Son ayların popüler konusu “Coğrafi İşaretler”. Gün geçmiyor ki konu ile ilgili “Konferans, Zirve, Sergi, Seminer, Çalıştay vb.” adı altında toplantılar yapılmasın.
Küçümsemiyorum, bu faaliyetler, farkındalığın arttırılması ve çalışmaların hız kazanması bakımlarından önemli ve gündemden düşmemesi gerekiyor. Yine de -maalesef- konunun ulusal toplantılarla geliştirilemeyeceği kanaatindeyim.
Elbette neden böyle düşündüğümü de anlatacağım.
Makaleye konu olan Zirve, 28-29 Nisan 2017 tarihlerinde, Ankara’da yapıldı. İddia edildiği gibi bugüne kadar “Coğrafi İşaretli Ürünler” konusunda yapılmış en kapsamlı toplantı olduğu doğrudur. Doğrudur da -bana göre- sadece katılımcı sayısı bakımından.
Önce rakamlar
AB’deki pazar büyüklüğü -şimdilik- 55 milyar avro. Dünya ölçeğinde ise 200 milyar dolar.
Ne kadar cazip değil mi! Düşünün, Türkiye’de 2500 ürünün coğrafi işaret alma potansiyeli varmış. Bu potansiyel, AB toplamında 10 bin. Bu güne kadar, 2500 üründen sadece 204’ü tescil almış. İnceleme aşamasında olan ürün sayısı ise 304’müş.
Tescil alma işi önce kendi ülkenden tescil almakla başlıyor. Diğer bir söyleyişle her ülke önce kendi ürününü kendisi tescil ediyor, sonra uluslararası tescil müracaatı ve süreci başlıyor. Bugüne kadar (21 yılda) sadece iki ürünümüz AB tarafından tescil edilmiş: Aydın inciri ve Antep baklavası. Malatya kayısısının işlemleri ise tamamlanmak üzereymiş. AB genelinde tescil edilmiş ürün sayısı ise 5000 civarında.
Rakamları önemli kılan sadece pazar büyüklükleri değil. Denildi ki: Coğrafi işaretler çok önemlidir çünkü ürününüze coğrafi işaret alırsanız, iki, iki buçuk kat daha pahalı satabilirsiniz.
Aydın incirini ve Antep baklavasını, tescil edildiğinden itibaren gerçekten en az iki katına satabiliyor muyuz (ihraç edebiliyor muyuz), bilmiyorum. İlk fırsatta bakacağım. Ürün tescilinden maksat, coğrafi işaret alıp birbirimize pahalı ürün satmak değil, ihracat yapabilmek.
Bu arada, bize ait bazı ürünlerin başka ülkeler tarafından kendi adlarına tescil ettirildiğini, biz geciktikçe bu sayının artacağını da belirteyim. Örnek: Yoğurt. Adı bile Türkçe ama “Atı alan, Üsküdar’ı geçmiş”.
Neler söylendi ve esas mesele
Yukarıda, başta yetki ve sorumluluk sahibi konuşmacılar tarafından olmak üzere tekrar edilen istatistiksel verileri okudunuz. Anlıyorum elbette, konunun önemli olduğunu bu rakamlarla destekliyorsunuz. Tamam da bu ülke, bu ülkenin insanları “coğrafi işaretli ürünler”den nasıl istifade edecekler? O söylediğiniz iki iki buçuk kat parayı nasıl kazanacaklar? “Kendin pişir kendin ye!” usulü, kendi ürünümüzü tasdik edip, ötesini sağlayamazsak bunun kime ne faydası var? Esas mesele bu.
Esas mesele konuşuldu mu? Bana göre konuşulmadı. Hiç mi konuşulmadı? Söylendi bir şeyler…
Örneğin:
- Türkiye Coğrafi İşaret Enstitüsü kurulsun ve coğrafi işaretlerle ilgili ayrı bir yasa çıkarılsın, denildi.
- Coğrafi işaretli ürünlerin festivallerde tanıtılması, önerildi.
- Coğrafi işaretlerin, Millî Tarım Projesi’nde etkin bir şekilde yer alması, gerektiği söylendi.
- Coğrafi işaretli ürün satış ofisleri kurulsun, dendi.
- İlgili kurumlar arasında koordinasyon olması ve üreticilerin örgütlenmesi gerektiği, uyarısı yapıldı.
- Coğrafi işaretli ürünleri diğerlerinden ayıracak ulusal logo yapılması, teklif edildi.
Yetki ve sorumluluk sahibi konuşmacıların verdiği bilgiler de vardı:
- 10 Ocak 2017’de yürürlüğe giren Sınai Mülkiyet Kanunu ile önemli düzenlemeler yapılmış. Coğrafi İşaretler Dairesi tesis edilerek konuya özel bir yapı oluşturulmuş.
- Başvuru süreçlerinde 9-10 bin lirayı bulan ilan masrafları kaldırılmış ve tescil ucuzlatılmış.
- Tescil süreci kısaltılmış.
- Coğrafi İşaretlerde Farkındalığın Artırılması Projesi yapılmış.
Yorum sizin… “Bu teklif ve bilgilendirmeler işin esası.” diyorsanız, eleştirilerimi geri alıyorum.
Bana göre, konuşulanlar, alfabenin A’sı mertebesinde… Elbette önce mevzuat gerekir, elbette ilgilenecek resmî kurum gerekir. Elbette “Coğrafi İşaretli Ürün”ü diğerlerinden ayıracak logo, işaret veya belirgin bir sembol, karakter vb. gerekir.
Başka…
Diyelim ki başvuru masraflarını azalttınız, tescil süresini de kısalttınız, Farkındalığın Artırılması Projesi de yaptınız… Diyelim ki 2500 ürünün tamamını da tescil ettiniz. Yurt dışına satacak tedbirleriniz, çareleriniz, kafa yormalarınız yoksa ne işe yarar? Evet, festivallerde tanıtalım. Varsa onaylı ürünümüz, yapacağımız masrafa da değecekse tanıtalım. Biz tanıtmazsak, elin insanı Antep baklavasını nereden bilecek.
Diyeceğim o ki: Bu işler bu kadar basit değil. Gerçek anlamda peşine düşmek gerekiyor. Yorulmamak gerekiyor, sabır gerekiyor. Hele ürün, bir gıda ise…
İşin peşine kim, nasıl düşecek? Herkes kendi ürününün peşine düşecek. Konu, yöredekiler tarafından ve yöresel olarak ele alınacak. Ürüne uygun pazarlar tespit edilecek. Uygun fuar ve festivaller tek tek ve dikkatle tespit ve takip edilecek. Üretim takibi ve uygunluk kontrolü de önce yörede yapılacak. Taklit ve tağşişin cezası ağır olacak.
Zirve, seminer, panel, çalıştay vs. gibi toplantılarla ilgili özel bir teklifim de var. Bunlara bakanlar katılmasın. Katılacaklarsa da açılış konuşması yapmasınlar. Hatta açılış konuşmaları tümden kaldırılsın. Son Zirve’ye bakalım: Bir buçuk günlük bir toplantı tertip ediyorsunuz, yarım günü açılış konuşmaları ile geçiyor. İşte bu yüzden, “Böyle toplantılar soruna çare olmaz.” diyorum. Genel lafları bırakalım, detaya inelim.
Coğrafi işaret, tarihi de korur
Zirve’nin en önemli sözünü, Para Dedektifi Cem Seymen söyledi: Coğrafi işaret, tarihi de korur. Tüm dünya, 500 nüfuslu Rokfor kasabasının peynirini nasıl tanıyor?
Ben biraz daha ileri gideceğim:
Coğrafi İşaretli Ürünler o kadar önemlidir ki bu sayede kültürünüzü, geleneklerinizi, üretim usul ve tekniklerinizi, endemik hazinelerinizi korur ve yaşatırsınız. Ülke ve dünya insanları, ürünlerin yerini, yöresini, insanlarını bu ürünler sayesinde merak eder ve tanır, ilgilenir, değer verir.