Genel Müdürlüğü.
  9. Yerli (!) kuruluşlarımızdan Vodafone, Microsoft, HP, Siemens, Fujitsu, Sony, Samsung… da oradaydı.  
  10. Birkaç çocuk ziyaretçi gördüm. İlgilendikleri tek gösteri, yaklaşık 10 santim çapında, yuvarlak, birkaç santim yüksekliğinde ve tekerlekler üzerinde hareket eden robotların, dikdörtgen bir alanda, tenis topu büyüklüğündeki bir topu iki küçük kaleye sokmaya çalışmasıydı.
  11. Birkaç üniversitenin “teknokent”i de Fuar’daydı. Görüntü şöyleydi: Sergiliklerinde üniversitelerin adı yazılı.”Teknokent” kelimesinden o üniversitenin teknokenti olduğunu anlıyorsunuz. İçeride -çoğunda- bir masa, iki veya üç sandalye, bir veya iki görevli, sehpa veya tezgâh üzerinde broşürler, sergiliklerin duvarlarında -çoğunluğu- üzerlerinde yanlarına gitmeden okunmakta zorlanılan birkaç cümle bulunan afişler. Ne işlerle meşgul olduklarını sorsanız söylerler şüphesiz fakat gösteremezler çünkü ya yanlarında getirmemişler nedense ya da gösterebilecekleri elle tutulur, gözle görülür bir ürünleri yok. Yine de “Bizim vardı.” itirazlarına örnek olsun diye yazayım: Hacettepe Üniversitesinin sergiliğinde Formula tipi küçük bir yarış otomobili sergileniyordu. Özelliklerini bilemiyorum!
  12. 50’ye yakın firmanın yer aldığı “Startup Sokağı”yazılımcılara ayrılmış. Görüntü şöyleydi: Küçücük sergilikler, önlerinde tezgâh, birkaç broşürden oluşan doküman ve bazılarında hangi alanlarla meşgul olduklarının yazılı olduğu bir iki afiş, genellikle bir görevli. Ağırlıklı olarak hangi alana hizmet verdiklerini öğrenseniz bile yazdıkları programlardan tek bir örnek sunum bile yok. Yani onlara ihtiyacınız yoksa onların da size ihtiyacı yok. Ortaokula veya liseye giden bir genç o bölümü gezse programcılıktan soğur! “Orada bulunduğumuz süre içinde bizden başka bu Sokak’ta dolaşan kimseye rastlamadım.” desem yalan olmaz.
  13. Katılımcı kurum ve kuruluşların tamamını merak edenler fuar alanı krokisine “http://www.verimlilikfuari.com/tr/fuar-alani” adresinden ulaşabilirler.

Çıkmadan önce Renault’un sergiliğine uğradık. Fuar alanında tam olarak sergilendiği söylenebilecek iki gerçek üründen biri Akınsoft’un robotları, diğeri Renault marka iki otomobildi. Otomobillerin kaputları açılmış, ilgilenenlere motorları ve diğer özellikleri hakkında bilgi veriliyordu. Ön camlarına yaklaşık A4 büyüklüğünde bir kâğıt parçası iliştirilmişti. Üzerinde, logosu ile beraber “Yerli Üretim” yazısı vardı. Renault’un yerli olduğunu da yerli ile millînin farklı anlamlara geldiğini de o anda öğrendim! 

Fuar’ın açılışını yapan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın, açılış konuşmasında, “Türkiye’de üretim yapan, Türkiye’de AR-GE’sini yapan, Türkiye’de faaliyetlerini yürüten firmalar bizim için yerli firmalardır.” dediğini gazetelerden öğrendim.

Merakımı gideremeyeceğimi bile bile, örneğin “İsrail’li bir firma, Türkiye’ye sattığı tohumları Türkiye’de geliştirse ve bizim çiftçimize satsa tohumlar ve firma “yerli” mi sayılacak?” diye merak ettim.

Ayrıca…

Fuara katılan firmaların hepsinin de Türkiye’de üretimi var mı? Üretimi ve AR-GE’si Türkiye’de yapılan her ürünün bu ülkeye değer kattığını söylemek doğru bir değerlendirme mi?

Vatandaş olarak bu ayrımı nasıl yapacağız?

(Bugüne kadar yazılarımda “yerli” yazmışsam önüne yay ayraç içinde “millî” ya da “millî” yazmışsam önüne yay ayraç içinde “yerli” yazmıştım. Bu vesileyle kendimi de tekzip etmiş (!) olayım. Bana göre “yerli” kelimesi “millî” kelimesinden daha millî bir anlam taşır çünkü millî olanın sizin tarafından yapılması yeterlidir, yerli olan ise size ait ayırt edici motifler de taşımalıdır.)

Diyebilirsiniz ki: “Bu Fuar, aynı zamanda bir verimlilik fuarı.”

Her ne kadar Cumhurbaşkanı Yardımcısı, konuşmasının önemli bir bölümü, kendi anlamlandırdığı şekliyle millîleşme ve yerlileşmeye ayırmışsa da Fuar’ı verimlilik bakımından da değerlendirmem gerekiyor elbette:

Teknolojinin, genel anlamda, verimliliği arttırdığına şüphe yok. Bu anlamda “Verimlilik, teknolojinin ayrılmaz parçasıdır.” bile diyebilirim fakat konumuz bu değil; konumuz, adı “Verimlilik ve Teknoloji” olan fuarın “verimsiz bir fuar” olduğu.

Bu sebeple baştan beri “ziyaretçilerin ilgisinin çekilememesi konusuna” dikkat çekmeye çalışıyorum. Nitekim Fuar için açılan web sitesinde “Fuar’ın Amacı” başlığı altında şöyle yazıyor:

“… teknolojik ürünlerin sergilenmesini, bu çalışmaların geniş kitlelere ulaştırılmasını ve verimlilik alanında farkındalığın artırılmasını amaç edinmiştir.”

Teknolojik ürünler sergilendi mi? Sergilik açılmasını, sergilemek olarak kabul edeceksek; kısmen evet. “Çalışmaların geniş kitlelere ulaştırılması ve verimlilik alanında farkındalığın artırılması” bakımından, hayır. Sonuç olarak Fuar amacına ulaştı mı? Hayır.

Dostlar alışverişte gördü mü? Gördü.

Türk tarımı uzaydan düştü

Bir tarafta her gün millîleşme konuşuluyor, rakamlar verilerek övünülüyor, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Verimlilik ve Teknoloji Fuarı açıyor; diğer tarafta tarım ve hayvancılığımızın geleceği, verimliliği ve millîleşmesi bakımlarından elzem iki projeden Embriyo Transferi Projesi durduruluyor, Tarımsal İzleme ve Bilgi Sistemi (TARBİL) ise fiilen sonlandırılıyor.

Bu şartlarda millîleşme söylemlerinin samimiyetine nasıl ve niçin inanalım?

Ben, bu iki proje ile ilgili geldiğimiz noktayı, verimliliğe ve teknolojiye verdiğimiz önem bakımından birer samimiyet testi olarak görüyorum.

Niçin bu kadar tepkili olduğumun daha iyi anlaşılabilmesi için TARBİL’in ne olduğunu anlatayım:

TARBİL, 25 Şubat 2015’te, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ve dönemin Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’in katılımıyla ve “Türk tarımına çağ atlatacak proje” ve “devrim” sloganıyla kamuoyuna açıklanmıştı.

İçinde tarım vardı, hayvancılık vardı, uzay teknolojisi vardı, karmaşık bilgisayar yazılımları vardı vs.

Proje ile hava ve iklim durumunu, topraktan sofraya tarım ve hayvancılığımızı an be an izleyecek, verileri kaydedecek, plan ve programımızı ona göre yapacaktık.

Projeyi, Faruk Çelik devam ettirdi. Sonrasında, 17 ay önce, çok büyük miktarlarda yatırım yapılmışken hâlâ bilinmeyen bir sebeple sisteme veri girişi ve kalan yatırımlar durdurulmuş. Bu durumdan da birkaç hafta önce haberdar olduk.

Şimdi sizlerle TARBİL sayfasından edindiğim bilgileri paylaşayım:

  • Türk tarımı uzaya çıktı. Türk tarımında teknoloji devrimi yaşanıyor. Artık tarlalar uydu görüntüleriyle gözlem altında.
  • Çiftçi, dizine laptop, tarlasına kamera koydu.Küresel ısınmaya bağlı kuraklık, sel ve don gibi meteorolojik olayların zirai ürünlere zararını en aza indirmek için geliştirilen Tarımsal Rekolte İzleme ve Tahmin Sistemi (TARİT) Projesi Şanlıurfa’da uygulanmaya başladı.  Uydu teknolojisini kullanan, laptop’undan (dizüstü bilgisayar) tarlaları gözetleyen şalvarlı-puşili çiftçiler, yolunuz Şanlıurfa’ya düşerse sizi şaşırtmasın. Kameralı izleme yöntemi MOBESE’yi kullanan çiftçiler, ‘yer istasyonu’ adı verilen sistem sayesinde hava basıncı, ısı, nem, rüzgarın yönü ve hızı, güneş radyasyon şiddeti, saatlik veya aylık yağış miktarları, toprak ısısı, toprak nemi gibi verilere diz üstü bilgisayarından ulaşıyor.
  • Türkiye’de tarım daha AKILLI olacak. TARBİL kapsamında gerçekleştirilmiş olan “Tarım Parsellerinin Sayısallaştırılması” çalışması kapsamında; ayrı ayrı 14 milyon kadastro, 26 milyon tarım parseli sayısallaştırıldı, bu doğrultuda tarımsal planlamalarda, desteklerin kullandırılması ve doğruluğunun tespitinde, Tarım Bilgi Sistemi çalışmalarında artık “Tarım Parselleri” kullanılacak. 
  • Tarlada çiftçiden habersiz sinek bile uçmayacak. Tarım Bakanlığı, akıllı istasyonlar kurarak tarlaları anlık izleyecek. TARİT ile buğday, mısır, pamuk ve diğer bütün tarım ürünlerinin üretim miktarları tam olarak öğrenilebilecek.
  • Sistem, ülke genelinde 12 milyon noktanın her birinde saatte iki defa 120’den fazla parametreyi hesaplayacak.

(Maddelerin birinci cümleleri gazetelerin TARBİL ile ilgili attığı manşetler, devamı ise haber içerikleri. TARBİL, sitesini bunlarla oluşturmuş.)

Ahmet Davutoğlu, TARBİL için Başbakan olarak şunları söylemiş:

“Tarım Sektörü Entegre Yönetim Bilgi Sistemi,kendi içinde üç devrimi barındırıyor. Tarım planlaması açısından, makro stratejik planlama açısından bir devrimdir. Devletin, hükümetin, bakanlığın çalışma sistemini tümüyle değiştiren, dönüştüren, niteliksel bir sıçrama yapılmasını sağlayan bir devrimdir. Üretici açısından bir devrimdir, kendisi entegre bir sistemin içindedir artık. Tüketici açısından bir devrimdir. 

Biz bu devrimleri gerçekleştirerek yeni Türkiye’yi geliştireceğiz. Bütün ülkeyi avucumuzun içi gibi bildiğimizi, kendimizi tanıdığımız gibi ülkeyi tanıdığımızı göstermek istiyoruz. Bu proje kendimize güvendiğimizin göstergesidir. İşte bu tarz niteliksel ve bilgi teknolojini kullanan projelerimizle gelecek vizyonu güçlü yeni hamle dönemini başlatmaktan dolayı mutluluk duyuyorum.”

Proje’nin edebiyatını ise Bakan olarak Mehdi Eker yapmış:

“Soylu atlar nasıl ki sessiz sedasız küheylan taylar doğururlar, kimse duymaz onu; yaklaşık 10 senedir Tarım Reformu Genel Müdürlüğümüzün çalışanları başta olmak üzere bütün çalışma arkadaşlarım aşkla, şevkle, sabırla, metanetle bu projeyi sessiz sedasız hazırladılar. Bugün o soylu tayın doğumuna şahit oluyoruz.”

Devam etmiş:

“Bu, alelade, bilişim alanındaki bir bilgi işlem sisteminden ibaret değil, 42 ayrı veri tabanı bir bel sistemde entegre edildi. 77 milyon vatandaşımızın üreticisiyle, tüketicisiyle tamamı bu sistem içerisinde ve bu sistemi kullanabilecek durumda.”

“400 tane istasyon şu anda faal çalışıyor, 1200’e çıkaracağız. Bitkinin bütün safahatını an be an izliyor. Orada kaydettiğimiz veriler devletin diğer sistemlerindeki 41 tane ayrı sistemde kayıtlı olan verilerin tamamı işleniyor. Üretim yapılan, üretim yapılmayan bütün alanların tamamını biz bu sistem üzerinden kontrol edebiliyoruz, takip edebiliyoruz.”

“Biz sahaya 10 bin tane personel gönderdik. Bu 10 bin kardeşimizi eğittik. Bunların her birine GPRS’li tabletlerle eğitim verdik. Bu kardeşlerimiz şu an itibarıyla Türkiye’nin 41 bin üzerindeki köyündeki bütün verileri girdiler.”

(Bilgilendirmemi uzun bulmuş olabilirsiniz fakat bunlar özet. O kadar çok laf etmişler, o kadar çok söz vermişler ki özetini çıkarmak bile saatlerimi aldı.)

Proje, millî ve yerliydi; İstanbul Teknik Üniversitesi işin başındaydı.

Bütün bunları yapabilmenin bütçesi 100 milyon dolardı. Ne kadarı harcandı bilmiyoruz!

Kamuoyuna açıklanan birçok millî (yerli) teknoloji ve verimlilik projesi gibi bu da yalan oldu! Daha kaç yerli ve millî projenin iptal edildiğini, sonlandırıldığını, durdurulduğunu, askıya alındığını ve alınacağını ise bilmiyoruz.

Başlatanlar mı suçlu, sonlandıranlar mı? Harcanan paraların hesabını kim verecek?

Daha da önemlisi, “Niçin?”

Günün meseli: Pravda

Sovyetler Birliği zamanı. Halkı bilinçlendirme (!) faaliyetlerine her yerde ve zamanda, her fırsatta ara verilmeden devam ediliyor. Kuru kuruya yapılan ideoloji yüklemesi ile insanları ikna etmek kolay değil, “ülkenin her alanda geliştiğine” dair örnekler verilerek yapılan haberler, bilinçlendirme faaliyetleri içinde vazgeçilmez bir yer tutuyor.

Basına had safhada önem veriliyor. Televizyonlar henüz yok veya yaygın değil. Gazeteler, en önemli bilinçlendirme malzemelerinin başında yer alıyor. “Gazeteler.” dediğime bakmayın, asıl önemli olan bir tanesi; diğerlerinde yazılanlar ondan yapılan alıntılar, onda yazılı olanların biraz farklı ifadelerle sunumu.

O gazetenin adı: Pravda.

Sovyetler Birliği vatandaşları tarafından alınması -neredeyse- zorunlu.

Dedim ya “Halkı bilinçlendirme (!) faaliyetlerine her yer ve zamanda, her fırsatta ara verilmeden devam ediliyor.” diye, bilhassa toplu çalışma alanları bilinçlendirme için en uygun yerler. Fabrikalar, bu alanlar içinde çok önemli bir yer tutuyor. Buralardaki bilinçlendirme faaliyetleri de Pravda’nın yayınlarına paralel yürütülüyor.

Mutat bilinçlendirme faaliyetlerinden birinde, görevli zat, emekçi topluluğuna konuşma yapıyor. Rejim tarafından yapılanları anlatıyor. Bir de örnek veriyor:

-Filanca yerdeki filanca cadde son iki sene içinde öyle bir gelişti ki!.. Konutlar; alışveriş, eğlenme ve dinlenme alanları; cadde boyunca sıra sıra dikilmiş ağaçlar, parke döşenmiş yollar vs.

Herkes pür dikkat dinliyor. Konuşma bitiyor, orta sıralardan bir el kalkıyor. Konuşmasına izin verilince diyor ki:

-Ben bazen o bahsettiğiniz yoldan geçerim fakat var olduğunu söylediklerinizin hiçbirini görmedim.

Salonda buz gibi bir hava esiyor. Konuşmacı, konuşan emekçiye kızgın bir bakış atıyor ve diyor ki:

-Aylak aylak dolaşacağına Pravda oku!..

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz