24 Kasım 2015’ten (Türkiye-Suriye sınırında Rusya uçağını düşürdüğümüz gün) itibaren Rusya ile siyasi ve ticari ilişkilerimiz baş döndürücü hareketliliğe sahne oluyor.
O kadar ki olay henüz sıcaklığını korurken, “Eyvah, galiba savaşacağız!” diye düşündüğüm bile oldu. Suriye’deki karışık ortamda -isteyerek olmasa da- karşı karşıya gelmek, provokasyon sonucu işlerin içinden çıkılmaz bir hâl alması işten bile değildi. “Gerekirse yine vururuz.” açıklamaları da olan bitenin üzerine tuz biber ekiyordu.
Siyasi ve askeri gerginlik, doğal olarak ticari gerginliği de beraberinde getirdi. Rusya’nın ticari yaptırımları hızla yürürlüğe girdi. Rusya, Mersin Akkuyu’da yap-işlet-devret modeliyle yapacağı nükleer santral inşaatını durdurdu. Rusya doğalgazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacağı düşünülerek projelendirilen “Türk Akımı Doğalgaz Boru Hattı” çalışmaları durduruldu. Rus turistlerin artık Türkiye’ye gelmeyeceği ilan edildi. Türk şirketlerin Rusya’daki yatırımlarına ve müteahhitlik hizmetlerine engeller konulmaya başlandı. Türkiye’den ithal edilen ürünlere sınırlamalar getirildi. Özellikle yaş meyve ve sebze ihracatımız durduruldu.
Sonra Türkiye, uçak düşürme olayının bilinçli bir tercih olmadığını, hatta Türkiye’yi ele geçirmek isteyen içimizdeki düşmanlarımız tarafından (FETÖ) Rusya ile ilişkileri bozmak için planlandığını söyledi. Rusya’dan özür dilendi. En üst düzeyde olmak üzere ziyaretler ve görüşmeler yapıldı. Şanghay Beşlisi’ne (Şanghay İş Birliği Örgütü) katılma arzumuz, en yetkili ağızdan dillendirilmeye devam edildi. Öyle bir hava estirildi ki toplumun önemli bir kesimi, Rusya’nın, Batı’ya (ABD ve AB) alternatif “stratejik ortağımız” olacağını bile düşünmeye başladı.
Gerçek bu değildi elbette. Neredeyse hiçbir siyasi konuda anlaşamadığımız Rusya ile stratejik ortak olmamız mümkün değildi. Zaten gerçeklerle yüzleşmemiz de uzun sürmedi.
Görüşmeler sonucunda, Türk tarafının, özellikle meyve ve sebzede Rusya’nın yasakları kaldıracağına dair açıklamalarına rağmen, Ekim 2016’da sadece portakal, mandarin, kayısı, şeftali, erik; 10 Mart 217’den itibaren de soğan, karnabahar, brokoli ve karanfil çiçeğinde yasağın kaldırıldığı ilan edildi. Maalesef bu ilan, bu ürünlerde bile ihracatımızın eski yoluna girdiği anlamına da gelmiyordu. Üstelik daha geride yasağa takılan çok sayıda ürünümüz vardı.
Sonunda Türkiye, zaten ithalatı azalan Rus buğdayına yüzde 130 gümrük vergisi uygulayacağını ilan etti. Mısır ve sebze yağına da gümrük vergisi uygulanacaktı. Bu açıkça karşı hamleydi. Rusya’dan, Türkiye’nin kararını geri almasına dair açıklamalar geldi. Acaba ilişkiler yine mi bozuluyordu?
Türkiye’nin giderek yalnızlaştığı bir ortamda, Rusya ile de ilişkilerimizin tekrar bozulmaya yüz tutmasından elbette memnun değilim. Sanırım yöneticilerimiz de memnun değil ki Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, pazartesi günü yaptığı açıklamada, Rusya ile ilişkilerin düzelmesi için yoğun görüşmeler yapıldığını, Cumhurbaşkanımızın 3 Mayıs’ta Rusya’ya gideceğini, bu ziyaretin hemen ardından kendisinin de Rus meslektaşı ile görüşeceğini bildirdi.
Havayı yumuşatacak açıklamalar da yaptı: Örneğin, Rusya’nın buğday kararımıza yaptığı itiraza, Rusya’dan kırmızı et ithal edebileceğimizi söyleyerek karşılık verdi. Savunma Bakanımız Fikri Işık ise Rusya’dan S 400 füzesi almak istediğimizi açıkladı.
Kim kârlı, kim zararlı
Önce rakamlar:
1) Türkiye-Rusya Dış Ticaret Değerleri (bin $)
2) Türkiye’nin Rusya’ya İhracatında Başlıca Gıda Ürünleri (milyon $)
3) Türkiye’nin Yaş Meyve ve Sebze İhracatı
4) Türkiye’nin Kanatlı Eti İhracatı (ton)
5) Türkiye’nin Rusya’dan İthalatında Başlıca Gıda Ürünleri (milyon $)
6) Milliyetlerine Göre Türkiye’ye Gelen Yabancı Ziyaretçiler
Krizin etkilerinin en yoğun yaşandığı 2016’da Rusya’ya ihracatımız 1.733.568.579 dolar (2015’e göre yaklaşık yüzde 52 düşüş), ithalatımız 15.160.961.000 dolar (2015’e göre yaklaşık yüzde 25 düşüş) olarak gerçekleşmiş. Yüzde olarak biz, dolar olarak onlar zararda.
Bu rakamlara, turizm ve müteahhitlik alanlarındaki zararlarımız ile Rusya’da yatırımları olan Türklerin zararları dâhil değil. Rusya’dan gelen turist sayısı neredeyse sıfırlanmış durumda. (6) numaralı tabloda, aslında turizmimizi etkileyen kaybın sadece Rusya’dan kaynaklanmadığı, kaybın çok daha fazla olduğu görülüyor. Demek ki sadece Rusya ile sorun yaşamıyoruz.
Birçok uzman, Rusya ile yaşanan krizin Türkiye’ye 2016’daki faturasının 10 milyar dolar civarında olduğunu söylüyor.
Nükleer santral ile Türk Akımı projesinin gecikmesi sebebiyle ne kadar zararımız olduğunu bilmiyorum.
Krizin tekrar derinleşmesi durumunda, doğalgaz ihtiyacımızın yaklaşık yüzde 54’ünü ithal ettiğimiz Rusya’ya fazlaca bel bağlamamızın bedeli daha ağır olabilir. Doğalgazı, konutlar başta olmak üzere doğrudan ısıtmada kullandığımız gibi, elektrik üretiminde de kullanıyoruz. Doğalgazda meydana gelebilecek bir aksama, doğalgaz kaynaklı elektrik kesintilerine de sebep olabilir ve bu kesintilerin GSYH’mıza yapabileceği olumsuz etki, günlük 1-1,5 milyar dolar olarak hesaplanıyor.
Diyebilirsiniz ki: “Ne yapalım, para için millî çıkarlarımızı göz ardı mı edelim?”
Etmeyelim elbette fakat olan bitenden ders çıkaralım. İş bu noktaya geldiğinde zaten yapacağınız başka bir şey kalmıyor. Başkalarına muhtaçsanız, millî çıkarlarınızı koruyamıyorsunuz (Türk Yurdu Kırım’ı işgal eden Rusya ile ilişkilerimizi geliştirmek için bunca uğraşmamızı, “Şahghay Beşlisi’ne bizi de almaları için ısrarcı olmamızı içime sindiremiyorum); değilseniz sizden güçlüsü ve mutlusu yok.
Ayrıca millî çıkar, para olmadan da korunmuyor.
“Ama doğal enerjimiz yok” diyen mazeret üstatlarını çok gördüm. Var!.. Doğal enerji sadece yer altından çıkanlar değil… Doğal enerji bizzat insanın kendisi. Onların enerjisi israf edilmediğinde, doğru tarafa yönlendirildiğinde bütün dertlere derman. Tabii “İlla bilim, illa bilim…” demeye de devam edeceğim. Dünyada nice örnekleri var.
Meyve-sebzede Rusya kalıcı pazarımız mı
Hemen cevap vereyim: Hayır.
İlişkilerimizin bir dargın, bir barışık sürmesinden dolayı değil. Rusya, yaşadıklarından ders çıkardığı için…
Rusya, meyve ve sebze bağımlılığını sona erdirmek için hazırladığı “Millî Tarım” politikasını kararlılıkla uygulamaya koydu. 2014’ten itibaren de hız verdi.
Rusya Tarım Bakanı Aleksandr Tkachev, Rusya’nın sebze üretiminde öz yeterliliğinin yüzde 90 seviyelerine çıktığını; Sebze Üreticileri Birliği Başkanı Sergey Kololev ise ithal domatesin pazar payının 2016’da, yüzde 80’lerden yüzde 50 seviyesine, ithal salatalığın ise yüzde 65’ten yüzde 20’ye kadar gerilediğini söylüyor.
Rusya gibi iklimi meyve ve sebze üretimine müsait olmayan bir ülke bunu nasıl başarıyor? Seralarla. Pahalı bir üretim şekli olan seracılık, doğal enerji kaynaklarına sahip Rusya için pek de pahalı bir yatırım sayılmaz.
Yaptıkları, kendi kaynağının farkında olmak ve bunları, bilimin önderliğinde, en verimli şekilde kullanmaktan ibaret.
Rusya, bu durumunu sürdürülebilir mi? Zaman gösterecek ancak gıda ambargosu ile terbiye edilmeyeceğini de gösterdi.