Önce şunları tespit ve takdir edelim:
Çanakkale Zaferi’ni anlatan hiçbir söz abartı değil.
Bize bu zaferi hediye edenleri anlatan hiçbir methiye, onların büyüklüğünü anlamamız için yeterli olmaz.
Hasbilikleri, kendilerini feda edişleri, azimleri, insanlıkları, kahramanlıkları kelimelerle sınırlanamaz.
Manen, hiçbirinin diğerinden tek bir farkı yok.
Aslında “takdir” derken kastettiğim sonsuz şükran ve minnettir. Yoksa onları takdir etme mertebesinde olmadığımı yani haddimi biliyorum çok şükür.
“Onlar için dua ediyorum.” da demeyeceğim. Dualarıma, dualarınıza, dualarımıza ihtiyaçları olmadığını biliyorum ve fakat kendim için, sizin için, bizim için şöyle dua ediyorum:
Yüce Allah, ahirette bizi onlara komşu eylesin.
Daha kıymetli bir dua biliyorsanız, onu edin.
Hangi birini anlatsam
Çocuklarımızı anlatayım. Hatta anlatmayayım. Birkaç satırlık -alışılmış- bilgiyle yetineyim.
Okurken arada bir çocuklarımıza bakalım yeter!..
Lise seviyesindeki öğrencilerin askere alınmaları kanunen yasaktı. Bu sebeple lise öğrencileri, savaşa gönüllü olarak katıldılar. Çanakkale Savaşı’na katılan öğrencilerin hemen hemen hiçbiri geri dönemedi. 1915 ve takip eden iki yıl, liselerin bazıları öğrencileri şehit olduğu için hiç mezun veremezken, bazıları çok az mezun verebildi.
Kastamonu Abdurrahmanpaşa Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi, Çapa Erkek Öğretmen Okulu, Vefa Lisesi, Galatasaray Lisesi, Sivas Lisesi, Edirne Lisesi, Balıkesir Erkek Öğretmen Okulu, Trabzon Lisesi, Erzurum Lisesi, Konya Gazi Lisesi, İzmir Lisesi, Kayseri Lisesi en fazla şehit veren liseler.
Şüphesiz başka liselerde de durum farklı değildi. İsimlerini sıraladığım liselerde, sadece o ilde yaşayan ailelerin çocukları değil, çevre illerden gelen çocuklar da eğitim-öğretim görüyordu. Çanakkale’ye gidemeyenler başka cephelerde savaştılar ve çoğu şehit düştü.
Lise ve üniversite öğrencisi ve mezunu, kısacası geleceğe sağlam adımlarla yürüyüşümüze rehberlik edecek, öncü olacak tahsilli nüfusumuzun büyük bir kısmını I. Dünya Savaşı’nda kaybettik.
Kalanlar ise İstiklal Harbimize önderlik ettiler.
Madalyonun görmek istemediğimiz yüzü
Madalyonun öbür yüzünde, “Bu noktaya nasıl geldik?” sorusu var.
Soruyu sadece o günleri anlamak için sormuyorum, asıl bu günleri anlamak için soruyorum. Geçmiş, bugünümüze ve geleceğimize ışık olsun istiyorum. Tarihin, önemli bir bilim dalı kabul edilmesinin daha önemli bir sebebi de yok zaten. Bu yüzden “Tarih okuyanın aklı çoğalır.” sözü devlet adamlarının duvarının vazgeçilmez süsü olmalı.
Çanakkale Savaşı’na geri dönelim:
Dünyanın en gelişmiş ülkeleri, dünyanın en gelişmiş savaş gemileriyle ve en etkili silahlarıyla saldırıyorlar.
Peki, bizim elimizde ne var?
Bir kısmı Almanlar tarafından gönderilmiş, etkileri düşmanınkiyle mukayese edilemeyecek zayıflıkta tüfek, makineli tüfek ve toplar.
Almanların yanında savaşa girişimiz bile bir mecburiyetin sonucu. O kadar ki “Almanlarla birlikte savaşa girmekle iyi mi ettik kötü mü?” sorusunun cevabını hâlâ bilen yok. Bırakın bir yerleri kazanmayı, kendimizi korumak için bile birilerinin yanında yer almaya o kadar mahkumduk ki…
Bunlar hep güçsüzlüğümüzün sonuçları.
Kuraldır: Güçsüzseniz, saldırılara açıksınızdır. Dünya kurulalıdan beri böyledir, hiç değişmemiştir, değişmeyecektir de…
Kuraldır: Güçsüzseniz, kaybedersiniz.
Diyebilirsiniz ki: “Yendik ama…”
Doğrudur. Bazen güçsüz olsanız da “ağır bedeller ödeyerek” başarabilirsiniz. Tercihiniz bu bedelleri ödemekse diyeceğim yok.
Yine de “22 milyon km kareye hükmetmiş bir dünya devleti olan Osmanlı Devleti, nasıl oldu da Anadolu’nun üçte birine sıkıştı?” sorusunu cevaplamanız gerekecek. Hadi o kadar geriye gitmeyelim: “Çanakkale Zaferi’nden üç yıl sonra İstanbul önüne demirleyen gemiler hangi boğazdan geçti?”
Ezcümle:
Güç, ancak bilimle elde edilebilir. Tarımdan madenciliğe millî kaynaklarımızı en verimli şekilde kullanabilmeliyiz. Sadece fen bilimlerinde değil, bilimin her dalında söz sahibi olmalıyız. Bunları başarabilmek için kendimizle ve dünya ile kavga etmeyi bırakıp, çoktan israf noktasına gelmiş verimsiz yatırımlardan vazgeçip, bir an önce bilime ve insanımıza yatırım yapmalıyız.
İnanın, düşmanla ateşli silahlarla mücadele etmek ne kadar kutsalsa, bilim yoluyla mücadele etmek de o kadar kutsaldır. Hele silahla mücadele edenler, bilimle mücadele edenlerin ürettiklerine muhtaçsa…