Bir resim düşleyin… Bu resim, hep yaşamak istediğiniz yerin resmi olsun.
Mutlaka bir ev olacaktır o resimde, küçük, ahşap ve illa bir çayırlığın ortasına kurulmuş; çayırlıkta seyrek ağaçlar; sarı, kırmızı, mor, beyaz, envaiçeşit çayır çiçekleri… Çayırın bereketiyle mutlu birkaç küçükbaş (tercihen kuzu) ve sadık bir dost: Karabaş.Uzak olmayan yakınlıkta küçük tepeler; belki uzakta bir dağ ve tepesinde kar, eteğine doğru orman…
Hayali bile muhteşem ama hâlâ bir noksan var resimde…
Resme koyduğunuz her öge sadece düşlerinizi değil gerçekte yaşamı temsil ediyorsa eğer sizin için, ondan vazgeçemezsiniz…
“Su”dan… Çoğunlukla da “akarsu”dan.
Şırıldayan bir dere veya çağıldayan bir nehir olacaktır muhtemelen tercihiniz.
Ergene ikisi birdendir; önce dere, sonra nehir…
Sanki içini döker Meriç’e
Ergene Deresi, Yıldız (Istranca) Dağları’ndan doğar; temizdir, berrak ve saftır. Sonra Çorlu Suyu, Sulucak Deresi, Lüleburgaz Deresi, Şeytan Dere, Teke Dere, Ana Dere ve Hayrabolu Deresi ile hemhâl olur; birlikte Ergene Nehri olurlar.
Meriç Nehri’ne ulaşıncaya kadar tam iki yüz seksen üç kilometre yol kateder. Trakya’nın ortasından geçer. Kendisi ile aynı adı taşıyan Havza’nın her santimetre karesi suyundan, o topraklarda yaşayan her insan nimetlerinden eşit şekilde yararlansın istiyor gibidir. Kim bilir kaç bin yıl, gücü yettiğince başarır da…
Hiç aklına getirmez, bir gün suyunu, balığını, sesini, kokusunu cömertçe paylaştığı insanların acımasızca onu zehirleyeceğini!..
Oysa Tekirdağ’a, Edirne’ye ve Kırklareli’ne kurulan 2000’in üzerindeki sanayi tesisinin kurşunlu, siyanürlü ve daha bilmem neli atıkları ile bir milyondan fazla insanın evsel atıkları, arıtılmadan, her gün, ona ve onu besleyen her damara, acımasızca zerk edilmektedir.
Son balıklar 1980’in sonlarında görülür; ne “yayın” kalmıştır artık avlanabilecek ne “turna” ne de “kerevit” sularında. Çırpınarak yüzen çocukların neşe dolu kahkahaları da o yıllarda kalmıştır.
Balık bulmak, yüzmek ne kelime, tahammül edilemez kokusundan dolayı yaklaşmak bile imkânsızdır şimdi Ergene’nin yanına. Suyuna dokunanın vücudunda yaralar çıkar olmuştur.
Toprağa, kimine göre evlat, kimine göre anne, kimine göre yar, kimine göre vatan kokusu veren temiz ve berrak suyu, kömür karasına dönmüştür.
Derdini anlatabileceği, içini dökebileceği kimse de yoktur binyıllardır suyunu döktüğü Meriç’ten başka…
Ergene’de tarım ve hayvancılık
Kapladıkları alan olarak İstanbul’u ve dağları dışarıda bırakırsak, “Ergene Havzası, neredeyse Trakya’nın tamamıdır.” desek yanlış olmaz. Trakya’daki tarım ürünleri üretiminin ve hayvancılığın çok büyük kısmı da bu alanda yapılıyor.
Ergene Havzası, Türkiye geneli bakımından da çok önemli bir tarım ürünleri üretim alanı. Türkiye’de üretilen buğdayın yüzde 12’si, pirincin yüzde 54’ü ve ayçiçeğinin yüzde 61’i Ergene Havzası’nda üretiliyor¹. Havza’daki buğday verimi, Türkiye ve dünya ortalamasının üzerinde. Üstelik bu verim, Havza’nın sulanan tarım alanları yüzde 12’yi geçmediği halde elde ediliyor.
Trakya, dolayısıyla Ergene Havzası, hayvancılıkta da önemli bir yere sahip: Ülkemizdeki tek şap hastalığından arındırılmış bölge burası. Aynı zamanda Türkiye’nin damızlık merkezi.
Şimdi asıl meseleye gelelim:
Bir tarım alanı düşünün ki yüzde 88’inde kuru tarım yapılmasına rağmen, ülkenin en fazla döviz ödediği gıda ürünün (ayçiçeği) yüzde 61’ini karşılıyor. Uzmanlar, tek sulama ile bile ayçiçeğinde verimin iki katına çıkarılabileceğini söylüyorlarken, ülke olarak bitkisel yağ ihtiyacımızın yaklaşık yüzde 75’ini ithal yağlı tohum, ham yağ ile küspeden karşılıyor, ithalata 3,5 milyar dolar ödüyor ve 2,6 milyar dolar dış ticaret açığı veriyorsak, Ergene Havzası ve ülkemiz için Ergene Nehri’nin ne derece hayati öneme sahip olduğunu bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha düşünelim.
Bizim kirlettiğimiz, zehirlediğimiz, yok ettiğimiz işte bu Nehir.
Bu durumda sadece sudan istifade edememekle kalmıyoruz, ürünlerimizi de bu zehirli su ile suluyor, hem kendimizi hem de hayvanlarımızı bunlarla besliyoruz. Böylece aynı zamanda toprağımızı da zehirliyoruz. Zehirli suyu kullanmayan çiftçilerimiz bile zaman zaman zehirli suyun etkisinden kaçamıyorlar çünkü aşırı yağışların olduğu yıllarda nehir taşarak, çok sayıda tarım alanını zehirliyor.
Ergene Havzası Koruma Eylem Planı
Havza’daki kirliliğin önlenmesi maksadıyla hazırlanan “Ergene Havzası Koruma Eylem Planı”, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu tarafından, 06 Mayıs 2011 tarihinde açıklanmış. Planın yürütülmesi için 3.240.000.000 TL’lik büyük bir bütçe ayrıldığı muştusu verilmiş.
Aradan beş yıldan fazla zaman geçti. Ergene Nehri’ndeki su kalitesi bugün daha kötü. Nehre günde salınan 240 bin m³ ev, 460 bin m³ sanayi atık suyu sebebiyle Ergene Nehri’nin debisi 6 kat artmış¹. Bakan Eroğlu’nun Şubat 2016’da açıkladığı “2016’da 3. sınıf, 2020’de 2. sınıf su¹” hedefinin ilkine ulaşılamadı. Aynı açıklamada Eroğlu şunları da söylemişti:
“Sadece Ergene değil, Trakya Gelişim Projesi (TRAGEP) hazırladık. Burada özellikle 2019 yılı sonuna kadar TRAGEP’i de bitireceğiz. Orada yapılacak göletler, sulama tesisleri, ağaçlandırma ve erozyon kontrol faaliyetleri var. Bunların tamamı, TRAGEP için 10 milyar TL’lik yatırım yapılacaktır.¹“
Şimdi hep birlikte “İnşallah.” temennisiyle önce “2019’un sonunu”, sonra 2020’yi bekleyeceğiz.
Bütün bunlar olurken “Belediyeler sorunun neresinde?” diye sormadan geçmeyelim. Bakalım hangilerinden cevap gelecek?
Vicdanı olan kullansın
Diğer tarafta ise vatandaşlar olarak bizler varız. Sorgulamayan, çıkarcı bizler… Bu eleştirimi yadırgamayın: “Doğayı kirleten fabrikalar, oteller ya arıtma yapsınlar ya da kapatılsınlar.” deyin bakalım, önce kimler karşı çıkacak?
Yine de kimseye söyleyecek sözüm yok. Vicdanı olan kullansın.
Yoksa gerçekten resimlerde kalacak zaten yetersiz olan tatlı su kaynağı derelerimiz, nehirlerimiz, göllerimiz…
(Bölgede, doğayı kirletmeden üretim yapan sanayi kuruluşları da var elbette. O kuruluşların sahiplerine de saygı ve şükranlarımı gönderiyorum.)
¹ http://www.dsi.gov.tr/haberler/2016/01/23/ergenehavzasieylemplanitoplantisigerceklestirildi