Su, gıdamız; hem doğrudan gıdamız hem gıdalarımızın gıdası…
Su, hayatın yapı taşlarından birisi…
Su, hayatın kaynağı…
Bu yüzden insanlık, Dünya dışındaki gezegenlerde hayat olup olmadığını anlamak için önce su olup olmadığını anlamaya çalışıyor.
Dünya’daki su miktarı
Dünya’daki toplam su miktarı 1,4 milyar km³. Bunun yüzde 97,5’i okyanuslarda ve denizlerde tuzlu su olarak, yüzde 2,5’i nehir ve göllerde tatlı su olarak bulunuyor. Bunun da yüzde 90’ı kutuplarda ve yeraltında.
Tatlı su, insanların tamamı, bitkilerin ve hayvanların karada ve tatlı suda yaşayanları tarafından doğrudan ve kolaylıkla kullanılıyor. Yokluğu, bütün bu canlılar için ölüm sebebi.
Tatlı su kaynaklarının Dünya üzerindeki dağılımı eşit değil. Bu yüzden ülkeler, sahip oldukları tatlı su varlığını bilmek ve buna göre tedbirler almak zorunda.
Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1.000 m3’ten daha az ülkelere “su fakiri”, 2.000 m3’ten az ülkelere “suyu az”, 8.000 m³’ten fazla olan ülkelere “su zengini” ülkeler deniliyor. Arada olanlar da orta halliler.
Türkiye’nin tatlı su varlığı
Türkiye’nin kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1.519 m3 civarında (2010 itibarıyla). Uluslararası tasnife göre ve bilinenin aksine “suyu az” ülkeler sınıfındayız. “Bilinenin aksine…” diyorum çünkü insanlarımız ülkemizi “su zengini” sanıyorlar. Su israfımızın sebeplerinden biri de bu olsa gerek.
Bitmedi…
TÜİK, 2030’da nüfusumuzun 100 milyon olacağını öngörüyor. Bu durumda 2030’da kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı da doğal olarak düşecek (1.120 m³) ve su fakirliği sınırına bir hayli yaklaşmış olacağız. Bu en iyimser tahmin. İsraf etmeye ve kirletmeye devam ettiğimiz müddetçe durumun daha da kötüleşeceği aşikâr.
Su varlığımızı nasıl kullanıyoruz?
Ülkemizin tüketilebilir yerüstü ve yeraltı su potansiyeli yılda ortalama toplam 112 milyar m³, kullanılan miktar ise 44 milyar m³ olarak hesaplanmış.
Bugün itibarıyla toplam 44 milyar m³ suyun 32 milyar m³’ü DSİ sulamalarında, 7 milyar m³’ü içme suyu olarak, 5 milyar metreküpü ise sanayide kullanılıyor.
Diğer taraftan nüfusumuz ve sanayi tesislerimiz artıyor, sulanan alanlarımız genişliyor yani suya olan ihtiyaç artıyor fakat su miktarı artmıyor.
Üstelik -Çevre ve Orman Bakanımız kabul etmese de- Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası, muhtemel kuraklıktan en fazla etkilenecek bölgeler arasında.
Şu halde, su kaynaklarımızı korumalı ve en verimli şekilde kullanmalıyız. Bu konularda yapılmış çok sayıda uygulamaya yönelik çalışma var. Bu çalışmaların özellikle korumaya yönelik kısmı ile ilgili mevzuatlarımız da yeterli.
Öyleyse niye endişeliyiz?
Bu ülke, tam bir mevzuat cenneti… Kanun, yönetmelik, tebliğ vs. her konuda detaylı mevzuatlar yapmışız fakat uygulamaya gelince -nedense- işler birden bire değişiyor!.. Örneğin -özel sektörü geçtim- devlet işletmelerinin arıtma tesisleri yeterli mi ya da belediyelerin kaçının yeterli arıtma tesisi var? Yüzde 15’inin mi, 20’sinin mi, 30’unun mu? Emin olun daha fazla değil!..
Peki, su kaynaklarımızı kirleten atıkların arıtılması veya geri dönüştürülmesi için kurulan tesislerimizin kalite ve kapasitesi ne durumda? Birkaç senemi de geri dönüşüm işine verdiğim için iyi biliyorum: Bunlar tamamına yakını birer çevre katili…
Tahribatın diğer tarafında ise vahşi sulama var. Dünya’nın en verimli topraklarını sulamak, tahıl ve sebze ambarı haline getirmek için yine dünyanın en büyük sulama projelerinden birini yapıyorsunuz (GAP) fakat o güzelim topraklarınız, yanlış sulama yüzünden tuzlanarak çölleşiyor. Bu durumu izah edebilecek bir Allah’ın kulu var mıdır acaba? (En kibar böyle sorabildim.)
Oysa herkes biliyor ki genellikle “yüzey sulama” olarak adlandırılan, benim ısrarla “vahşi sulama” dediğim yöntem, sadece toprağın tuzlanmasına değil, aynı zamanda çok fazla su kaybına da sebep oluyor. TZOB Başkanı Şemsi Bayraktar, bu yöntemdeki su kaybının “yüzde 35-60” arasında olduğunu söylüyor. Yağmurlama ve damla sulamadaki kaybın ise “yüzde 5-25” olduğunu belirtiyor. Sulamada kullandığımız suyun 32 milyar m³ ve sulama yöntemleri arasındaki farkın yüzde 60 civarında olduğu düşünüldüğünde kayıp/kazanç farkının inanılmaz boyutlarda olduğunu görüyoruz. Vahşi sulamanın sebep olduğu ürün kaybını ise hesaba dâhil etmedim.
Yağmurlama ve damla sulama sistemine geçmek çok mu zor? Zorluk olan yöreler olabilir, bilmiyorum, ayrı ayrı incelemedim fakat şunu biliyorum: Devlet, yağmurlama ve damla sulama sistemlerini düşük faizli, faizsiz ve hibe kredilerle ve de var gücüyle destekliyor.
TZOB Başkanı Bayraktar da alıntı yaptığım konuşmasında bu konulara daha detaylı şekilde değiniyor ve konuşmasını şöyle bitiriyor: “Ayrıca tarımda suyun bilinçli kullanılması için çiftçilerimizin eğitilmesi şarttır.”
Doğru söylüyorsunuz fakat eğitim işine TZOB’un öncülük etmesi gerekmez mi Sayın Başkan? Bu konuda ilgili bakanlıklarla ve sivil toplum kuruluşlarıyla iş birlikleri yapılabileceği gibi AB’nin maddi kaynaklarının kullanılabileceğini de biliyoruz.
Son söz ilgili bakanlıkların yetkililerine:
Şu yerli yersiz, çoğu son derece kalitesiz, ücretsiz yayımlattığınız kamu spotları var ya… O zamanları, bu konulardaki eğitim ve bilgilendirme için kullanın. Hangi konuda hangi teşvikleri verdiğinizi tek tek ve anlaşılır şekilde söyleyin. Bilsin vatandaş.