Geçen hafta, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, TBMM Genel Kurulunda milletvekillerinin sözlü soruları üzerine, Bakanlığını ilgilendiren birçok konuda bilgi verdi. Konu başlıklarından biri de “tarım ve gıda ürünlerinde ihracat” idi.
2002 yılı ile 2016 yıllarını mukayese eden Çelik, Türkiye’nin tarım ve gıda ürünlerinde “net ihracatçı” ülke olduğunu söyledi.
Bu söylem sadece Çelik’in değil, bütün gıdacıların ortak övünç noktasıdır. Haksız da sayılmazlar ancak istatistik verileri öyle tek yönlü olarak ele alınıp kullanılacak veriler değildir. Konunun farklı yönlerine ışık tutan verileri karşılaştırmalı olarak ele alarak değerlendirmek gerekir.
Tuhaf bir alışveriş
Önce Bakan Çelik’in ifade ettiği verilerden başlayalım:
“2002 yılında 3,8 milyar dolar olan tarımsal ihracat, 2016 yılında 16,3 milyar dolara çıktı; 2016 ithalatı 11 milyar dolar olarak gerçekleşti.”
Bu durumda gıda sektörümüz, 5,3 milyar dolar dış ticaret fazlası vermiş. İthalatın ihracata oranı yaklaşık yüzde 32,5.
Peki, ithalatın ihracata oranı 2002’de neymiş?
Yaklaşık yüzde 55.
Yani 2002’de, oran olarak, 2 ihraç edersek 1 ithal ediyormuşuz; bugün 3 ihraç edip 2 ithal ediyoruz.
2002-2016 yılları arasındaki ihracat ve ithalat büyüme oranlarında da ithalat önde. Her geçen yıl biraz daha ithalata bağımlı hale geliyoruz.
İsterseniz konuyu somut örneklerle biraz daha açalım:
Türkiye, dünyanın en önemli buğday ve un ihracatçısı ülkelerinden birisi, hatta un ihracatında birinci sırada. Aynı zamanda, dünyanın en önemli buğday ithalatçılarından.
Böyle bir alışverişte sattığımızın fiyatının aldığımızınkinden daha ucuz olduğunu tahmin etmek güç değil. Tuhaf bir alışveriş!..
Bu tuhaf alışverişin iki sebebi var:
Fiyat ve kalite.
Ürettiğimiz buğday, mamul mal olarak ihraç ettiğimiz katma değerli ürünlerin önemli bir kısmı için yeterli kalitede değil. Örneğin ihraç ettiğimiz makarnalar için. Böyle olunca da ürettiğimiz buğdayın bir kısmını doğrudan, bir kısmını un olarak ihraç ediyoruz; ihraç ettiğimizden daha kaliteli olan buğdayı ise ithal edip öğütüyoruz, bu undan mamul ürünler üretip veya un olarak dışarıya satıyoruz.
Fiyat konusu da önemli: Bizim ürettiğimiz buğdayın maliyeti -genel olarak- ithal ettiğimizin fiyatından daha yüksek.
Bir taraftan “çiftçimiz üretimi bırakmasın” diye onları desteklemek, diğer taraftan katma değerli ihracat yapabilmek için “daha ucuz ve kaliteli” buğdayı ithal etmek zorunda kalıyoruz.
Gıda ürünlerinde “net ihracatçı” olduğumuz söylenirken gözden uzak tutulan noktalardan biri de tarım ve hayvancılıkta kullanılan ithal girdilerin payı. Özellikle gübre ve ilacın. Sebze için ise tohumun. Üretim miktarımız ve kalitemiz, bunların ithalatına “bağımlı”. Dolayısıyla bunlara ödediğimiz parayı da gıda ithalatı hesabı ile ilişkilendirmek gerekiyor.
İşte bu sebeplerle makalenin girişinde, “Konunun farklı yönlerine ışık tutan verileri karşılaştırmalı olarak ele alarak değerlendirmek gerekir.” dedim.
“Gıda ihracatı” konusuna bu açılardan da bakılır ve gerekli tedbirler alınırsa sorunlarımıza daha doğru çözümler bulmak mümkün olabilir.