İki Mustafa Kemal
İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben,
et ve kemik geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu “ben”
kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde
yeni fikir, yeni yaşam ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir
topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim girişimlerim, onların
özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz,
hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal
odur!
1933 (Hamdullah Suphi Tanrıöver,
Yerli Yabancı 80 İmza Atatürk’ü Anlatıyor, s. 183)
Fikir Atatürk
Beni görmek demek, mutlaka yüzümü
görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve
hissediyorsanız bu yeterlidir.
1929 (Ayın Tarihi, Sayı : 65, 1929)
Büyük ölülere matem
gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.
(Atatürk’ten B.H., s. 120)
Ben, manevî miras
olarak hiçbir nass-ı katı’*, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural
bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, bilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim
aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü güçlükler önünde, belki amaçlara tamamen
eremediğimizi, fakat asla ödün vermediğimizi, akıl ve bilimi rehber
edindiğimizi onaylayacaklardır. Zaman hızla dönüyor, milletlerin, toplumların,
bireylerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada,
asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini
inkâr etmek olur. Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya
çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel
eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevî
mirasçılarım olurlar.
(Hamdullah Suphi Tanrıöver’den naklen,
Cemal Kutay, Mustafa Kemal’in Ufuktaki Manevî Mirasçısı ile Sohbet, s.2-3;İsmet
Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, s. 13)
Bir zamanlar gelir,
beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerini inkâr
edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve
inandıkların arasından bile olabilir. Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve
kuvvetlidirler ki bu fikirler, Hint’ten, Mısır’dan döner dolaşır gene gelir,
verimli sonuçları kalpleri doldurur. 1937 (Atatürk’ten B.H., s. 6, 128)
Atatürk ve görevin amacı
Yaşamımın bütün dönemlerinde olduğu gibi, son zamanların buhranları ve
felâketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve
istirahatimi, her çeşit kişisel duygularımı milletin kurtuluşu ve mutluluğu
adına feda etmekten zevk duymayayım. Gerek askerî yaşamımın ve gerek siyasî
yaşamımın bütün dönem ve bölümlerini işgal eden mücadelelerimde daima hareket
kuralım, millî iradeye dayanarak milletin ve vatanın gereksindiği amaçlara
yürümek olmuştur. 1920 (Atatürk’ün
S.D.I, s. 61)
Pekâlâ, bilirsiniz
ki benim bütün yaşamımda bu ana kadar güttüğüm amaç, hiçbir zaman kişisel
olmamıştır. Her ne düşünmüş ve her neye girişmiş isem, daima memleketin,
milletin ve ordunun adına ve çıkarına olmuştur. Hiçbir zaman şahsımın
üstünlüğünü ve sivrilmemi göz önüne almamışımdır.
1914 (Atatürk’ün Özel Mektupları, Sadi
Borak, s. 40)
Memleket ve milletin
kurtuluşu ve mutluluğu için çalışmaktan başka bir amacım yoktur. Bu, bir insan
için yeterli bir sevinç ve zevk sağlar. Benimle beraber olan arkadaşlarım,
bütün vatandaşlarım da aynı amacı izlemektedirler. Kişisel ve ailevî huzur ve
mutluluğun, milletin huzur ve mutluluğuyla ayakta durduğunu, memleketin
güvenlik ve dokunulmazlığıyla mümkün olduğunu gerçek ve ciddî bir şekilde
anlamışlardır. Ben ve benimle beraber olanlar, hedefimizin yüceliğine,
yolumuzun doğruluğuna eminiz. Bunda asla şüphe ve tereddüdümüz yoktur.
Milletimizin, Türk milletinin yakın, uzak tarihine gereği kadar bilgimiz
vardır. Geçmişin derslerini, bugünün ve geleceğin yaşamı için göz önünde tutmak
dikkatinden mahrum değiliz. Yaptığımız hizmetlerle övünmüyoruz. Yapacağımız
hizmetlerin, övünç sebebi olabileceği ümidiyle avunuyoruz.
1925 (Atatürk’ün S.D.V, s.
209)
Atatürk ve kutsal tutku
Çevresindekilere söylediği bir söz
:
Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız, Onları
Söyleyin!
(Afetinan, Atatürk’ün BUM., s. 37)
Benim tutkularım
var, hem de pek büyükleri; fakat bu tutkular, yüksek makamlarda bulunmak veya
büyük paralar elde etmek gibi maddî emellerin doyumuyla ilgili bulunmuyor. Ben
bu tutkularımın gerçekleşmesini, vatanıma büyük faydalan dokunacak, bana da
gerektiği gibi yapılmış bir görevin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir
fikrin başarısında arıyorum. Bütün yaşamımın ilkesi, bu olmuştur. Ona çok genç
yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu
koruyacağım.
1914 (Melda Özverim, M.K. ve C.L., s. 42)
Allah bilir, yaşamımda bugüne kadar orduya faydalı bir üye olabilmekten başka
vicdanî bir emel edinmedim. Çünkü vatanın korunması, milletin mutluluğu için
her şeyden evvel ordumuzun, eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha
kanıtlama gereğine çoktan inanmış idim. Bu inanca ait emellerimin şiddeti, ihtimal
beni pek fazla aşırı davranışlı göstermişti. Fakat zaman, saf ve temiz
beyinlerden doğan fikrî gerçekleri -kabulünden çekinilse de uygulattırır.
1912 (Atatürk’ün Özel Mektupları, Sadi Borak, s. 11)
Atatürk ve vicdanî görev
Bütün görevlerin üstünde bizim de
bir vicdanî görevimiz vardı; o da, herkesin sudan birtakım görevler yaptığı
sırada yaşamımızı, varlığımızı bu milletin bağrına sokarak, onlarla beraber
düşman karşısında uğraşmak olmuştur!
7920 (Atatürk’ün S.D.I, s. 106)
Ben görevimin
bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğunda yüksek ve çetin olduğunu anlıyorum.
Arkadaşlar, bu görev bitmeyecektir; ben toprak olduktan sonra da devam
edecektir! Ben seve seve, sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal göreve
vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu yüklenmekle mutlu olacağım. Görevime
başarı ile devam edebileceğim. Çünkü büyük milletimizin, kalp ve vicdanında
bana karşı sarsılmaz bir güven ve itimat taşımakta olduğunu görüyorum. Bu benim
için büyük kuvvettir, büyük yetkidir.
1925 (Atatürk’ün S.D.1I, s. 236)
Biz, eğer millet ve tarih önünde herhangi bir hata işliyorsak, bunun sorumluluğunu vicdanımızda ve sağduyumuzda hissetmekten ve ödemekten, hiçbir zaman çekinecek insanlar değiliz. 1925 (Mazhar Müfit Kamu, E.Ö.K. Atatürkle Beraber, Cilt: I, s. 160)
Millet için özveri
Millet ve memleketin sayesinde
kazanılan rütbe ve refahın bir önemi, bir kutsallığı vardır. Biz bunlardan,
ancak yine bu aziz millet ve memlekete borçlu olduğumuz son bir namus görevini
yapmak için ayrıldık. Milletin kendi yaşamını kurtarmak, kendi meşru hakkını
savunmak için çıkardığı sese katılmak, her kendini bilen vatandaşın görevidir.
Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak olursa genel şerefsizliğin yıkıntısı
altında, şunun bunun kişisel şerefi de parça parça olur. Biz, o genel şerefi
kurtarabilmek için harekete gelen millete ruhumuzla katıldık. Katılmamıza engel
olabilecek kişisel rütbeleri, makamları da genel şerefi kurtarmaya yönelik bir
amaç uğruna feda ettik.
1919 (Atatürk’ün S.D.III, s. 6)
Ben, gerektiği zaman, en büyük armağanım olmak üzere Türk milletine canımı
vereceğim.
1937 (Atatürk’ün T.T.B. IV. s. 590)
Mallarını millete bağışlaması nedeniyle söylemiştir:
Mal ve mülk, bana
ağırlık veriyor. Bunları, soylu mille time geri vermekle büyük ferahlık
duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar; insanın serveti, kendi manevî kişiliğinde
olmalıdır!
1937 (Rükneddin Fethi Olcaytuğ, Atatürk
Hakkında Düşünce ve Tahliller, 1943, s. 44)
Özgürlük ve bağımsızlık aşkı
Özgürlük ve bağımsızlık benim
karakterimdir. Ben, milletimin ve büyük atalarımın en değerli mirasından olan
bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım! Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî,
özel ve resmî yaşamımın her evresiniyakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir.
Bence bir millette
şerefin, saygınlığın, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, kesinlikle
o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben kendim, bu
saydığım özelliklere çok önem veririm ve bu özelliklerin kendimde varlığını
iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikleri taşımasını şart ve esas
bilirim. Ben yaşayabilmek için kesinlikle bağımsız bir milletin evlâdı
kalmalıyım! Bu sebeple millî bağımsızlık, bence bir yaşam sorunudur. Millet ve
memleketin çıkarları gerektirdiği takdirde insanlığı oluşturan milletlerden her
biriyle uygarlık gereğinden olan dostluk ve siyaset ilişkilerini, büyük bir
duyarlıkla takdir ederim. Ancak, benim milletimi tutsak etmek isteyen herhangi
bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım!
1921 (Atatürk’ün S.D.1II., s.24)
Çocukluğumdan beri
bir huyum vardır. Oturduğum evde ne kız kardeş, ne de ahbap ile beraber
bulunmaktan hoşlanmazdım. Ben, yalnız ve bağımsız bulunmayı çocukluktan
çıktığım zamandan itibaren daima tercih etmiş ve sürekli olarak öyle
yaşamışımdır. Tuhaf bir halim daha var; ne ana -babam çok erken ölmüş-, ne
kardeş, ne de en yakın akrabamın kendi düşünüş biçimi ve görüşlerine göre bana
şu veya bu öğütte bulunmasına katlanmazdım. Aile arasında yaşayanlar çok iyi
bilirler ki sağdan soldan, pek saf ve samimî uyarmalardan korunamazlar. Bu
durum karşısında iki davranış şeklinden birini seçmek zorunludur; ya uymak
yahut bütün bu uyarma ve öğütleri hiçe saymak. Bence ikisi de doğru değildir.
Uymak nasıl olur, en aşağı benimle yirmi, yirmi beş yaş farkı olan anamızın
uyarmalarına uyma geçmişe dönme demek değil midir? İsyan etmek, erdemine, iyi
niyetine, yüksek kadınlığına inandığım anamın kalbini, görüşlerini alt üst
etmektir. Bunu da doğru bulmam.
1926 (Atatürk’ün S.D.V, s.113)
Savarona yatında kabul ettiği Romanya Kralı Karol’un, görüşme sırasında Almanya ile Çekoslovakya arasındaki Südet sorununa* değinmesi ve Atatürk’ten Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Beneş’e bazı telkinlerde bulunmasını rica etmesi üzerine, görüşmeyi dinlemekte olan zamanın Dışişleri Bakanı Tevfık Rüştü Araş ‘a söyledikleri:
Majeste Kral’in
söylediklerini dikkatle dinledim. Benden, bir devlet başkanına kendi ülkesinden
bir parçayı Almanlara terk etmesini tavsiye etmekliğimi mi istiyorlar? Benim
gibi, bütün ömrü boyunca yurdunun bağımsızlığı ve bir karış toprağını başkasına
vermemek için savaşan bir adam, inançlarına aykırı bir şeye nasıl aracı olur?
Görüyorum ki Majeste Kral, beni ve karakterimi iyi tanımıyorlar!
1938 (Nejat Saner, Atatürk ve Sonrası, Cumhuriyet gazetesi, 13.11. 1970)
Atatürk ve cesaret
Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru altında
birçok savaşlara katıldım. Hatta ölüm bir defa, kalbimin yanından sıyırarak
geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı ve bu saat mermi parçasının şiddetini
kırdı.
1928 (Atatürk’ün S.D.11I, s. 82)
Atatürk ve millet
Her zaman tekrar zorunluğunda
kalıyor ve tekrarı da faydalı görüyorum ki, eğer ben milletime herhangi bir
hizmette bulunmuşsam, eğer ben herhangi bir girişimde önayak olmuşsam bu hizmet
ve girişimin temel kaynağı, saygılar ve sevgilerle bağlı olduğum, bundan sonra
da saygı ve sevgiyle mutluluk ve refahına varlığımı, yaşamımı vereceğim aziz
milletime, sizlere dayanmaktadır. Bir millette güzel şeyler düşünen insanlar,
olağanüstü işler yapmaya yetenekli kahramanlar bulunabilir. Ama öyle kimseler
yalnız başına hiçbir şey olamazlar; meğer ki bir genel duygunun ifadesi,
temsilcisi olsunlar! Ben milletimin düşünce ve duygularını yakından tanımaktan,
aziz milletimde gördüğüm yetenek ve gereksinimi belirtmekten başka bir şey
yapmadım. Onun bu yetenek ve duygularını sezip tanımakla övünüyorum.
Milletimdeki, bugünkü zaferleri doğurabilecek özelliği görmüş olmak… Bütün
mutluluğum işte bundan İbarettir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 161)
Arkadaşlarımız ve milletin bütün bireyleri gibi, millî davamızda benim de
emeğim geçmiş ise, bu çalışmada iş yapma kuvveti ve başarı varsa, bunu bana mal
etmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin manevî kişiliğine mal ediniz. Ben
milletin bu yüksek manevî kişiliği içinde bir önemsiz birey olmakla mutluyum.
Efendiler, millet bütünüyle manevî bir kişilik halinde ve bir birleşmiş kitle
şeklinde belirdi ve bu yüce birliği koruyarak ona düşman olanları ortadan
kaldırdı.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 115)
Milletimle yakından
ve gösterişten uzak karşılıklı görüşmenin zevkini, mutluluğunu anlatamam. Her
ne zaman milletimin karşısında kendimi görsem, her ne zaman milletimin
bireylerinden birkaçının yüzüne baksam, oradan ruh ve vicdanıma gelen ışık,
benim için en değerli bir ilham ve verim alevi oluyor!
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan,
Milliyet gazetesi, 7.2.1930)
30 Ağustos’ta
yönettiğim savaş, Türk milletinin yanımda bulunduğu halde, yönettiğim ilk ve
son savaştır. Bir insan kendini, milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar
kuvvetli buluyor bilir misiniz? Bunu tarif güçtür.
1928 (Atatürk’ün S.D.III, s. 83)
Yaşamımda en büyük
dayanak ve kuvvetim, vatandaşlarımdan gördüğüm güven ve destekdir. Bütün
görevlerimde manevî, vicdanî olan en büyük endişem, emanetinizin saygı ve
kutsallığına devamlı olarak dikkat etmektir.
1927 (Atatürk’ün TTB. IV, s. 532)
Samimî olarak bu
memleketin, bu milletin yararına yapılacak bir iş olsun, ben onu göz önüne
almayayım; bu, mümkün değildir. Yalnız, işin gerçekten millete yararı olmalı ve
teklifin samimî olarak yapıldığına ben inanmalıyım.
(İbrahim Necini Dilmen, Dilci Şef, Ulus
gazetesi 14.XI.1938)
Benim için dünyada
en büyük makam ve ödül, milletin bir bireyi olarak yaşamaktır. Eğer Cenab-ı
hakk beni bunda başarılı yapmış ise, şükrederim. Bugün olduğu gibi ömrümün
sonuna kadar milletin hizmetinde olmakla övüneceğim.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 129)
Milletin içinde
serbest bir millet bireyi olmak kadar dünyada mutluluk yoktur. Gerçekleri
bilenler, kalp ve vicdanında manevî ve kutsal hazlardan başka zevk taşımayan
insanlar için ne kadar yüksek olursa olsun, maddî makamların hiçbir değeri
yoktur.
1922 (Atatürk’ün S.D.V, s 24)
Şimdiye kadar millete yapamayacağım bir şeyi vaat etmedim. Ben yapacağım
dediğim zaman, buna inanmayanlar vardı. Buna rağmen hareket ettim. Görüyorsunuz
ki başardık. Benim ve benimle çalışanların güveni vardır ki, yeni hedeflerimize
de başarıyla varacağız. Şimdiye kadar söylediklerimin gerçekleşmiş olması,
bütün düşüncelerimin beni yalanlamaması, milletin ciddî ve samimî olarak bana
yardımcı ve destek olmasıyla mümkün olmuştur. Onun için yeni amaçlara erişmek
için de bu yardım ve desteğe gereksinimim vardır; onu benden esirgemeyiniz!
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan,
Milliyet gazetesi, 7.12.1929)
Atatürk, bizden
biridir.
1935 (Şükrü Kaya, Türk Kadım Dergisi,
Sayı : 6, 1966, s. 7)
Atatürk ve millet şerefi
Benim şan ve şerefimden söz etmek
de hatadır. İyi dinleyiniz öğüdüm budur ki, içinizden herhangi bir adam çıkar,
şan, şeref davası güder ve benzersiz olmak isterse, başınızın belasıdır; ilk
önce kafası kırılacak adam budur! Bağlı olduğum Türk milletinin şan ve şerefi
varsa, benim de bir bireyi olmak sıfatıyla şanım şerefim vardır, asla başka
değilim.
1923 (Damar Ankoğlu, Hatıralarım, s. 304)
Ben zannediyorum ki,
millet bireylerinin hiçbirinden fazla yüksekliğe sahip değilim. Bende fazla
girişim görüldüyse bu benden değil, milletin bileşkesinden çıkan bir
girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdanî eğilimleriniz bana dayanak
noktası oluşturmamış olsaydı; bendeki girişimlerin hiçbiri olmazdı. Millete ait
meziyetleri yalnız kişilere bırakan anlayış, eski yönetimlerin sistem ve usul
sorunundan doğuyordu. Eskiden mevcut devlet ve devletlerin kuruluş şekli,
sadece bir kişinin çıkarlarını ve arzularını karşılamaya yönelmiş idi.
Kişilerin bu arzu ve emellerine hizmet eden millet, gösterilen büyüklüklerin
şerefinden asla payını alamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa onlar millete
yüklenirdi. Bugün bu durum mevcut değilse, millet kendi büyüklüğünü olduğu gibi
dünyaya göstermişse, fazlalık bende değil, bugünkü yönetimin niteliğindedir.Bu
şekil mevcut oldukça, bu makama çıkacak herkesin yapacağı şey bundan başka
türlü olamaz.
1923 (Atatürk’ün S.D.1I, s. 159)
Sizden olan bir
kişiye, sizden fazla önem vermek, her şeyi milletin bir bireyinin kişiliğinde
odaklaştırmak, geçmişe, bugüne, geleceğe, bütün bu zamanlara ait bir toplumun
sorunlarının aydınlatılması ve belirtilmesini yüksek bir topluluğun tek bir
kişisinden beklemek elbette ki lâyık değildir, elbette ki gerekli değildir.
1925 (Atatürk’ün M.A.D., s. 19-20)
Yabancı ülkelere veya uluslararası konferanslara giden arkadaşlarına söylediği
bir söz:
– Sesiniz benim sesimdir, unutmayınız!
(Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 1969, s. 549)
Halk adamı Atatürk
Ben düşündüklerimi, sevdiklerime
olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda gerekli olmayan bir sırrı kalbimde taşımak
kudretinde olmayan bir adamım. Çünkü ben, bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi
daima halkın önünde söylemeliyim. Yanlışım varsa halk beni yalanlar. Fakat
şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni yalanladığını görmedim.
1937 (Ulus gazetesi, 20. 3. 1937)
Atatürk ve sağduyu
Ben, ancak daha iyisini
yapabildiğim şeyi bozabilirim; yapamayacağım şeyi de
bozmam.
(Atatürk’ten B.H., s. 86)
Ben bir defa söz
verdikten sonra ondan şüphe etmeğe kimsenin hakkı yoktur.
1930 (Fethi Okyar, S.C.F.J.N.K., s.49)
Ben o adamım ki
ordunun memleketi, milleti muhakkak bir sonuca götürebileceği noktalarda emir
veririm. Fakat bilim ve özellikle sosyal bilim alanına giren işlerde ben emir
vermem. Bu alanda, isterim ki bana bilginler doğru yolu göstersinler. Onun
için, siz kendi biliminize, kültürünüze güveniyorsanız, bana söyleyiniz. Sosyal
bilimin güzel yönlerini gösteriniz, ben izleyeyim.
1923 (Ahmet Cevat Emre, İki Neslin
Tarihi, s. 316)
Evlilik ve çocuk sevgisi
Ben, sadece evlenmek için evlenmek
istemiyorum. Vatanımızda yeni bir aile yaşamı yaratmak için önce kendim örnek
olmalıyım. Kadın böyle umacı gibi kalır mı?
1923 (İsmail Habib Sevük, Atatürk İçin,
s. 25)
Yaşam kısadır. Bunu
kutlama ve taçlandırma için, insanların genellikle uygun gördükleri yol
evliliktir. Bu genel kurala uymayanlar, pek sınırlı ve benzerleri azdır. Bu
kural dışını oluşturanlar da, esas kuralın fenalığından değil ve fakat tersine
bu güzel kurala inanmadan kendilerini alıkoyan sebeplerin etkisinde
kaldıklarından, belki evlenmiş olmaktan korktuklarından fazla mutsuz
olanlardır. İnkâr edilmez bir gerçektir ki insanlar, yaşam, kadınsız olamaz.
Evli olanlar, yaşamın vazgeçilmezini temin etmiş ve bütün düşünce ve
isteklerini bir maksat, bir meslek, bir amaca yöneltmiş olur. Ancak talih,
eşlerin ruh ve kalplerini iyi geçindirsin!
1914 (Salih Bozok-Cemil S.Bozok, Hep
Atatürk’ün Yanında, s. 172)
Yeni evlenen bir kişinin gönlü yaşam, aşk ve mutluluk duygularıyla doludur. Bu,
en değerli bir zamandır. İnsanlar, yaşamında bu parlak ve sevinçli dakikaları,
ölünceye kadar hep aynı şekilde duygulanarak pek önemli ve yaşamı için tarihsel
bir olay olarak anar. Ben, bunu denemedim; fakat, az çok yaşamı ve insanları
incelediğim için bu sonucu buldum. Yaşamın çeşitli yönlerinden birkaçını
görenler, evlendikten sonra keşfedilmemiş yönlerini de ister istemez
gözlemlerler. Bu gözlemleme, pek tatlı olabildiği gibi pek acı da olabilir.
1914 (Salih Bozok-Cemil S. Bozok, Hep
Atatürk’ün Yanında, s. 171)
Eşini mutlu
edebilecek herkes evlenmelidir, çoluk-çocuk sahibi olmalıdır. Bana bakmayınız;
bu güç işte örnek İsmet Paşa’dır. Benim yaşamım başka türlü düzenlenmiştir.
Buna rağmen deneyimini yaptım. Sonradan anladım ki bu iş benim başarabileceğim
iş değilmiş…
Çocuk sevgisi insan için bir gereksinimdir. Hele yaş ilerledikçe bu gereksinim
kendisini daha kuvvetle duyuruyor. Onun için de Ülkü’yü yanımdan ayırmak
istemiyorum.
1936 (Abdülkadir İnan, Türk Kültürü
Dergisi, Sayı: 25, 1964, s. 62)
Çocukluk ne güzel…
Çocuklar ne sevimli, ne tatlı yaratıklar değil mi? En çok hoşuma giden halleri
nedir bilir misiniz? İkiyüzlülük bilmemeleri, bütün istek ve duygularını,
içlerinden geldiği gibi açıklamaları…
(Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk
ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s 78 – 79)
Bursa’da kendisini
karşılayan çocuklara söylemiştir: Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz
geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl
aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu
düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar,
çocuklar!
1922 (Atatürk’ün S.D.V., s. 30)
Çoğu ailelerde
öteden beri çok kötü bir alışkanlık var; çocuklarını söyletmez ve dinlemezler.
Zavallılar söze karışınca “Sen büyüklerin konuşmasına karışma!” der,
sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket! Halbuki tam tersine,
çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duyduklarını olduğu gibi ifade
etmeye özendirmelidir; böylece hem hatalarını düzeltmeye imkân bulunur, hem de
ileride yalancı ve ikiyüzlü olmalarının önüne geçilmiş
olur. Kısacası çocuklarımızı artık, düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade
etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimî düşüncelerine
saygı beslemeye alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde yurt,
ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı
sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışmalıdır. Bence bunlar, çocuk eğitiminde, ana
kucağından en yüksek eğitim ocaklarına kadar her yerde, her zaman üzerinde
durulacak önemli noktalardır. Ancak bu yolladır ki, çocuklarımız memlekete
yararlı birer vatandaş ve eksiksiz birer insan olurlar.
(Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk
ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s. 79)
İnsan Atatürk
24 Temmuz 1922 aksamı Konya’da
General Townshend şerefine verdikleri ziyafette, yemeğin sonlarına doğru
elindeki mercan tespihi General’e uzatarak söyledikleri:
– Biz Türklerde bir âdet vardır. Misafirimize ne olursa olsun bir hediye
veririz. Ben soylu bir milletin alçakgönüllü bir Başkomutanıyım. Size ancak bu
tespihi verebiliyorum.
Ve sofradan kalkılacağına yakın da kolundaki saati çıkararak General’e
söyledikleri:
-Bu saati bana Anafartalar’da bir Türk askeri, ölen bir İngiliz subayının
kolundan çıkardığını söyleyerek, getirdi. Saatin arkasında subayın künyesi
yazılıdır. Bu subayın ailesini arattımsa da bulamadım. İngiltere’ye
döndüğünüzde ailesini bulur ve saati verirseniz, çok memnun olurum.
1922 (Yücel Mecmuası, O’ndan Hatıralar,
Cilt: XVI, Sayı: 91-92-93, 1942 s. 15)
Uluslararası Mark
Twain Derneği tarafından “Türk milletine neşe içinde yaşama yolunu açtığı
ve rehberlik ettiği” gerekçesiyle kendisine madalya verilmesi üzerine
söyledikleri:
-Yaşamımda işittiğim en büyük kompliman, budur. Benim insan tarafımı
övüyorlar!
1937 (Atatürk’ten B.H., s. 59-60)
Bir alay karargâhının temel atma töreninde bir koyunun temel için açılan çukura doğru, yere yatırılıp boğazından kesilmek üzere olduğunu gördüğü zaman, yanında bulunan İran Şahı Rıza Pehlevi ile aralarında geçen konuşma:
Atatürk -Ben kana bakamam! Bir tavuğun dahi boğazlandığını görmeye tahammülüm yoktur.
Şehinşah -Ya bu
kadar çok bulunduğunuz büyük ve kanlı savaş meydanları?…
Atatürk -Ha, o başka sorundur; öyle yerlerde cesetlerin üzerinden atlayarak
yürürüm. O bambaşka bir iştir.
(Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk
ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s.43)
Birçok zaferler
kazandım. Fakat, bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında
ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum.
(George Benneb, Yabancı Gözüyle
Cumhuriyet Türkiyesi, s. 33)
Ben, savaşlarda dahi
düşmanın üzerinde bir kin duymam; yalnız askerlik kurallarının uygulanmasını
düşünürüm.
(İzzettin Çalışlar, Tan gazetesi 31. 8.
1937)
Bir sohbet sırasında Fransız Büyükelçisi’ne söylemiştir:
Ekselans, Paris’i
çok görmek istiyorum; ama büyük törenlerle karşılanacağım Paris’i değil! Ben
Paris’e, dünyanın bu güzel şehrine, operalarını, tiyatrolarını, revülerini,
zarif kadınlarını bir daha görmek için gitmek isterim. Dedim ya, gençlik
anılarını tazelemek için… Böyle olunca da “kendini tanıtmayarak”
belli olmadan gitmek isterim; yoksa törenlerle karşılanmak için değil!
(Cevat Dursunoğlu, Son Havadis gazetesi,
10. 11. 1955, s. 3)
Ben başkalarının
yaptığı ilkelere değil, ancak kendi ilkelerime uyarım. (Mim Kemal,
Yakınlarının Ağzından Atatürk, Yazan:
Salâhaddin Güngör, s. 105)
Benim gözümde hiçbir
şey yoktur; ben yalnız liyakat âşığıyım.
(Yusuf Ziya Özer, TTK. Belleten, Sayı:
10, 1939, s. 286)
Hiçbir zaman kişisel
gücenikliklerimi, birtakım olumsuz girişimlerle tatmine kalkmak adîliğine
tenezzül etmem.
1914 (Atatürk’ün Özel Mektupları, Sadi
Borak, s. 40)
Samimî dostlarımız,
sevdikleri tarafından bir işkenceye
mahkûmdurlar ve bu işkence de sevdiklerinin dertlerini dinlemektir.
1922 (Atatürk’ün S.D.ll, s. 38)
Düşmanları için
söylemiştir:
Ben onları affederim, çünkü kalbim vardır; onlar beni affetmezler, çünkü
kalpsizdirler.
(Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 1969, s. 532)
Mutlu olup olmadığı
sorusuna verdiği cevap: Evet, çünkü başardım!
1935 (Ayın Tarihi, No: 19, 1935, s. 262)
Benim herkesin dışında olduğuma dair bir yasa yoktur.
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 273)
Ben ölürsem soylu
milletimizin beraber yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağına eminim; bununla
gönlüm rahat!
1926 (Atatürk’ün S.D.V, s. 44)
Beni, milletim
nereye isterse oraya gömsün; fakat, benim anılarımın yaşayacağı yer Çankaya
olacaktır.
(Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 23)
Kaynak:
T.C. Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek KurumuAtatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı