Baştan söyleyeyim:
Şeker fabrikaları da dâhil özelleştirmelere karşı değilim.
“Neresi, niçin, hangi şartlarla özelleştiriliyor ve kime satılıyor? Beklentilerin gerçekleşmesi ve mağduriyetler yaşanmaması için gerekli bağlayıcı hukuki düzenlemeler yapıldı mı, tedbirler alındı mı?” sorularına tatminkâr cevaplar alabilmek şartıyla.
Siyasette izah edilemeyecek şey yoktur
AK Parti MKYK Üyesi ve Konya Milletvekili Hacı Ahmet Özdemir, kalan şeker fabrikalarının satışına itirazlar yükselince şöyle dedi:
“Şeker fabrikaları yılda 1 milyar lira zarar ediyor.”
Özdemir’in mazereti bana, ismi lazım değil, vakti zamanında politikalarını eleştirdiğim bir siyasetçinin sözlerini hatırlattı. Gözlerimin içine bakarak (Hani öyle denir ya.), gayet pişkin bir vaziyette demişti ki:
“Siyasette izah edilemeyecek şey yoktur.”
Siyasetçilerin çoğunun bakış açısıyla bu kadar basit.
– Şeker fabrikaları zarar etmiyor mu yani?
– Ediyor.
– Öyleyse satılmasına niye karşı çıkıyorsun? Hazır alıcısı da var. Satmayalım da zarar milletin sırtına mı yüklensin? Hem biz serbest piyasa ekonomisini savunuyoruz. Vatandaşın ticaretine devlet ortak olmasın istiyoruz.
Ne kadar da mantıklı ve güçlü mazeretler değil mi?
İşin kötüsü, siyasetçinin, toplumun pancar tarımı ve şeker fabrikaları ile doğrudan etkileşimi olmayan kesimi genellikle siyasetçinin bu savunmasının arkasında durur.
“Bana dokunmayan yılan…” hesabı.
Siyasetçi bunu bilir elbette. Cesur ve fütursuz davranmasının altında bu gerçek yatar. “Siyasette izah edilemeyecek bir şey yoktur.” derken kastettiği de budur.
İsterseniz ısrar edebilirsiniz:
– Niye zarar ediyor? Niye iyi yönetilmiyor? İlla kâr etmesi mi gerekiyor? Kâr edenleri niye satıyorsunuz o zaman? Kâr etmeyen başka işletmeler de var, onları da satacak mısınız veya niye satmıyorsunuz? Devlet niçin taban ve tavan fiyat koyuyor? Devlet niçin et, süt, süt tozu, hayvan, buğday, arpa, ekmek, pul biber vb. alıp satıyor o halde?
Ne kadar ısrar ederseniz edin, siyasetçi, bu soru bombardımanına karşı birçok cevap üretecek ama bir türlü sadede gelmeyecektir.
Köşeye sıkıştırmayı başarırsanız, gizli veya açık suçlanmaya da hazır olun.
Soru:
– Madem devlet vatandaşın ticaretine ortak olmayacak, o halde niye et satıyorsunuz?”
Siyasetçinin cevabı:
– Vatandaş ucuz et yemesin mi?
Hatta,
– Fakir fukaranın ucuz et yemesine karşı mısın?
Bunu da öyle bir söylerler ki kendinizi, vatandaşın pahalı et yemesinin veya fakir fukaranın et yiyememesinin suçlusuymuş gibi hissedersiniz.
Boşuna, “görevlerinin, vatandaşa, serbest ticaret sistemi içinde ucuz et yedirmek olduğunu” hatırlatmaya da çalışmayın. Bu defa da stokçulardan, vurgunculardan girerler; dünyanın bize düşman olduğundan çıkarlar.
Siyasetçinin Sözlüğü
Siyasetçinin Sözlüğü adını verdiğim bir dosyam var. Fırsat buldukça, daha doğrusu siyasetçiler mazeretlerini geliştirdikçe ben de sözlüğümü geliştiriyorum (Belki ileride siyasete atılırım (!)). Yeri gelmişken daldan dala atlayarak birazcığını sizinle de paylaşayım:
İktidardasınız ve ülkenin önemli bir işletmesini yabancılara satmaya karar verdiniz. Doğal olarak tepkiler yükselecek. Satmayı savunmak kadar, “Satılmasın.” demek de demokratik hak çünkü. Bu durumda konuyu farklı bir yönünden ele alıp şöyle demelisiniz:
– Sayemizde ekonomimiz öyle güçlü hale geldi ki artık yabancılar da bize güveniyor. Güvenmeselerdi, ülkemizde iş yapmak için bu alımı yaparlar mıydı?
“Yeni yatırımlar yapacaklar, ülkemize yeni teknolojiler getirecekler, know howlarından faydalanacağız.” gibi eklemeler de fena olmaz.
Tersi de mümkün tabii. Bir müddet sonra bir Türk, yurt dışından yabancı bir işletmeyi satın aldıysa ne diyeceksiniz?
– Sayemizde ekonomimiz öyle güçlü hale geldi ki artık Türkler yurt dışından şirket satın alabiliyorlar.
Henüz yabancıya bir şey satmamışsanız, bu tezinizi daha da güçlendirebilirsiniz:
– Bakın! Eskiden yabancılar gelip bizim fabrikalarımızı satın alıyordu, şimdi biz onlarınkileri satın alıyoruz.
Benim favorim kelime oyunları aslında.
Örneğin işsizlik artıyor ve eleştiriler başladı. İktidar siyasetçisi olarak bu konuda açıklama yapmak zorunda kaldınız. Asla “işsizlik” kelimesini kullanmayın, “İş gücü fazlası var.” demelisiniz.
“İş gücü fazlası var.” demeli ve bunu sık sık tekrar etmelisiniz ki insanlar, “Ne güzel, fazlamız varmış.” şeklinde düşünmeye başlasınlar.
Bu taktiğin bilimsel altyapısı sağlamdır. “Olumlama” olarak da bilinir. Reklam, satış ve pazarlamanın hemen her safhasında kullanılır. Dolayısıyla siyasetçi için de olmazsa olmaz bir yöntemdir.
“Olumlamaya” bir örnek daha:
Zam yapmak zorundaysanız “zam” kelimesini zinhar ağzınıza almamalısınız.
Ya ne diyeceksiniz?
– Fiyat ayarlaması yapılıyor. Yeni duruma uyum sağlanıyor.
Muhalefet -muhalefette olduğu için- yırtınacak:
– Enflasyon uçtu, paramız pul oldu, halk zamların altında eziliyor…
Onlar ne derse desin, Türkçede – hatta Arapçada- “zam” kelimesi yokmuş gibi davranmalısınız.
Sorumluluktan kurtulma umuduyla geliştirilen etkili yöntemlerden biri de “karşılaştırma”dır.
Ekonomik kriz olmuşsa eğer şöyle demelisiniz:
– Başka ülkelerde de kriz var.
Vatandaş inandırıcı bulmadıysa,
– Küresel dünyada sınırlar yok artık. Teknoloji sayesinde dünya küresel bir köye dönüştü. Bir yerde olan bir kriz herkesi etkiliyor vs. vs. vs.
Muhalefet siyasetçisiyseniz, “Ülkeyi batırdılar.” cümlesini tavsiye ediyorum ama yukarıdaki cümleleri de bir kenara not edin. İktidar olduğunuzda lazım olacak.
Sel basmışsa, depremde çok fazla hasar ve ölü varsa, maden ocağı göçmüşse, iş kazaları oluyorsa -sizden fazla olan ülkeleri seçerek- şöyle demelisiniz:
– Şu, şu, şu ülkelerde de oluyor; sadece biz de mi oluyor?
Kendinizi ululamayı da ihmal etmeyin sakın ama “Kendine oynuyor.” dedirtmemek için bunu çerçeveyi geniş tutarak yapın. Eğer en yukarıda siz varsanız, söz otomatik olarak ve doğrudan sizi çağrıştıracaktır zaten. Arada bir yerlerdeyseniz de fark etmez. Söz hem sizi de çağrıştıracak hem de en yukarıdakine anlamlı bir mesaj göndermiş olacaksınız.
Örneğin barajlarda su ve yağışlar için umutlar azalmışken yağmur bastırır ve barajları doldurursa şöyle demelisiniz:
“İnançlı insanlar iktidara geldiği için Allah bu rahmeti verdi.”
Aynı yağmur şehirleri yaşanamaz hale getirmiş, evleri dükkânları su basmış, yollar nehre dönüşmüş, arabalar ve insanlar mahsur kalmışsa söyleminizi yüzde yüz değiştirmeniz gerekecek:
“Kırk yıldır böyle yağmur yağmadı. Afet bu afet. Afete karşı ne yapılabilir ki!”
Taşıyıcı sihirli kelimeler, “rahmet” ve “afet”.
“Başka ülkelerde de oluyor.” savunması artık klasik olduğundan bütün felaketlerden sonra mutlaka savunmanızın bir aşamasında kullanmalısınız.
Sadece iktidar partisine mensup belediye başkanlarının yönettiği şehirleri sel basmıyor elbette. Bu durumda, iktidar ve muhalefet, karşılıklı olarak şöyle demelisiniz:
“Tencere dibin kara, seninki benden kara.”
Son ve en önemli tavsiyem ise şu:
Başarıları sahiplen, başarısızlıkları sahiplenme.
Örneğin…
“Şeker fabrikaları yılda 1 milyar TL zarar ediyor.” de.
Eminim senin en ufak bir hatan yoktur bu zararda (!).
NBŞ üreticileri var ya NBŞ üreticileri! Hep onların yüzünden (!).