Bu sabah, öğrencim ve değerli dostum Fatih Oğuz’dan harika bir hediye aldım.
Fatih Oğuz, Orman Endüstri Yüksek Mühendisi, Orman Mühendisleri Odası Çanakkale İl Temsilcisi. Aynı zamanda Koyun Yetiştiriciliği Danışmanı. Badem ve Ceviz Yetiştiriciliği Uzmanı. On parmağında on marifet bir memleket ve doğa aşığı.
Hediyesi bir kitap: Kutlu ağaç-Ceviz ağacı.
Yazarı: Kastamonu Meb’usu Hasan Fehmi.
Basım Tarihi: 1932
Hasan Fehmi bir “cevize methiye” kitabı yazmamış, sanki “aşkın kitabı”nı yazmış: Doğa aşkını, toprak aşkını, ağaç aşkını, üretim aşkını, vatan aşkını, millet aşkını…
Öyle bir üslupla yazmış ki… Verdiği teknik, sosyolojik ve ekonomik bilgiler de bu üsluptan nasibini almış. Nasihatleri bile bir başka güzel…
(Teknik bilgilerden örnekler almadım, o yanını uzmanına danışabilirsiniz.)
İnsana, diktiği ağaca göre paye verilmelidir
“Vatanımızı kuraktan korumanın çaresi; ağacı, ormanı korumak, çoğaltmaktır. Kelebekler ışığa üşüştükleri gibi, içi su dolu bulutlar da ormana koşuşurlar. Bulutlar yorgunluklarını ormanlarda alırlar. Emdikleri, sordukları sularla ormanları sularlar. Suların temizi ağaç kökleri süzgeci ile süzülen sudur.
Bilmem siz ne dersiniz? Bana kalırsa her vatandaşa diktiği, aşıladığı ağaca göre bir paye verilmelidir.
Bu sözüme karşı belki şunu diyebilirsiniz:
— Her yerde ağaç yetişir mi?
Ben de bu sözünüze karşı, ‘Evet, yolu ile dikilir, düzen ile bakılırsa her yerde ağaç yetişir ve yerine göre dikilecek ağaç vardır.’ derim.”
Oğlum, beni özlersen, cevizin yapraklarını oğuştur
“Yıldızlarla öpüşmeğe kalkışan, göklerle boy ölçüşen cevizlerin gövdelerinde, doruklarında, dallarında, sürgünlerinde, filizlerinde, zümrüt gibi yemyeşil yapraklarındaki güzelliği, süsü başka ağaçlarda pek güç görürsünüz.”
“Benim gibi anasını gelmez yola koyanlar, kara topraklara gömenler, ana kokusunu, gül güzelim koygun kokuyu cevizin yapraklarında koklayabilirler. Meleklerin kucaklarında uykuya varan anacığım bana: ‘Oğlum, beni özlersen, cevizin yapraklarını oğuştur, kokla, ana kokusunu cevizin yapraklarında bulursun.’ demişti.”
“Hekimlerin, kimyagerlerin bu sözüme ne diyeceklerini bilmem amma köy, oba hekimleri cevizin yapraklarını, şurubunu bir takım hastalıklara ilâç olarak kullanırlar. Köylerde, cevizin yapraklarına Lokman diyenleri de kulağımla işittim. Ceviz yaprakları, kabukları boya işlerinde kullanıldığı gibi güzün yere dökülen yaprakları da ot ve saman yerini tutar.”
Ölüsü dirisi para bir ağaç
“Ceviz; geliri bol, bakımı az, emeği yok, ölüsü dirisi para bir ağaçtır. Ceviz; deniz, dere ağızlarında, kumsal, sulak topraklarda dal budak, kök, paçal salarak yetiştiği gibi denizden üç bin ayak yüksek dağlarda, tepelerde, dağ eteklerinde, bucaklarda, yamaçlarda, kır, kıraç yerlerde dahi yetişir. Uzun sözün kısası: Bu uğurlu ve kârlı ağaç; yer, toprak seçmez meyveli bir ağaçtır.”
“Bu yaz, ceviz mikrobu açıkgöz birisi İstanbul Vakıflar Müdürlüğüne gider, vakıflar idaresine, ‘Sizin Kuzguncuk’taki vakıf arsada bir dip ceviziniz vardır; bana satarsanız yirmibeş lira veririm.’ der. Vakıflar idaresi de verimkâr olur. Ertesi gün ceviz mikroplarından başka birisi daha gelip o cevize elli lira vereceğini söyleyince vakıflar idaresi ayılır, gözü açılır, kendine gelerek işi artırmaya bırakır. Bunun üzerine kütükçüler karşılaşır. Birisi, ‘Benden on lira daha.’ der. Kızışırlar; artır ha artır; uzatmayalım, dörtyüzyetmişbeş liraya birisinin üzerinde kalır. O da cevizi alır ve cevizin değerini iyi bilen bir Avrupalıya satar. Bu alım ve satıma göre, tek bir ceviz ağacı yüz senede bir bir üstü ne en azdan ellişer okka hesabı ile beş bin okka ceviz verdikten sonra, sınırımızın dışından, ötesinden vatanımıza gövdesi de beşyüz lira para koymuş oluyor.
Bu kısa hesaba ve şu alım satıma -gözümüze gözlük takıp- bakacak olursak, ceviz dikmenin, cevizi çoğaltmanın, ekilmeyen dikilmeyen çalılıkları, pırnallıkları söküp cevizlik yapmanın ülkemiz için ne kadar kârlı olacağını bulmak ve anlamakta güçlük çekilmez. Dahası var: Cevizin kerestelik gövdesi satıldıktan sonra geriye kalan yonga, kabuk, dallarından da bir ev için bir kışlık odun çıkar.”
“Bu gün benim dilime doladığım, ele aldığım, önüme gelene söylediğim cevizdir. Daha iyi düşünen, çöpü minare gösteren, kaleminden kan damlayanlar da zeytini, üzümü, elma armudu, portakalı, dutu, bilmem daha hangilerini ve bunların gelirini arpa, buğdayla karşılaştırarak yazsınlar. Bunlardan topraklarımıza hangilerinin daha elverişli ve geliri çok olduklarını güneş, tabak gibi gözlerin önüne koysunlar. Karanlıkta kalan, gidecekleri yolları göremeyen köylülerimizle; elleriyle, kollarıyla, omuzlarıyla çalışan, buram buram ter döken ırgatların önlerini aydınlatsınlar ve onları uykudan uyarsınlar.”
Baldan, kaymaktan tatlı geniş vatanımız
“Baldan, kaymaktan tatlı geniş vatanımızda aşağı yukarı yedişer nüfustan iki milyon evimiz vardır. Bir senede bir milyon ev sekizer dip ceviz dikerse sekiz milyon ceviz dikilmiş olur. Bir dip ceviz elli sene sonra yedi yüz elli kuruş getirdiğine göre, sekiz milyon ceviz aziz vatanımıza altmış milyon lira koymuş olacaktır. Ev başına, ikişer dönüm dikilirse, gün gelecek yurdumuza yüz yirmi milyon lira girecektir.
O günlerde, o düğün bayram günlerinde, Türkiye dereleri, uçurumları, kayaları örtülü, neresinden bakılsa yemyeşil, bakılmağa kıyılmaz, doyulmaz bir memleket olacaktır. Vapurlar, şimendiferler; iskelelere, istasyonlara yanaşacak ve cevizlerin meyvelerini, kütüklerini taşıya taşıya bitiremeyeceklerdir. O zaman denklerle paraları da memleketimize bırakacaklardır.”
Aynası işitir kişinin, lâfa bakılmaz
“Ben ne zaman ceviz dikme kaygısına, duygusuna düştüm?
Bin dokuz yüz üçte benim gibi biraz mürekkep yalamış üç beş kişi ile Ayancık’a dört saat, Akveren köyünde, köyün ortasında kalın gövdesi yosunlara sarılmış bir tabur gölgelenecek kadar iri bir ceviz dibinde, yarenlik ederken özü, sözü bir, iyiliği sever, dini bütün Şükrü oğlu Hacı İbrahim Bey çıka geldi. Doru atından indi, ayağa kalktık; selâmladı, geldi yanımıza oturdu. Cevizin koyu gölgesinde ağacın gövde ve dallarını süzdükten sonra o durağı cennet Hacı İbrahim Bey anlattı:
— Üç sene evvel bu köye geldim. Köylü kollarını sıvamış baltalarını bilemiş, alesta; bu bakılmağa kıyılmaz, canım cevizi kesecekler! Ne oluyor, cevizi neden kesiyorsunuz, dedim. ‘Cevizin gövdesini şu çorbacıya beş altına sattık.’ dediler. Cevizden senede ne kadar mahsul indiğini sordum. ‘Dört kile; yüz yirmi okka.’ dediler. Baktım üç senede emeksiz, beş altın değerinde ceviz veren bir ağaç; içim cızladı, keseye davrandım, çıkardım, köylüye beş altını verdim, cevizi aldım. Bunun üzerine duvara omzunu vermiş kır bıyık çorbacı kesesine giren paranın üç altınını düşürmüş gibi kanı yüzüne sıçradı, yüzünü ekşitti, baka kaldı.
Yurdumuzun her köşesinde, her köyünde bir tane Hacı İbrahim Bey bulunsaydı senelerden beri durmayıp kesilen, vapurlarla aşıp giden cevizlerin belki onda ikisi korunmuş, kurtarılmış olurdu.
Beyler, hanımlar, ağalar! Gözünüzü açınız; kesile kesile vatanımızda hemen hemen büyük ceviz ağacı kalmadı!
Ceviz mikroplarının bu sene Bitlis köylerine kadar yayıldıklarını kulağımla işittim. Ne yapsınlar? Yakınlarda deniz kıyılarında ceviz kalmadı!
Dünya, Avrupa, dere, tepe ormanları korumanın yolunu buldu da biz kulağımızın dibinde, tapulu tarlalarımızda atalardan kalma cevizleri koruyamadık!
Ceviz dikme, bu yüzden vatanımızı şenlendirme dersini bana Hacı İbrahim Bey verdi. Bu görüşmeden bilmem kaç sene sonra Ayancık’ta köyüme geldim; on dönüm tarlama elli dip ceviz dikmek istedim, fidan bulduramadım.
Arpalığımda fidan yetiştirmek üzere on okka kuru ceviz aldım, yerini hazırladım, artık dikeceğim. Köylü ne dese beğenirsiniz? “Ceviz diken; fidan, boynu kalınlığı olur olmaz ölür; cevizi karga diker!) İşitmemezliğe vurdum, cevizi diktim, döndüm köylüye: ‘Kuşlardan yüz seneden fazla yaşayan kargadır. Dediğiniz gibi cevizi diken ölmüş olsaydı, dünya yüzünde tek karga kalmazdı. Karganın çok yaşadığına bakılırsa, ceviz diken Nuh kadar yaşayacaktır.’ dedim.
Efendiler! ağızdan ağıza, kulaktan kulağa akıp gelen sözler içinde içli, özlü sözler olduğu gibi, kof kovuk, zehir saçanları da vardır. Dediğim ve diktiğim on okka cevizden yedi yüzü bitti, fidan oldu. Dört yüz kadarını kırk dönüm tarlama diktim, üç yüzünü komşularıma, hısımlarıma dağıttım. Köylü kardaşlar! Elimle diktiğim cevizlerden birkaçı boynum değil belim kadar kalınlaştı. İşte ben karşınızda urcuk gibi dimdik, dipdiri dolaşıyorum ve diktiğim cevizler; rüzgârlar estikçe hışıldaya hışıldaya uğuldaya uğuldaya:
— Cevizi kargalar da diker, insanlar da diker, diyerek bizi uyarmak istiyorlar.
Aynası işitir kişinin, lâfa bakılmaz!”
Saçlı baş, saçsız baştan güzeldir
Şehirlerimizi, yollarımızı, köylerimizi bezeyelim, ağaçla süsleyelim. Hanımları saç, küpe, gerdanlık, pantantif, yüzük, bilezik süslediği gibi köylerin, yolların, tepelerin, derelerin, yamaçların, ovaların süsü, bezeği de ağaçtır.
Saçı dökülmüş, dım dızlak, parlak kaypak baş mı yoksa saçları gür, taranmış, maşalanmış, kolonya ile sulanmış, bezenmiş baş mı daha güzeldir?
Sevdalı dalları, birbirine sarılmış yaprakları, yapraklarıyla öpüşen çiçekleri burce burce kokan; bülbülleri şakrayan, neresine bakılsa yemyeşil koyu gölgeye bürünmüş ağaçlı tepe mi, yoksa oyuklar, yarlar, uçurumlar açılmış sırıtkan, kır kıraç, dımdızlak tepe mi daha güzeldir? Sağı soldan; akı karadan; güzeli çirkinden pek ayıramayan bir kimseye bile sorunuz; duraklamadan, düşünmeden gür saçlı başın tüyü dökülmüş baştan; ağaçlı tepenin ağaçsız tepeden elbet daha güzel olduğunu söyleyecektir.”
“Günden güne iğreti, takma saç ‘peruka’ ustalarının türemesi, dükkânlarının çoğalması., saçlı başın saçsız baştan daha güzel olduğunu gösterir.”
Ağaca bakmak, çocuğa bakmaktan kolaydır
“Kim ne derse desin, benim kulağıma girmez!.. Ağacı dikmek, korumak, bakmak, çocuğa bakmadan, çocuğu koruyup okutmaktan bin kere daha kolaydır.
Öyle ise bir ana, bir baba; beş on çocuğa bakıyor, onları koruyor, okutuyor da bostanında, tarlasında yemişli yemişsiz senede beş ağaç dikip koruyamaz mı? Elbet dikebilir koruyabilir!
Hanım kızlar, delikanlılar! Tükenmez hazine demek olan günlerinizi esneye, esneye; gerine gerine geçirmeyiniz; yemişli, yemişsiz ağaç dikiniz, sulayınız!”
Öldükten sonra yaşamanın yolu
“Gençler! Nuh kadar yaşamak, ölmemek ister misiniz? Ceviz, zeytin dikiniz. Soruştura soruştura bulup ektiğiniz tohumlar, diktiğiniz fidanlar, onların tohumları, ağaçları dünyada durdukça, meyvelerini verdikçe adınız anılacak, yaşayacaksınız!
Balık bilmese Halik bilir!
Gençler! Öldükten sonra yaşamanın bir yolu da işte budur.”
Bugünden bakınca, ne yazık ki Hasan Fehmi Bey’in nasihatlerine pek kulak veren olmamış.